Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / 'Dersim'de bir isyan yoktu direniş vardı'

'Dersim'de bir isyan yoktu direniş vardı'

05 Temmuz 2020, 15:22

Hüseyin Ayrılmaz, Nuri Dersimî ve Alişêr Efendi’nin o dönem ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan iki Kürt entellektüeli olduğunu, ancak Dersim’de Kürt siyasi düşüncesini örgütleyecek bir güce sahip olmadıkları görüşünde.

Röportaj: Serpil Güneş

BasNews- Dersim Katliamı’nın üzerinden 83 yıl geçmesine rağmen, yaşanan katliamın izleri hâlâ tazeliğini koruyor. Dersim Katliamı’nda açılan yaraların kapanması için devlet tarafindan elle tutulur bir adım atılmış değil. Dersim harekâtına karşı geliştirilen direnişe önderlik yaptığı gerekçesiyle oğlu ile birlikte asılan Seyit Rıza ve arkadaşlarının ne mezarlarının yeri açıklandı, ne resmi makamlar Dersim halkından özür diledi, ne de Dersim halkının manevi ve maddi mağduriyetini giderecek bir adım atıldı şimdiye kadar.

Dersim halkı hâlâ kanayan yaralarını sarmaya çalışırken, Dersim topraklarını korumak için hayatı pahasına direnme kararı alan  Seyit Rıza, Nuri Dersimî ve Alişêr Efendi’ye yönelik bir süredir birtakım iddialar öne sürülüyor. Özellikle arşivlerden çıkan  ve katliam sırasında Seyit Rıza imzasıyla Fransız Başkonsolosluğu’na yazılan mektup tartışmaların boyutunu başka bir yöne taşıdı. Seyit Rıza’nın “okuma-yazması” olmadığı için bu mektubu kendisinin yazmadığından tutalım da, Nuri Dersimî’nin bu mektupları yazdığı hatta Nuri Dersimî'nin “devlet ajanı” olduğuna dair bir dizi iddialar var.

Tartışmaların başka bir yanı ise Dersim’de bir “isyan” yaşanıp yaşanmadığı konusu. Dersim’de harekât öncesi aşiretlerin silahlarını devlete teslim etmediği için harekâtın yapıldığı şeklinde bazı görüşler öne sürülüyor.

Dersim olaylarında Alişêr Efendi ve Nuri Dersimî'nin rolü üzerine tartışmalar devam ederken, diğer yandan Seyit Rıza'nın Dersim'de aslında etkili bir isim olmadığı da dillendirilenler arasında. Osmanlı'dan beri Dersim'e yönelik belli aralıklarla 108 ayrı harekâtın düzenlendiği tarihi olarak bugün ortaya çıkmış durumda. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Dersim'e hakimiyet kurmaya karar veren devletin 37-38 yıllarında gerçekleştirdiği son harekât ile birlikte yaşanan katliamın ise boyutları henüz tüm yönleriyle açığa çıkartılmış değil.

Bütün bu konuları Dersim üzerine birçok çalışması olan araştırmacı-yazar Hüseyin Ayrılmaz ile konuştuk. Hüseyin Ayrılmaz’a göre bu tür iddialarda bulunanlar, Dersim’de yaşanaları ve tarihi gerçekleri çarpıtıyorlar. Dersim’de bir isyan yaşanmadığını ancak bir direnişin olduğunu dile getiren Ayrılmaz, silahların teslim edilmemesi nedeniyle harekât başlatıldığına dair görüşleri ise reddediyor.

Hüseyin Ayrılmaz, Nuri Dersimî ve Alişêr Efendi’nin o dönem ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan iki Kürt entellektüeli olduğunu, ancak Dersim’de Kürt siyasi düşüncesini örgütleyecek bir güce sahip olmadıkları görüşünde. Bir süredir bazı kesimlerin Nuri Dersimî’yi bilinçli olarak itibarsızlaştırmaya çalıştığını dile getiren Ayrılmaz, Kürt ulusal bilincinin temsilini yaptığı için Nuri Dersimî’nin  hedef alındığını ifade ediyor. Ayrılmaz, Nuri Dersimî’ye yönelik iddia sahiplerinin bunu başarması halinde sıranın Seyit Rıza ve  Alişêr Efendi’ye geleceğini, Dersimliler eliyle geliştirilen bu itibarsızlaştırma çabalarının bir proje olduğu kanısında. Ayrılmaz bunu şöyle ifade ediyor: “Nuri Dersimî’ye saldıranlar, esasen Kürt siyasal çizgisinin bu topraklarda silinmesi ve onun yerine başka bir şeyi koymayı amaçlıyorlar.”

Dersim'de bir süredir "Zazacılık" adıyla örgütlenmeye çalışanlara ilişkin de düşüncelerini belirten Ayrılmaz, "Dersim'de Zazacılık tutmuyor" şeklinde yorum yapıyor.

Dersimli araştırmacı-yazar Hüseyin Ayrılmaz’a ayrıca bu dönemde Dersim’in kimliği, dili ve kültürüne ilişkin yapılan tartışmaları da sorduk. Hüseyin Ayrılmaz’ın işte o tartışmalara ilişkin BasNews’e verdiği cevaplar...

-Son dönemde Dersim 37-38 olaylarına ilişkin farklı, farklı görüşlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Dersim 37-38 olaylarına ilişkin düşüncelerinizi alabilir miyiz? Dersim olayları öncesi bir örgütlülük var mı? Devlet neden Dersim’e yöneldi. Bahsedildiği gibi o tarihte bir isyan yaşandı mı?

Bir olaydan ziyade bir katliam demek daha doğru. 1938 öncesi dönemde Dersim’de gezmiş, toplumun arasına karışmış, kendini farklı bir şekilde Dersim’lilere tanıtarak, buralarda devlet adına araştırmalar yapmış bir Türk yazarı Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi Dersim kitabında şöyle bir tespitte bulunuyor; “Bizim Dersim ile ilgilenmemiz, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla başladı. Ancak Dersim öncesi yıllarda yaşadığı geleneksel yaşamına ısrarla devam etti. O tarihten günümüze kadar, Osmanlı Dersim’e bir türlü nüfuz edemedi.”

Dersim’e yapılan askeri seferler var biliyorsunuz. Resmi devlet tezlerini itirazsız benimseyen gazetelerin yayımlarında yer verdiği gibi Dersim, tarih boyunca 108 askeri sefer düzenlenmiştir. Ama Osmanlı bu seferlerde istediği sonucu hiçbir zaman alamadı. Her seferde Dersim’in gövdesinden bir parça kopartıldı, sağa-sola sürgün edildi ancak Dersim’in genel yapısına hükmedemedi, kontrol altına alamadı.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte Dersim’de farklı bir algı yaratılıyor. Dersim adeta ikiye bölünüyor. Cumhuriyetin Osmanlı’dan farklı olduğu haklarını tanıyacağı konusunda yeni bir umut yaratıldı. Ankara ile ilişkide olan vekiller ve araştırma maksadıyla Dersim’e gelen birçok görevli tarafından Dersim’de bu algı yaratıldı.  Ancak Lozan görüşmeleri sonrası verilen sözlerin aksine bir durum ortaya çıkınca, belli tavırlar alınır ama sonuç değişmez. Meclis’te olan vekiller arasında Hasan Hayri Bey'in (Dersim Mebusu) siyaseten kullanılmışlık karşısında aktif muhalefeti hakâret ve tehditle karşılık görür ve iş şiddet boyutuna kadar vardırılır. Nihayetinde Hasan Hayri Bey can güvenliği nedeniyle Elazığ’a gider ancak, orada da rahat bırakılmaz Şêx Said hareketine destek verdiği gerekçesiyle 25 Kasım 1925’te idam edilir.

Cumhuriyetin kurucu kadroları arzuladıkları sistemi adım adım gerçekleştirince sıra Kürd'ü susturmaya gelmişti. Bu amaçla Şark Islahat Planı ve Takriri Sükûn Kanunu çıkartıldı ve her yol mubah sayıldı. 1925’den itibaren 35-36 yıllarına kadar ki süreç hazırlık dönemidir. Bu hazırlık süreci araştırmacılar, gazeteciler ve istihbaratçılar eliyle yerine getirilir. Nihai sonuç için düzenli raporlar yazılır ve 1938’e kadar gelen süreç şekillenir. 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılır, akâbinde Dersim yerine Tunceli adıyla yeni bir kent kurulur. 1936 yılı silah toplama ile geçer 1937, 4 Mayısında bakanlar kurulu kararıyla birlikte tedip ve tenkil kararı verilir.

1937 yılı yaz boyu Başbakan İnönü liderliğinde bir operasyon başlatılır. Bu operasyon neticesinde deniliyor ki, “Biz eşkıyanın belini kırdık, Dersim’de yeni bir isyan olamaz”. Bu söylem İsmet İnönü’ye aittir. Dolayısıyla bahsedildiği gibi, Dersim’de örgütlü ve merkezi yapılanması olan bir isyandan söz edemeyiz. Ancak imha amaçlı bu saldırılar karşısında meşru savunma çizgisinde bir direnişten söz etmek mümkün. Ayrıca bu isyan meselesi yakamıza asılmış bir suç gibi birçok çevre tarafından yıllardır dile getirilir. Bir toplumun meşru savunmasının karşılığı soykırım mıdır?

Araştırmacı-yazar Hüseyin Ayrılmaz: Dersim'de bir isyan yok ...

Foto:Hüseyin Ayrılmaz

Dersim’liler yaşadıkları coğrafyayı kendi ülkeleri olarak görüyorlardı ve ülke olarak gördükleri toprakları devlete karşı savunmak istiyorlardı. Diliyle, kültürleriyle, tarihleriyle bu topraklarda özgürce yaşamak istiyorlardı. Gelen istilacıları tanıyor ve biliyorlardı. Bu amaçla topraklarını savundular, bu da onlara suç sayıldı.

1937’de 6-7 aşirete yönelik operasyon yapılır, Dersim’in önde gelen önderleri başta Alişêr Efendi olmak üzere o yıl çoğu katledilir. Yakalanan 72 Dersim ileri geleni Elazığ’da göstermelik bir yargılama sonucunda Seyit Rıza ile birlikte altı yoldaşı idam edilir. Geri kalanların çoğuna müebbet hapis cezası verilerek Türkiye’nin çeşitli cezaevlerine gönderilirler, akıbetleri bilinmez ve hiçbiri dönemez.   

-37 harekâtından önce devletin aşiretlerden silah toplama gerekçesiyle bir operasyon yaptığından bahsediliyor. Ayrıca Dersim 38 harekâtı başlamadan önce Seyit Rıza’nın aşiret ileri gelenleri ile yaptıkları bir toplantı var. Bu toplantıda silahların teslim edilmemesi yönünde karar alınıyor...

Evet, doğrudur. 35 Tunceli Kanunu ve Dersim’in ismi değiştirilip Tunceli yapılması, peyderpey süreçlerdir bunlar. 1936 yılı silah toplama dönemidir. Devletin iddialarına göre resmi kayıtlarda iddia o ki, Dersim’de 8.000 üzerinde silah toplatılır. Bakın silahlar toplatıldıktan sonra 1938 yılında esas kıyım gerçekleşir ve elli binin üzerinde insan katledilir.

-Dersim’e silahlar nasıl gelmişti? Devlet mi vermişti bu silahları?

Benim yaptığım sözlü tarih çalışmasında, tanıklara bunu sormuştum. Kanımca silahlar I.Dünya Savaşı yıllarında elde ediliyor. Zaten silahların bir kısmını o yıllarda devlet kendisi veriyor. Osmanlı devleti Dersim’lilerin Ruslara karşı yanında direnmeleri için silah dağıtıyor, hatta tanıklardan dinlediğim kadarıyla silahların önemli bir kısmı da Rus askerlerinden alınıyor. Doğal olarak devlet sahadaki bu gelişmelerden haberdardır ve haberdar olduğu için de 36 yılında Abdullah Alpdoğan geldiğinde ilk kampanyası silahların toplatılması olur. Vaatleri de silahlarınızı verirseniz “Dersim’e dokunulmayacak” şeklinde Dersim’lilere namus, şeref sözleri verilir. Ancak bu oyuna karşı başta  Alişêr Efendi olmak üzere Seyit Rıza ve belli aşiret reisleri, “Yapmayın etmeyin, biz bunları tarihte çok gördük” şeklinde telkinleri ikna etmeye yetmez ve Dersim bu oyuna bir şekliyle getirilmiş olur.  Bu ikna çalışmaları sonuç vermeyince, 14 Mayıs 1937’de Halvori Gözeleri’nde bir toplantı olur. Bu toplantıyı Demanan, Haydaran aşiret ileri gelenleri ve Seyit Rıza örgütler, Alişêr Efendi’de işin içinde birlik olmaları için çok çaba sarf eder. Toplantıya çok sayıda aşiret katılsın diye beklentileri yüksek olur. Ancak bu beklenti karşılık görmez, katılım 6-7 aşiretle sınırlı kalır. Buna rağmen toplantıda, direnme kararı alınır ve bu karar Munzur suyu üzerine edilen yeminle ilan edilir.  Munzur Suyu üzerine edilen yemin, Seyit Rıza ve arkadaşları hakkında devlete başkaldırı olarak görülür ve bu maksatla da savcılık iddianamesine girer.

İdamdan önce Seyit Rıza'ya son sözü soruldu 'Kırk...

Foto: Seyit Rıza ve oğlu Uşen mahkemeye götürülürken

-Dersim Katliamı’nda direniş kararı alan ve öne çıkan isim Seyit Rıza... Ama onunla birlikte arka planda Alişêr Efendi ve Nuri Dersimî var. Seyit Rıza Dersim Katliamı sürecinde ve direnişinde neden bu kadar öne çıktı? Alişêr Efendi ve Nuri Dersimî’nin direnişteki rolü nedir? Ayrıca son dönemde bazı kesimlerin “Nuri Dersimî’nin devlet ile bağı” olduğu ve katliamda olumsuz bir rol oynadığına dair iddiaları var. Siz ne söyleyebilirsiniz bu konuda?

Seyit Rıza’nın bölgede öne çıkması I.Dünya savaşı yıllarında oluyor. Öne çıkma meselesi, Seyit Rıza ile başlayan bir süreç değil. Aileden gelen bir saygınlık var zaten. Diyelim ki, devlet Osmanlı döneminde görüşmek istediği 5 kişi varsa, Seyit Rıza’nın babası Seyit İbrahim bu görüşmelerin başında gelir. Yanlış hatırlamıyorsam 1889 yılında Elazığ’da bir görüşme oluyor; 4 kişi müzakereye çağrılır bunlardan biri Seyit İbrahim’dir. Yani, aileden gelen bir saygınlık ve devlet nezdinde bir muhatap alınma zaten vardı.

Seyit Rıza I. Dünya Savaşı yıllarında öne çıkınca, bir de Ermeni meselesine karşı alınan tavrı eklenince zaten devletin dikkatini üstüne çekiyor. Bu süreçten sonra başlayan bir dönem var. İkincisi; hayatı boyunca katıldığı müzakerelerde hep Dersim’i korumak ve özgünlüğünü savunmak var. Kendi toprağını, onurunu, tarihini, dilini, kültürünü sahiplenmenin sonucudur ki Seyit Rıza, devletin dikkatini çeker, diğer yanıyla da aşiretlerin güvenini kazanır. Demek istediğim kişiler ya da bireyler öyle durduk yere toplumun güvenini kazanamaz; kazanması için bir tarihsel temele gereksinim duyarlar. Dolayısıyla Seyit Rıza’da da tarihsel bir duruş ve bir geleneğe bağlılık var. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde Seyit Rıza’nın tek bir özelliği öne çıkıyor;  o da Dersim’i korumak, savunmak, diline, itikadına, tarihine bağlı rüşeym halinde bir ulusal bilinç görüyoruz. Bu da devlet açısından suç teşkil ediyordu.

Alişêr Efendi’ye gelince; o dönemin Kürt entelektüelidir. Halkının tarihsel talep ve eğilimlerini ideolojik açıdan önceleyen politik bir liderdir. Hem Alişêr Efendi hem de Nuri Dersimî; tarihsel koşulların izin verdiği ölçüde Kürt siyasal mücadelesinin aktörleri olarak böyle bir misyon üstlenmişlerdir.

Dersim’de örgütlü bir siyasal sürecin evveliyatı mutlaka ki vardı. Ama inkâr edilmez bir hakikat var ki, bu süreçte toplumsal talepler daha somut ve görünürdür. Elbette ki bu süreçte rolleri inkâr edilmez bir gerçekliktir. Nuri Dersimî ve  Alişêr Efendi’nin kafasındaki siyasal projeler Dersim aşiret liderlerinin çok ilerisinde projelerdir. Bu siyasal süreçler, Kürt ulusal bağımsızlık, kendi topraklarını savunma, kendi kaderini tayin etme hakkı, o dönemde hem Alişêr Efendi’nin hem de Nuri Dersimî’nin adeta vazgeçilmezleridir.  Dersim’in siyasal açıdan hazır olup olmadığı tartışılabilir; doğrudur yanlıştır yaşanan bu tarihsel süreçte hem Alişêr’in hem de Nuri Dersimî’nin amaçladıkları halklarının bağımsızlığı ve özgürlüğüdür.

Bugün Nuri Dersimî’ye saldıranlar bu düşünceler üzerinden saldırıyorlar. Hiç mübalağasız bu insanların yarattığı ideolojik hâkimiyeti kendilerince kırmak istiyorlar. Ancak yerine ne koyacakları konusunda da bir netliğe de sahip değillerdir. Muhtemeldir ki amaçladıkları çizgi mevcut egemen ulus ideolojisine yamanmak olacaktır.

Nuri Dersimî’nin bahsedilen devlet ile “ilişkisi” zaten bilinen bir şeydir, kaldı ki Nuri Dersimî bu ilişkiyi inkâr etmiyor ve yazdığı eserlerde zaten anlatıyor.  Devletin bir memuru olarak görevini sürdürürken aynı zamanda da siyasal çalışmalar yürütür. Bunlar bilinmeyen, yeni keşfedilmiş şeyler değil. Dün Nuri Dersimî’ye Kemalistler saldırıyordu bugün “içeriden” bir saldırı var. Bu tesadüfü bir saldırı değil; planlıdır sıra Dersim’in diğer değerlerine de gelecektir.  

-Hasan Hayri Bey için de böyle itibarsızlaştırıcı iddialar var...

Biz Dersim Araştırmalar Merkezi sitesine bir yazı yazmıştık. Hasan Hayri Beyin idama giderken söylediği söze ilişkin. “Ey Kürt halkı, bizi de örnek alarak, biliniz ki Kemalistlerin size vereceği namus şeref sözü dünyanın en değersiz sözüdür.” İlginçtir ilk tepki “Dersimcilik” yapanlardan geldi. Bu çevrenin argümanları ise 1925’te “Kemalist” diye bir kavramın olmadığı iddiasıydı.

Ben Hasan Hayri Bey’in anlaşılmadığı noktasındayım. O dönemin sosyalistleri bile Kemalizm’e inandılar. Hasan Hayri Bey, Dersim’de kan dökülmesin, bir kıyım olmasın diye bir ittifaka girdi. Bana kalırsa siyaseten aldatıldı.  Ama aynı Hayri Bey aldatıldığını anladığı andan itibaren Mustafa Kemal’e karşı tavır aldı ve bu tavır onu ölüme götürdü.

Foto: Hasan Hayri Bey

-Dersim’e yönelik harekât başlatıldığında zehirli gazların atılması ve katliamı uluslararası arenada duyurmak için Nuri Dersimî ile Alişêr Efendi’nin Dersim harekâtı sürecinde Seyit Rıza adına yabancı konsolosluklara yazdıkları mektup iddiaları var. Seyit Rıza imzasıyla bugünlerde arşivlerde ortaya çıkan mektuplar gerçekten bahsedildiği gibi Seyit Rıza adına ondan habersiz mi yazıldı?

Ben o döneme tanıklık etmiş ve onlarla yakın ilişki içerisinde olan insanlarla görüştüm. Seyit Rıza’nın okuma-yazma bilip bilmediğini tartışmak istemiyorum. Bunu ortaya atanlar sırf onu itibarsızlaştırmak için yapıyorlar. İsimlerini zikretmek istemiyorum önce Seyit Rıza için “fukara biriydi” “dünyadan bihaberdi,  Dersim’liler onu fazla dinlemiyordu” gibi birtakım sözlerle niyetlerini dillendirdiler.

Seyit Rıza’nın aşiretler arasında saygınlığının olmadığını söylemek, tabiri caizse cehalettir, tarihten bihaber olmaktır. Ayrıca okuryazarlık tarihsel hareketlere öncülük etmiş liderler için bir ölçü değildir. Büyük Rıza Pehlevi on altı yıl İran’ı yönetti ve okuryazar değildi. Öncelikle dürüst olsunlar; bilinçaltı aşiretçiliği bıraksınlar.

Ömrünü Dersim’e adayan ve bütün ailesinin yok edilmesi pahasına Dersim’i savunan bir insana dair kurulan bu cümleler olsa olsa onu ipe götürenleri sevindirir. Bu çevreye söyleyeceğim Dersim’i resmi ideolojiye yakın bir çizgiden eşelemeyi bırakmalarıdır. Demem o ki Seyit Rıza’nın Harput meydanında gösterdiği inanç ve kararlılığa saygı duyan düşmanları kadar da mı olamıyorsunuz?

Ayrıca yazılan mektuplar, maruz kaldıkları katliamı dünyaya anlatmak amacıyla yazmışlardır. Elbette ki mektupları diplomasi dilini bilenler yazacaktı. Bu konuda devletin rahatsızlığı anlaşılır bir şey; peki “Dersimci” geçinenlerin rahatsızlığı ne olabilir?

DR. NURİ DERSİMİ | Komunar.NET

Foto:Nuri Dersimî

-Kürt Teali Cemiyeti’nin bir üyesi olan Kerküklü Kürt aydın Îsmail Hakkı Şawez, Dersim Katliamı başladığında Bağdat’taki tüm yabancı ülke konsoloslukları ve o dönemin Birleşmiş Milletleri’ne mektuplar göndererek, zehirli gazların kullanıldığını, bir katliam olduğundan da bahsediyor. Bu o dönemin İran Genel Kurmay Başkanı’nın anılarının Avesta Yayınları’ndan çıkan kitabında yer alıyor...

Seyit Rıza felaketin farkında, kendi çevresinde “Korkum o ki, Dersim’i yerle bir etsinler. Nesil bırakmasınlar” diye dillendiriyor. Dolayısıyla gelebilecek tehlikeyi görüyorlar. Gelebilecek tehlikeyi gördüğü için Seyit Rıza, Alişêr’e yurtdışına git diye yalvarıyor.  Alişêr Efendi reddediyor, reddedince Seyit Rıza  “Senin gibi kaç tane okumuş yazmış insanımız var dış dügellere git  (dünyaya), Dersim’in başında dolanan felaketi anlat. Anlat ki,  üstümüzdeki bu felaket belki hafifler ve neslimizden bazıları sağ kalır” diye. Bütün bunları onlarla oturup kalkanlar, bizzat tanık olanlar anlatıyor.

alîşêr hashtag on Twitter

Foto: Alişêr Efendi ve eşi Zarife Hanım

-Dersim Kürdistan’da yer alan geniş bir coğrafyanın adı. Dersim’in kendine has bazı farklılıkları ve özgünlükleri olduğu gibi benzerlikleri var ve bu durum bazı tartışmalara vesile olabiliyor. Etnik kökenine ilişkin özellikle. Siz Dersim’in etnik ve kültürel yapısını nasıl tanımlıyorsunuz? Farklılıkları neler? Yine işte Dersim’liler "Zaza Kürt değil" gibi görüşler var, hatta Ermeni yurdu olduğunu söyleyenler var. Klişe bir söylem ile Dersim kimin yurdu?

Bu gerçekliğe ben ad koyamam bu konu çok derin bir konu. Yıllarca sözlü tarih çalışması yürüttüm ve tanıklara sordum. “Ma kam îmê? (Biz kimiz?) Welate ma kotî yo? (Ülkemiz neresi)” diye her sorduğumda, “Ma Kirmanc îme cîgera m', welate ma Kirmancî ya. (Biz Kirmacız, ülkemiz Kirmanc’dır.)” Şeklinde yanıt veriliyordu. Ama “Kirmancîya” yanıtı genelde Ovacık, Hozat ve iç Dersim’dekiler kullanıyor.  Dersim toplumu kendisini böyle tanımlıyor. Coğrafyamız adeta bir halklar bahçesidir. Renkliliğimizin tarihçesinde Ermeni, Süryani, Kürt, Kırmanç gibi daha birçok halk var. Dersim’e bir gömlek giydiremem ama Kürdistanlı halklar olarak kaderimizin ortak ve aynı tarihsel zorbalığın mağdurlarıyız. Dolayısıyla birleşmek ve birlikte özgün yanlarımızla yürümek zorundayız.  Özcesi ben Dersim için yüzde yüz şudur gibi bir tespitte bulunmak istemiyorum. Aslında Kirmancîya Belekê, tanımı bana en yakın tanımdır.  Dersim’de ağırlıkla konuşulan dil Kirmanckîdir, Kürtçedir. Ermenice son yıllarda artık yok gibi. Onun dışında kalan topluluklar ya da halklar varsa da, zamanla başka alanlara göçmüşlerdir. Bugün itibarıyla üzülerek söylemeliyim ki Türkçe hâkim dilimiz olmuş durumda. Yüzyıllardır uygulana gelen asimilasyon, soykırım, katliam yaşamlarında hep var oldu ve çok şeyi koparıp götürdü.  

-Bir de kendini Kürdistan’nın bu renkli toplumundan ayrı gören “Zazacılar” diye bir kesim var. Dersim, Erzincan, Bingöl, Elazığ, Siverek, Diyarbakır’ın Kirmanckî konuşulan kesimlerini farklı bir kökene dayandıran bu kesimlerin "Zaza" tanımlamasını doğru buluyor musunuz?

Hayır. Bu işin içinde bazı yazarlar ve araştırmacılar var. Gerçekten tarihlerini önemsiyorlar, konu hakkında ciddi araştırmaları var. Dil, kültür ve inanç üzerine önemsediğim tespitleri var.  Ama bir kesim hakkında maalesef böyle düşünmüyorum.

Zira bu çevrenin belli halkları ötekileştirdiğini görüyor ve bu tarihsel bakışın politik sonuçları itibariyle Dersim’e biçilen zoraki bir kıyafet olarak değerlendiriyorum.

-Dersim katliamı sonrası da Dersim’e yönelik, kültürel ve inançsal asimilasyon politikası sürüyor. Devletin asimilasyonunun yanı sıra siyasal örgütlerin de bu konuda pay sahibi olduğunu görüyoruz. Bugün Dersim hangi noktada? Asimilasyonun geldiği boyut ve toplumun buna karşı duruşu nasıl?

Dersim’deki bütün sol gelenek, niyetten bağımsız kısmen de olsa asimilasyon sürecine alet olduğunu söyleyebilirim. Ne yazık ki bu gelenek bugün de bozulmuş değil. Bu kesimlerce dilin çokça önemsendiğini söyleyemem. Kendi siyasal gerçekliği üzerinden Dersim’i tarif ediyorlar. Halk safında görülen Siyasi partilerin tutumu pek de bundan farklı değil.

Hâl böyle olunca asimilasyon noktasındaki devlet projeleri daha da yol alıyor ve gün geçtikçe daha ete kemiğe bürünüyor. HDP belediyelerinin asimilasyon ve kentin dokusuna ilişkin çalışmaları devletin rahatsızlığına sebebiyet verdi.  Ankara’nın Dersim’e bakışında bir farklılık söz konusu değil. Dolayısıyla bu baskı karakteri hala belirleyici faktör. Özcesi Dersim diliyle kültürüyle hala asimilasyonun girdabında. Bize düşen değerlerimiz etrafında birleşmek ve mücadele etmektir.

Bu haber 319 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Etnik, dini, sosyo-politik kimliği ve doğasıyla tarihsel özgünlüğü olan Der..