Dersim Soykırımı'nı Uluslararası Caza Mahkemesi'ne (UCM) taşıyan Avukat Erdal Doğan, bugün yaşananlara ilişkin raporları da dava dosyasına ekleyeceklerini söyledi. Türkiye'de katliamların süreklilik kazanmasının uluslararası kamuoyunun Türkiye'yi korumasından kaynaklandığını vurgulayan Doğan, buna karşı Türkiye halklarının, vatandaşı oldukları ülkelere yönelik Türkiye'nin tutumunu görmeleri için baskı oluşturması gerektiğini ifade etti.
Türkiye'deki cezasızlık politikasının en acıtan örneklerinden biri olan Dersim Katliamı'nın mağdurları, on yıllardır katliamın tanınması arayışında. Buna dönük verilen hukuki mücadelenin en önünde yer alan isimlerden biri Avukat Erdal Doğan. Doğan, katliama ilişkin hazırladığı dosya ile 22 Kasım 2012 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) de başvuruda bulundu.
Tüm girişimlerine rağmen katliamın faillerinin açığa çıkartılması noktasında ciddi bir adım atılmadığını söyleyen Doğan, 2011 yılında dönemin Başbakan'ı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genişletilmiş Parti İl Başkanlığı Toplantısı'nda 'Dersim'in planlanan bir katliam olduğunu, bunun bir isyan olmadığını, resmi rakam 13 bin fiili olarak söylenen 50 bin insanın katledildiğini' Necip Fazıl'dan şiirler okuyarak ve 'Özür dilemek gerekirse ben özür dilerim' diyerek, CHP'yi sıkıştırmak adına katliamı gündeme getirdiğini hatırlattı.
Bununla birlikte ise bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulup, 'Arşivler açılacak' denilmesine rağmen, oluşturulan Dilekçe Komisyonu'da toplanan bilgiler konusunda herhangi bir adım atılmadığını kaydetti.
'AİHM kararıyla birlikte başvuru yaptık'
Doğan, bu nedenle gerçekleştirilen katliama ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla birlikte UCM'ye başvuru yaptıklarını ve başvurularında ihlallerin ve soykırımın devam ettiğini de ilettiklerini dile getirdi. Aynı zamanda 1990 ve 2000'li yıllarda yaşanan ölümlere, JİTEM faaliyetlerine ilişkin yaşananlara da bu başvuruda yer verdiklerini belirten Doğan, yine mayınlı arazilerin hala halkın kullanımına açılmamasını da aktardıklarını ifade etti.
'Cezasızlık sorumsuzluğu Çökertme ile devam ediyor'
2012 yılından 2016'ya gelindiğini, ancak katliamın değişik biçimleriyle devam ettiğini ifade eden Doğan, "Dersim ve çevresindeki Sur ve Cizre gibi yerlerde daha feci şekilde 'Çökertme Planları' ile ortaya çıkan cezasızlık sorumsuzluğu var. Fiili olarak bir bölgede, bir ilçede insanlar 'sokağa çıkma yasakları' ile hapsedilmek isteniyor. Aynı zamanda sokağa çıkanları katletme şeklindeki politikalara devam ediliyor" diye konuştu.
1915'te Ermenilere, 1938'de Dersim'de Alevilere uygulananların bugün farklı ve lokal şekilde Kürdistan'da uygulandığının altını çizen Doğan, yüzlerce insanın katledildiği ve sorumlularının cezalandırılmadığı, yüz binlerce insanın evsiz-yurtsuz kaldığı bir saldırı sonucunda aslında bugün de Dersim katliamının hem kültürel hem de fiziki olarak devam ettiğine işaret etti.
Türkiye uluslararası sözleşmeleri çiğnedi
Doğan, Türkiye'nin ve AKP hükümetinin yıllardır katliamlarına devam etmesinde ise uluslararası kamuoyundaki cezasızlığın etkili olduğunu kaydetti. Doğan, Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesi, Avrupa Birliği'nin aday ülkesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler gibi birçok sözleşmeyi kendi iç hukukundan önce saymasına rağmen sürekli olarak bu kararları çiğnediğini ifade etti.
Bunların nedenlerinin ekonomik ve emperyal çıkarlar sebebiyle, Türkiye'deki hak ihlallerinin raporlama sistemleri sebebiyle yok sayıldığını belirten Doğan, yani Türkiye'de insan haklarının yok olduğunu, AB standartlarından çok geriye düşüldüğü ve bu konuyla ilgili halkın katliamlara maruz kaldığının altını çizdi.
'Avrupa'nın sessizliği Türkiye'ye cesaret verdi'
Düşünce ve yaşam özgürlüğünün tehdit altında olmasına, gazetelere el konulmasına, siyasi partilerin binaları basılmasına AB ve Avrupa Konseyi'nin sessiz kaldığını söyleyen Doğan, bu duruma ilişkin ise şunları söyledi: "'Sokağa çıkma yasakları'nda Türkiye, AİHM sözleşmesinin 15'nci maddesi gereği yaptığı temel haklar ve özgürlükler bağlamında olağanüstü bir kısıtlama durumunda. Bu yapılanları Avrupa Konseyi'ne bildirmek zorunda. Konseye bildirmekle birlikte temel haklarının özüne de dokunmayacak. Bir insan sokağa çıkma yasağı nedeniyle yaşam hakkı hürriyeti ve seyahat özgürlüğü kısıtlanamaz. Aynı zamanda işkenceye mahrum kalmaz. Çünkü evde mahsur kalmak işkencedir. Yaşam hakkının sonlandırılmasıdır, sağlık imkânlarında faydalanamamasıdır. Tüm bunlara Avrupa Konseyi sessiz kaldı. Hatta öyle oldu ki insanlar sokak ortasında öldü, cenazeleri dahi alınamadı. Tüm bunlara karşı AİHM başvuruları da çok ağır işlendi. Ve bu konuyla ilgili uygulanmayan kararlarında icraatı yapılmadı. Türkiye bunlardan cesareti aldı."
'Mülteci pazarlığıyla sivil ölümlere göz yumuldu'
Doğan'ın Avrupa'nın bu sessizliğinin nedeni olarak ise mültecileri gösterdi. Ortadoğu politikaları ve mültecileri tehdit olarak kullanması restine karşı uluslararası kamuoyunun Türkiye'yi koruduğunu söyleyen Doğan, "Tüm bunlar çıkar politikaları ve insan hakları özüne tamamen ters olan, geçmişten bugüne ikiyüzlü politikaların sonucu oldu" dedi.
Türkiye halklarının tam da bu sebeple kendi demokrasisini inşa etmesi, hak ve hukukunu inşa etmesi gerektiğini vurgulayan Doğan, "Dünya küçük bir gezegen, Türkiye de uzayda tek başına dönen bir ülke değil. Bütün Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ve AB içerisinde birbirlerini denetleyebilen ve aynı zamanda uyarı mekanizmalarını geliştirdiği bir sistem. Bu mekanizmayı çalıştırmıyorlarsa, çıkarları nedeniyle çalıştırmadılar. Olan da Türkiye'deki sivil halka oldu" dedi.
Halklar, bulundukları ülkelerde katliamlara karşı baskı oluşturmalı'
Türkiye son bir yıldır cezasızlık politikasının aşırı boyuta ulaştığını belirten Doğan, bugün askerlerin bile cezasızlık politikası doğrultusunda operasyonları yaptığını, bu yönlü belgelerin basına yansıdığını ve yetkililerin bunu inkâr etmediğini söyledi.
Bugüne kadar ölen hiçbir sivil insana ilişkin ne bir polisin, ne de bir askerin yargılandığının görülmediğini, geçmiş dönemde açılan Ergenekon ve JİTEM davalarının da buharlaştırılmasına işaret eden Doğan, tüm bu hususlar içerisinde geriye kalan yine de Türkiye'nin diasporasının, yani Kürdün, Alevi'nin, Ermenilerin dünyadaki bu kayıtsızlığa karşı ayağa kalkarak bulundukları ülkelerdeki mekanizmaları harekete geçirmesi olması gerektiğini söyledi.
Doğan, "Yüz binlerce Kürt, Alevi, Türk ve Ermeni Türkiye'yle bağı olan Anadolu insanları bunlar. Memleketin bu şekildeki hukuksuz bir çöle dönüşmesi konusunda oy verdikleri ve vatandaşı olduğu Hollanda, Almanya, Fransa, Belçika gibi ülkelerde parlamenterlere bu konuyla ilgili uyarılarını yapmaları gerekir. Bu duruma karşı bir baskı uygulaması lazım. Çünkü asıl vatanları Anadolu ve Türkiye ile ilgili bu gidişatı kendi vatandaşı olduğu bölgede milletvekilleri senatolarına veya bakanlığına kirli politikalarla, çıkarsal politikalarla göz yummaması ve evrensel hukuk ve temel hukuklar bağlamında sessiz kalmamaları için çalışmaları gerekmekte. Türkiye'deki halk zaten olabildiğince bu konuda bedel ödüyor, ya hapishaneyle ya işsizlikle ya da birçok yaptırımla karşı karşıya kalmasına rağmen yapıyor ve yapacakta. Ama bunun aynı zamanda Türkiye diasporasına da düşen bir görev olduğunu söylemek isterim" diye konuştu.
Yaşanan katliamlar mutlaka raporlaştırılmalı!
Bu öneride bulunan Doğan'ın ısrarla vurguladığı bir diğer şey ise özellikle son dönemde yaşanan katliamların raporlaştırılması.
Bunun önemine dikkat çeken Doğan, Diyarbakır Barosu'nun Cizîr ile ilgili yüzlerce avukatla raporlama sistemi oluşturduğunu, diğer her bir kurumun da kendi alanlarına ilişkin raporlar hazırlaması, gazetecilerin arşiv yapması ve bu anlamda yaşanan katliamların kayıt altına alınması gerektiğini ifade etti.
'Soykırım, tehcir ve sürgün bugün devam ediyor'
Dersimin Soykırımı ile ilgili UCM'ye yaptıkları başvuruda kendilerine bir kayıt numarasının verildiğini ve her yeni gelişmenin bu kayıt numarası ile UCM'ye aktarıldığını söyleyen Doğan, "Bu yeni gelişmelerde işte bahsettiğim Cizre ve Sur'daki raporlamalar. Her yeni gelişme bu başvuruya eklenebilir, çünkü bu boyutuyla başvurmuştuk. Yani bu fiziki soykırımlar, tehcirler ve sürgün edilmeler devam ediyor ve etti de maalesef. Kötü olan, trajik olarak bizi haklı çıkardı. Failler hiç değişmedi, bu açıdan da raporlamalar çok önemli" dedi.
'UCM Türkiye'nin yaptıklarını tanımama da direniyor'
Ancak bu raporlamalarına rağmen UCM'nin Türkiye'yi tanımamakta direndiğini söyleyen Doğan, UCM savcısının BM Güvenlik Konseyi tarafından harekete geçirilebildiği gibi İŞİD meselesinde de Rusya'yı harekete geçirdiğini söyledi. Doğan, "Ayrıca devam eden herhangi bir olayla ilgili müdahale edilebileceğini belirtmiştik biz, o dönemlerde. O zamanlar bir örnek yoktu. UCM, 2012 yılındaki başvurumuza benzer bir örneği 2015'te gördü. Tanınmayan İsrail devletini, devlet olmayan Filistinlilere ve insanlığa karşı yapmış olduğu suçlarla soruşturma başlattı. Bu bir örnekti ve bu örneğe bizim başvurumuzdaki benzer mantıkla başvurdu. Bu anlamda hukuk kurumları zorlanabilir ve devam edilebilir. Bu açıdan yılmamamız lazım. Her meslek gazetecisi, hukukçusu, siyasetçisi olarak yılmamamız lazım. Bu mücadeleyi sürdürmemiz lazım" dedi.DİHA