Peki aslında, kim bu Êzîdîler?
Dini anlatımlarına göre gidersek, onlar yetmiş üçüncü millet... Hikaye şu: İlk iki insan, Adem ve Havva, ideal insan konusunda anlaşamaz, kavga eder. Bir sınav yapmaya karar verirler. Her ikisi de küplerine ruhlarını ve düşüncelerini doldurur. Kırk gün sonra Adem’in küpünden Şahid bin Car adında güzel bir genç çıkar; Havva’nın küpünden ise sürgünler, akrepler, çiyanlar... Havva ve yetmiş iki çocuğu, Car’ın güzelliği karşısında kıskançlığa düşer. Büyük bir nefretle Car’ı öldürmenin planını yaparlar. Bunu bilen Melekê Tawus (Êzazil), yetmiş iki çocuğun ağzına üfler. Uyandıklarında yetmiş ikisi de farklı dillerle konuştuklarından Havva’yı ve birbirlerini anlayamazlar. Car kurtulur, gökten gelen dişi melekle evlenir ve çocukları Êzîdîlerin ilk ataları olur. Êzîdîler, kendilerini Melekê Tawus’un seçilmiş halkı olarak kabul eder. Melekê Tawus’un onları koruduğuna, uyardığına ve bu görevini yerine getirmek için zaman zaman yardımcılarını bu dünyaya gönderdiğine inanırlar. Bundan yola çıkarak kökenlerini Havva’yı reddedip Adem’e dayandıran Êzîdî Pîrleri olduğu gibi ikisini de ilk ata olarak kabul etmeyenler de vardır. Kendisiyle mülakat yapılan bir Êzîdî Pîri, “Biz Adem’i kabul etmiyoruz, çünkü biz Adem’den gelmedik” diyebilmektedir.
Melekê Tawus’un (Ezazil’in) Xweda (Allah) ile yaşadığı ilk itilafta rol alan Adem ile Havva’nın daha sonra “cennetten kovulmalarına ve yasak meyveyi yemelerine” sebep olarak Melekê Tawus’u göstermelerine bir tepki olarak Adem ve Havva’yı ilk ata olarak kabul etmedikleri anlaşılıyor.
Êzîdîler milliyetçi mi?
Yukarıdaki anlatımdan yola çıkılarak Êzîdîlerin tıpkı Yahudiler gibi dinsel milliyetçi oldukları ve şoven düşüncelere sahip oldukları düşünülebilir ama gerçek hiç de öyle değildir. Êzîdîler Allah’a yakarırken şöyle dua eder: “Bira Xwedê bê hawara 72 miletan paşê were hawara Êzîdîxane!” (Allah ilkin yetmiş iki milletin yardımına koşsun, sonra Êzîdî halkının yardımına gelsin.) Etraflarını kuşatan dini ve etnik milliyetçilikten çok çekmiş Êzîdîler, ne söylemde ne eylemde hiçbir zaman dinsel milliyetçi bir toplum olmadı. Xweda’nın (Allah’ın) yarattığı her şeyi sevmeyi dini bir ilke olarak benimsediler. Bu duadan da görüyoruz ki diğer milletlere öncelik tanıyacak, onlar lehine feragatlıkta bulunacak kadar kardeşlik ilkesine sahipler. “Önce ben, önce ailem, önce kabilem, önce halkım, önce dindaşım” demeyecek bir yüce gönüllülüğe ulaşmış olmaları, onları her türlü milliyetçilik mikrobundan korumuştur. Diğer dini yorumları ve mitolojik anlatımların ise her dinde olduğu gibi kendi orijinalliği ve özgürlüğünü vurgulamaya dönük bir ihtiyaçtan kaynaklandığını anlamak gerekiyor.
Yazata
Hepsi bir tarafa, önemli olan Êzîdîlerin kendilerini nasıl tanımladıklarıdır. Êzîdîler kendilerine “Êzdî”, dinlerine de “Êzdayîtî” derler. Dilleri Kürtçe’nin Kurmancî lehçesidir. Êzdi kelimesinin köken olarak Avesta’da geçen “Yazata”dan geldiği varsayılıyor. “Yaz” tapınılmaya değer manasında bir kelimedir.
Tek tanrılı bir inanca sahipler ve Allah’a tıpkı Müslüman Kürtler gibi “Xweda-Êzda” derler. Anlam olarak Xweda “kendini yaratan”, Êzda ise “beni yaratan” anlamına geliyor. Êzdayiti dininin, Hindistan’da Veda, Aryen’de Zerdeştî ve Doğu Kürdistan’daki Yaresanî diniyle ortak özellikleri azımsanmayacak düzeydedir.
Êzîdî nüfusu
Êzîdîlerin nerede ve ne kadarlık bir nüfusla yaşadıklarına geçmeden önce özet haliyle Kürdistan’da dinler panoramasını sunmakta fayda var. Kürdistan’daki nüfusun üçte ikisi Müslüman’dır. Müslümanların ezici çoğunluğu da Sünni mezhebinin Şafii koluna mensup olmakla birlikte Musul ve Bağdat’ta on binlerce “Feli” (Şii) Kürt de yaşamaktadır. Kürt nüfusunun geriye kalanı ise Alevi, Êzîdî ve Yaresani (Ehl-i Hak) inancına mensuptur. Ermeni ve Süryani halklar da çok az bir nüfusla Kürdistan’da yaşar. Aleviler Kürdistan’da Dersim, Erzincan, Elazığ, Malatya, Maraş ve Adıyaman’da yoğunlaşırken, Yaresaniler ise Doğu Kürdistan’da çok az bir nüfusla Kirmanşah yöresinde yaşamaktadır.
Êzîdîlere gelince... Tüm dünyada 800 bin-1 milyon arasında Êzîdî yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu, Kürt nüfusunun yüzde ikisine tekabül etmektedir. Êzîdî nüfusunun çoğunluğu Şengal ve Şêxan’da yaşıyor. Şengal Katliamı ardından oluşan göç dalgası öncesinde, Almanya’da 55 bin, Rusya’da 70-80 bin, Rojava’da 15 bin, Doğu Kürdistan’da Maka, Xoy ve Kirmanşah’ın birkaç köyünde çok az nüfusta Êzîdî yaşadığı tahmin ediliyordu. 20. yüzyıl başlarında Osmanlı’nın baskı ve katliamları nedeniyle binlerce Êzîdî de Erzurum, Van, Kars, Iğdır’dan Ermenistan ve Gürcistan’a göç ettiler. Yurtdışına doğru göçlerin önemli bir kısmı da son elli yıl içinde Batman, Amed, Mardin ve Urfa’dan gerçekleşti.
Gizlenmiş kutsal emanetler
Êzîdîlerce kutsal sayılan ve günümüze ulaşan iki kitapları var. 12. yüzyılda yazıldığı söylenen bu iki kutsal kitabı çok sınırlı sayıda insan görebilmiştir. Biri “Kitap el-Cilwe”dir. Şêx Adi tarafından sekreteri Faxreddin’e Arapça yazdırılmıştır. Diğeri ise Êzîdîlerin kutsal kitabı “Mishafa Reş“tir. (Kara Kitap) Mishafa Reş, Şêx Adi’nin yeğeni Şêx Hasan tarafından yazılmıştır. Kitapta dünyanın oluşumu, insanın kökeni ile Adem ve Havva’nın öyküsü vardır. Son yüzyılda ise özellikle Rusya’da yaşayan Êzîdîler tarafından “qewl-beyt-çîrok-cîvanok-mishabet-terqîn–dîrozge-şedatiya dîn” (ilahi-dua-öykü-hikaye-şiir vb.) olarak tanımlanan onlarca sözlü eser, Êzîdî aydınlar tarafından yazıya geçirilmiştir.
Êzîdîler, yazılı dini metinlerden çoğunlukla kaçınmışlardır. Kendilerini özellikle bunu yapmaktan alıkoymuşlardır. Özel ve gizemli olan bu bilgilerin yazıya geçirilmesini, herkes tarafından bilinir ve okunur olmasını arzulamamışlardır. Êzîdî birinin “tahrim” (aforoz) edilmesine sebep yasaklardan biri de, “Êzîdî olmayan birine Êzîdîliğin sırlarını açıklamaktır.” Yazılı metinlerle arasına mesafe koyan Êzîdîlik, yabancılar için “sisler ardında bir din ve toplum” olarak kalmıştır. Bu da dışarıdan iyi niyetli veya art niyetli iddiaların, savların ve muhtelif görüşlerin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Bu durum aynı zamanda mensuplar için de dezavantajlara neden olabiliyor. Laleş’ten, Şêx ve Pîrin’den uzaklarda yaşayan yeni jenerasyonun dinini öğrenmesi ve onun gereklerini yerine getirmesi zorlaşıyor. Ayrıca bu, Êzîdîliğin tarihini, kökenlerini araştıranlar ve Êzîdîliği tanımak isteyenler için de ciddi bir sorun...
Yazıdan doğan bu boşluğu Êzîdîler, sözlü kültüre ve sözlü geleneğe yüklenerek doldurmuşlardır. Êzîdîliğin neredeyse tümüyle sözlü kültür ve geleneğe dayalı gelişmiş olması, eşine az rastlanır bir durumdur. Bir aydınlık ve ışık dini olan Êzîdîliğin çok bilinçli bir tercihle “sisler ardında” tutulmasını anlayışla karşılamamız lazım çünkü bugüne ulaşan varlığını da bu özgünlüğüne borçlu aslında. Kutsal mekanları Laleş‘in bile defalarca yakıldığını düşündüğümüzde, var olsaydı çok sayıda yazılı metni koruyup bugüne ulaştıramazlardı zaten.
Kürtlüğün kök hücresi
“Êzîdî Sözlü Kültürü” kitabının yazarı Christina Allison, “Êzîdîlik öğrenilmiş dogmadan ziyade bir yaşam biçimidir” diyerek (tarihsel ve kültürel arka planını tam açıklayamasa da) dışarıdan yapılmış en isabetli tespitlerden birini yapıyor. Êzîdîliğin dini dogmalar bütünü olmaktan önce bir yaşam biçimi olmasından anlamamız gereken, onun bir duruş, bir tavır ve bir tercih olduğudur. Êzîdîlik, her şeyden önce Kürtlerin uzun süreye yayılmış direniş kültürüdür. Êzîdîlik, binlerce yıllık bir kültürel geleneğin tüm kuşatmalara inat en gür, en cesur ve en asi sesidir. Binlerce yıllık Aryenik direniş geleneğine Laleş‘ten eklenen en direngen halkadır. Moderniteye teslim olmamış yegane mevzilerden biridir. Êzîdîlik’te direnen salt dini veya etnik bir kimlik değildir. Êzîdîliğin on binlerce yıllık neolitik köy ve tarım kültürü ile değerlerini hala yaşayan, devletleşmeyen, Leviathanlaşmayan, kentleşmeyen ve uygarlaşmayan özü anlaşılmadan Êzîdîlik anlaşılamaz. Êzîdîlik aynı zamanda Kürtler içinde mucizeler yaratarak varlığını bugünde sürdüren bir kök hücredir. Geçmişi öğrenmek, anlamak için çok uzağa gitmemize gerek yok. Êzîdîlik, Dersim Alevi Kızılbaşlığı ve Yaresanilik hemen yanı başımızda duruyor.
Êzîdîliğin kozmolojisi
Êzîdîler tek tanrıya inanırlar, ona “Xwedê-Êzîd-Êzdan-Yezdan” derler. Ona dua ederler. Êzdan’ın yarattığı 7 meleğin tümünü kutsal sayarlar. Êzdan’ı kainatın ilk ilk hareket ettiricisi olarak görürler. Zerdeştlik’te Hürmüz, sonsuz aydınlık içindedir. Yaresanilik’te Tanrı, kendi aydınlığında bir inci yaratır. Êzdayîti’de ise Êzdan, kendi aydınlığından 7 meleği yaratır. Êzdan’ın yarattığı inci patlar (dur dipeke) ve aydınlığından evren ile dünya meydana gelir. Êzdan, ilkin baş melek Êzazil’i (Melekê Tawus) Pazar günü yaratır. Ardından sırayla, Pazartesi Derda’il-Şex Hesen, Salı Îsrafil-Şêx Şêms, Çarşamba Mikail-Şêx Ebubekir, Perşembe Ezrail-Sicaddin, Cuma Şemnaîl-Nasreddin, Cumartesi-Şemi Nurail-Fexreddin yaratılır. Êzîdîliğin bütünselliği, ruhun göçüyle korunmuştur.
Êzîdîlik’te ruh göçü
Ruhların göçü (reenkarnasyon), Êzîdî dininin temelini teşkil eder. Zaman zaman aziz bir şahsiyet bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir dindar Êzîdî ruhu ile doldurulur. Melekê Tawus, zaman zaman halkını uyarmak için yardımcılarını dünyaya gönderir. Ölülerin ruhları, hak ettiklerine göre ya cennete ya da cehenneme gider ancak ruhlar başka bir bedende dünyaya gelebilirler. Günahkâr ve cezalı bedenler ise hayvan bedeninde dünyaya gelirler. İnsanlardan uzak yırtıcı yabani bir hayvanın bedeninde dünyaya gelen günahkar ruhun cezası ağırdır. Êzîdî kozmolojisinin temeli, Melekê Tawus’tur. (Ezazîl) Melekê Tawus’u, diğer tüm tanrılı dinlerin aksine kötülükle bir tutmazlar. Melekê Tawus’un itaatsizliğinin Êzdan tarafından affedildiğine ve Xweda’nın onu kendisiyle bir ve eşit kıldığına inanırlar.
Kutsal elementler
Güneş, ateş, su, hava ve ay, beş kutsal elementtir. Yaşamın kaynağı olarak gördükleri Güneş’e özel bir saygı duyarlar. Doğal toplum özelliklerini korumuş Êzdiler, aynı zamanda doğa dini özelliklerini de korumuşlardır. Doğanın kutsiyetine olan inançlarını hep korumuşlardır. Bu nedenle Güneş adına yeminler eder ve yüzlerini Güneş’e dönüp dua ederler. Êzîdîlik bir aydınlık ve ışık dinidir. Güneş ışıklarının ilk düştüğü yeri öperler. “Bi ve roje!Ez bi vê roje sond dixwim!” (Güneş’e and olsun! Bu güneş‘in üzerine and içerim ki!) ve “Vê Işiqê! Ez bi vê Işiqê sond dixwim!” (Işığa, aydınlığa and olsun! Bu ışığın, aydınlığın üzerine yemin ederim ki!) diye yeminler ederler.
Êzîdîler ateşi güneşin yeryüzüne inmiş hali olarak gördüklerinden aynı saygıyı gösterir ve ritüellerinde kullanırlar. Laleş Tapınağı’nda ateş sürekli yanar haldedir. Bu iş için özel olarak görevlendirilmiş dini görevliler vardır. Cenaze mezara verildikten sonra mezarın üzerine küçük bir ateş yakarlar. “Kiloça Serê Salê” dedikleri bayramda büyük ateşler yakarlar. Yakılan bir ateşi su ile söndürmezler. Ateşi kirletecek, saygısızlık anlamına gelecek (tükürme vb.) eylemler yasaktır.
Çocukların ve kadınların koruyucu meleği “Xatuna Ferxa”yı ise Ay ile sembolize etmişlerdir.
Êzîdî toplumsal sistemi
Êzîdîler, azınlıkta olan gruplarının devamlılığı ve sürekliliği için güçlü ve uyumlu bir toplumsal örgütlenmeye ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle de tam bir disipline dayalı açık bir iş bölümü, somut ve amaç endeksli bir sistem inşa ederler. Tehdit altında toplumlar Pîramit türü bir örgütlenmeye gitmezler. Coğrafi uzaklık, iletişim uzaklığı ve dış tehditler bu tür toplumları daha yatay, biraz özerk ve işlevsel bir sistem oluşturmaya iter.
Bu bilinçle hareket eden ve geleneksel bir toplum olan Êzîdîler, binlerce yıllık kabile konfederasyonu ve kast sistemlerini büyük bir ısrarla sürdürmüşlerdir. Nüfuslarının azlığı ve dış tehditlerin çeşitliliği ve büyüklüğü düşünüldüğünde toplumsal varlıklarını bu sistemlerine borçlular aslında. Tek bir lidere bağlı ve gevşek bir sistemleri olsaydı, tarihten ve yeryüzünden silinmeleri içten bile değildi. Bu nedenle de Êzîdîler, varlıklarını bu sisteme, Şengal Dağları’na ve Aryenik direniş geleneğinin sürdürücüsü olmalarına borçludur.
Kastlar: Pîr, Şêx, Mirîd
Êzîdîler toplumlarına “Êzdîxan” derler. Êzdîxan, üç ana kasttan oluşuyor: 1) Pîr 2) Şêx 3) Mirîd
Pîr ve Şêx kastları ruhani kastlardır. Êzîdîler bu kastlara mensup insanlara “teriq-ruhanî” ve “dunav” derler. Êzîdî nüfusunun yüzde 6-7’si Pîr ve Şêx kastlarına mensuptur. Geriye kalan yüzde 93 Mirîdlerdir. Kastlar arasında evlilik yasaktır. Mirîdler, Şêx’inin ve Pîr’inin kim olduğunu bilir ve onun gereklerine göre davranır.
Bugün her ne kadar sayıları çoğalmışsa da Pîr kastına mensup 40 kabile ile Şêx kastına mensup 40 kabile olduğu varsayılır. Şêx kastı, üç büyük endogomos klandan isimlerini alırlar: Şemsanî, Adanî, Qatanî.
Şemsanî klanı, ismini Şêx Adî’nin ilk yoldaşı Şêx Şemsanî’den alır. Şêx Şemsanî’nin türbesi Laleş Tapınağı’nın yakınındadır. Qatanî klanı, Şêx Adî’nin kardeşi Faxreddîn ailesinden oluşur. “Baba Şêx” olarak bilinen baş dini yetkili, bu klandan Şêxler arasında seçilir. Adanîler ise “Mishefa Reş’in yazarı Şêx Hasan’a dayanır. Adanîler, kendilerini saf biçimde dine adayan Şêxlerden oluşur. Êzîdîlikte Şêx adayı kırk gün boyunca odasına kapanıp inzivaya çekilir, kimse onu görmez. Evin bacasından ekmek atılır sadece. Kırk birinci gününde, sınavı başarıyla geçen saçı başı karışmış kişi Şêxliğini ilan eder.
Onlarca Şêx klanından sonra saygınlık bakımından ikinci derecede Pîrler gelir. Kimi Êzîdîlere göre Pîrlik kurumu, Şêxlikten daha eskidir ve İslamiyet’ten önce başta gelen kurum Pîrliktir. Bu düşünce, Şêx Adî’nin Êzîdî dininde reform yaptığı ve Êzîdîliğin çatısını Sufî tarikatların çatı örgütlemesi gibi oluşturduğu iddiasıyla örtüşüyor aslında. Dört ana klana ait yüzlerce Pîr ailesi vardır: Hesmaman, Îşîbiya, Kemala, Liblan, Memêreşan, Meqlebêz, Memê Şivan, Ömerxalî, Qedîbilban... Laleş Tapınağı’nın bekçiliği görevi, Pîrlere verilmiştir. Onlara “Baba Çavuş“ denir ve hiç evlenmezler. Êzîdîler, Pîrlerini pazar günü ziyaret eder ve marifet dilerler.
Êzîdîlik misyoner bir din olmadığından Êzîdî olmayan birinin kabulü imkansızdır. Her mürit, bağlı olduğu kabileyi, Şêx’i, Pîr’i ahiret kız veya erkek kardeşini bilir. Yüzlerce mürit kabile vardır, en çok bilinenleri şunlardır: Angosî, Barayî, Dasinî, Mamtacî, Masekî, Memreşî, Mendikî, Mendsorî, Mirangî, Recefî, Reşî, Rojkî, Sturkî Şergî, Şemsika, Xalitî...
Êzîdîlik’te diğer görevler
Qewaller: Şêxlerin astlarıdır. Başika ve Bahzoni köylerindeki iki aileden gelirler. Qewal’ler ilahiler okur ve yanlarındaki bronz Tawus Kuşu heykeliyle (vergi toplamaya ehil ve yetkili olduklarının sembolüdür) köylerden zekat toplarlar.
Feqîrler: Şêx Adî’nin geleneksel giysisini (cüppe, kırmızı kuşak ve siyah sarık) giyerler. Şêx’in yokluğunda halka hizmet ederler.
Koçekler: Evlerini, köylerini terk edip Laleş’e yerleşenlerden oluşur. Tapınağın odun ihtiyacını karşılarlar.
Feqriyetler: Evlenmemeye yemin etmiş kadınlardan oluşur. Feqriyetler, Laleş’te bir kadının yönetimi altında kandillerin fitillerini yaparlar. Beyaz elbise giyerler.
Pêşimamlar: Düğün ve evlilik sözleşmelerini denetlerler.
Ortak aşiretler
Êzîdîlerin yalıtılmış ve değişmeyen bir grup olduklarına ilişkin yaygın görüşün aksine Kürdistan’da komşularından izole bir yaşam sürdürmediler. Dini bağımsızlıklarını koruyarak büyük aşiret konfederasyonları çatısının altında yer aldılar. Milan, Hevirkan ve Şikakî Müslüman ve Êzîdî karma aşiret konfederasyonları içinde özerk kollar olarak ortak hareket ettiler. Yine Doğu Kürdistan’da “Dumîlî” aşireti içinde hem Yaresanilar hem de Êzîdîler vardır. Aynı aşiretten olmasalar bile Süryani ve Müslüman komşularıyla aynı köylerde yaşadılar. Êzîdî olmayan biriyle evlilik yasak olduğundan (geri son yıllarda özellikle Avrupa’daki yeni nesil bu yasağı delebiliyor) aralarındaki bağ aynı etnik kökene sahip olmak, aynı aşiretin üyesi kalmak, kirvelik ya da komşuluk oldu.
* Gulnexwîn: Dikensiz gül. Kürdistan’a özgü bir çiçek.