DERSIM (DİHA) - Kemalist iktidarın başında bulunan Cumhuriyet Hükümeti için bir "çıban" olarak görülen Dersim'e yönelik 4 Mayıs 1937'de başlayan katliamının tanıkları o günleri anlattı. O tanıklardan biri olan 100 yaşındaki Fatma Yılmaz, 29 gün boyunca askerlerden saklandıkları mağara ve ormanlık alanlarda bahçelerden topladıkları meyvelerle karınlarını doyurduklarını, birçok kadının ise askerlerin tecavüzünden kaçmak için kendilerini nasıl astığını anlattı.
Sonsuz acıların yarası olan 1937-38 Dersim kıyımı, özcesi uzun bir sessizliktir. Ermeni kıyımına tanıklık eden Dersim, 130'a yakın Kürt katliamına da yine yaralı bir mesken oldu. Tertele ise, özellikle onu yaşayanların anlatması zor acı bir öykü, meşe yapraklarının ve Munzur'un, bilumum kutsal yüceltilerin çığlıklara çaresiz boyun büktüğü bir kıyamet. Mazlumluğunu dağ yamaçlarından atılan kadınların çığlığında haykıran bu kadim kent, o vakur onurunu ise Pir Seyit Rıza'nın idam sehpasındaki sözlerinde duyurur dosta düşmana. O sözler ki, diline ve inancına saldıranları darağacında yenmenin mührüdür.
Katliama tanıklık eden 100 yıllık bir ömür
Her yanı yaralı bu kentin yaralı çocukları da aslında hiç büyümemiştir. Tıpkı 100 yaşındaki ömrüne rağmen, hala katliamı yaşadığı yaşta olan katliamın tanıklarından Fatma Yıldız'ın acı öyküsünde bulur kendi gerçeğini, bu sonsuz sular ve derin vadiler kenti.
Üzerinden 78 yıl geçen Dersim soykırımına 22 yaşında iken tanıklık eden Fatma Yılmaz, o dönem ailesi ile birlikte Xozat'a (Hozat) bağlı Kılisê köyünde yaşıyordu. Yaşamlarına devam ederken tarlada çalışan köylülerden birinin askerlerin kırım için köye geldiğini haber vermesi üzerine 4-5 aile ile köyün dışına kaçarak kurtulduklarını dile getiren Yıldız, geride kalanların ise süngüden geçirildiğini anlattı.
Yılmaz, o kaçış günlerinde bazı kadınların ise tecavüze uğramamak için merekede (samanlık) tavanlara astığı iplerle intihar ettiğine tanıklık eder yüzyıllık ömründe.
Kaçtıktan sonra yaklaşık 25 kişiyle ormanın içerisine saklandıklarını söyleyen Yılmaz, yanlarına yiyecek hiçbir şey alamadıkları için ise 29 gün boyunca gençlerin saklandıkları yerden çıkıp giderek topladıkları meyvelerle karınlarını doyurduklarını ifade etti. Bu günler boyunca ise her gün ayrı bir yerde saklandıklarını belirten Yılmaz, kimi gün dağ başında kimi gün ise mağara içlerinde saklandıklarını, askerlerin çekilmesinin ardından ancak yeniden köylerine dönebildiklerini kaydetti.
'Kıran kırılmış kalan kalmış herkes geri dönsün'
Yılmaz, kendilerine yönelen o kıyımı şu sözlerle anlattı: "Tarla sürüyorduk. Davar sürüyorduk. Katıkla kendimizi idare ediyorduk. Asker geldi milleti topluyordu. Biz de fırsat bulduk, köyün arkasında kalan 4-5 ev kaçtık. Bir aya yakın dağda, mağarada kaldık. Meyve getiriyorlardı aramızdaki gençler. Bizler de yiyorduk. Bahçelerden bir şeyler getirip aç kalmamak için yiyorduk. Sonra haber geldi; 'Kıran kırılmış, kalan kalmış herkes yerine dönsün diye…
Güz, harman zamanındaydı. Çok öldürdüler. Ağaların hepsini kırdılar. Ellerine geçen kim varsa kırdılar. Epey insanı ekinin etrafına verip yakıyorlardı. Çok yerde öyle katlediyorlardı. Bizim köyde bir kadın bayağı büyüktü. Onu da süngülerle katletmişlerdi."
Cenazelerin arasına saklanarak hayatta kaldı
Bunları aktaran Yılmaz, köydeki kızlardan birinin ise cenazeler arasında saklanarak sağ kalmayı başarmasını da unutmaz.
'Çoluk çocuğumuz o günleri bir daha görmesin'
Yılmaz, köye döndükten sonra karşılaştıkları vahşet tablosunu ise şu sözlerle ifade etti: "Kırım bittikten sonra geldik. O zaman da kalan kalmıştı giden gitmişti. Bir tarafta kadınlar merekelere halat asmışlardı. Asker bize karışmasın diye kendilerini asmışlardı iplere.
Askerler gittikten sonra herkes köyüne dönmüştü. Zaten giden gitmişti, kalan kalmıştı. Herkes yine çitini sürdü. Bir taraf kıtlık, bir tarafta açlık vardı. Ağaçta yaprak bırakmamışlardı 38'den sonra. Biz artık kendimizi idare etmeye bakıyorduk. Allah çoluk çocuğumuza o günleri, o kırımı bir daha göstermesin."
Tek istediği acıların artık son bulması
Bu sözlerinin devamında "38 zor bir meseleydi. Ne çekti ne gördü insanlar. Şimdi de bir yerde bomba atıyorlar 100 adam ölüyor. Şimdi de Kürtler kırılıyor. Sanki kırılmıyor mu?" diye soran Yılmaz, bugünün dün yaşananlara çok benzediği düşüncesinde.
"Bakalım ne yapacaklar ortalık yine aynıdır. Benziyor şimdikilerde. Bir şey patlıyor 100 adam 50 adam ölüyor. Bu iki senede ne kadar millet öldü. Bu kırılma değil mi. Herkes kendi derdinde seyrediyor. Bu da yakmadır, bu da kırımdır. Çok kötü zamandır bundan daha kötü bir şey var mı? İçim yanıyor. Yaşlıyım ağlıyorum. Dua ediyorum. Gençlere kırmayasın Allah'ım başka ne diyeyim. Ben bir sefer görmüşüm korkmuşum. Şimdi milletin başına ne gelecek ortalık bozuktur. Gençlerden korkuyorum. Artık ben tamamım daha fazla acı görmemek istiyorum. Başka ne isteyebilirim ben" diyen Yılmaz'ın yüz yıllık ömrünün sonunda tek isteği ise Kürt halkının çektiği acıların artık son bulması.
Gördüklerini yıllar geçse de unutamadı
Onun gibi, Dersım'in Pêrtêq ilçesine bağlı Kurmeş köyünde yaşayan Musa Kurt (90) ise, 12 yaşında iken şuan yasaklı bölgeler ilan edilen yerlerde yaylalara getirdikleri hayvanlara çobanlık yaparken tanık olur ölümlere.
O günleri bir türlü unutamayan Kurt, gördükleri de unutulacak gibi değildir. Askerlerin Yeniköy'de bulunan karakolun ilerisinde kazdıkları bir çukura yüzlerce insanı üst üste katıp katlettiğini, üzerlerine de taş attıklarını gözleriyle görür.
Tertelenin başlaması ile süvarilerin bulundukları alandan Dersim'e doğru hareket etiklerini söyleyen Kurt, "Birden asker söktü geldi. Hepsi süvariydi gelip Dersim'e geçiyorlardı. Yanınma olan babam ve amcam, 'Bana dönerek Musa bu askerlerde bir şey vardır' dedi. Yeniköy'de sadece tek bir karakol vardı. Biz de bu tarafından geliyorduk. Karakolun oralar boştu. Akşamüzeri oluyordu. Jandarmalar kap getiriyorlardı biz süt veriyorduk onlara. Onlar da bize şeker veriyorlardı. O karakola süvariler geldikten sonra bir gün yaklaştım ama' 'bugün gelme yaklaşma' dediler. Ben de Türkçe bilmediğimden dinlemedim kendimi vurdum gittim karakola doğru. Baktım bağırma sesleri geliyordu. Gittim kayaların altından baktım kadın, erkek karışık oraya katmışlardı. Eve gelince babama söyledim. Burada insanlar vardı diye. Babamda bana dedi kırmaya getirmişler" sözleriyle kelimelere döktü o anları.
Sonraki gün ise askerlerin yanlarına gelerek 'Hayvanlarınız nerede getirin' dediğini belirten Kurt, hayvanları toplayan askerlerin kendilerini de yayladan uzaklaştırarak başka bir alana götürdüklerini ifade etti.
'Bağırdım, ağladım'
Kurt, bunun yanı sıra yine bir gün hayvanlarını otlattığı Beydağı'nın üzerindeki tepede bulunan bir höyükte gördüklerini de hiç unutamaz; "Höyük gibi bir çukurdu. Orada insanları katletmişlerdi. Üzerlerine taş koymuşlardı. Üzerine taş atmışlardı. Yeniköy'e yakındı. Ben onları görünce bağırdım, kaçtım. Birde baktım mağaranın üzerinde ayrı bir yerde bebekler vardı. Bebeği demek ki süngüyle atmışlardı. Bağırdım, ağladım. Sonrasında ise hayvanları toplayıp oradan hemen kaçtım."
Nefes nefese koşturduktan sonra Kurt, bu gördüklerini gelip babası ve amcasına anlatır. Babası ise bu duydukları üzerine muhtemelen kendi köylerinin yok edilmiş olabileceği kaygısı ile Canlıbaba ziyaretinin bulunduğu tepeye çıkıp, uzaktaki köylerine baktığında köyden dumanların yükseldiğini şahit olur.
Bunun üzerime babası ve amcası tarafından küçük olduğu için köye gönderilen Kurt, yolda ve ulaştığı köylerinde karşılaştığı tabloyu ise şu sözlerle kelimelere döktü: "Beni gönderdiler. Kestirme yol vardı. Mercimek köyün şimdi olduğu yerde. Cadde üzerine çıktım. Süvariler orada ikişer iki şer gidiyorlar ucu bucağı yok. Kumandan üzerime geldi. Kimsin nereye gidiyorsun. Türkçe bilmediğimden 'Pertag, Pertag' diyordum. Üzerime doğru geldi. Bir kâğıt verdi elime karalayarak. Eline al askerlerin önünden kaldırarak git. Asker boyu o kâğıtla askerleri geçtim. Köye geldim ki köy boşalmış. Harmanları buğdayları çıkarmışlardı. Köylünün birçoğu Gare Pri'ye gitmişlerdi. Gerisi de mağaralara kaçarak saklanmışlardı."