Aziz ADALI
Dersim dört dağ içinde, diyerek başlayan hepimizin bildiği bu ezgi, çok erken yaşta, Sivas vahşetinde katledilen Hasret Gültekin’in sazı ve sözüyle dinlemeyenimiz yok gibidir. Bu büyülü ses ve parçanın anlattıkları Dersim’i ve adı direnişlerle özdeşleşmiş tarihini gözlerimizin önüne serer duygusu uyandırır. “Dersim dört dağ içinde, bir gülü bardağ içinde, Dersim’i hak saklasın, bir yarim var içinde…”
Bu şekilde uzayıp giden bu türkü gibi sayısız klam ve stranlarımız da direnmekten başka çare bırakılmamış Kürdistan coğrafyasının karşı karşıya kaldığı topyekün imha saldırılarını ve ona karşı halkımızın bitmez direniş destanının hafızası gibidirler. Halkımızın doğasını, suyunu, dağını, taşını nasıl kendine bir savunma mevzisi yaparak, kendini bugünlere taşımış olduğunu en güzel anladığımız edebi harikalardır hepsi. Hele bizim gibi sözlü sanatla kendini, kültürünü var eden halklar açısından bu hayati öneme sahip olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. İşte stranlarımız bu bitmez direnme kültürünün en doğal yolla taşınma araçlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktalar. Bu yüzden Dersim türküleri hep katliamın, sürgünün, ayrılığın, özlemin, mücadelenin adına bestelenmiş, yüzyıllar boyu dilden dile, Munzur’un zirvelerinde yankısını bulan, hüzün dolu sazın tınıları eşliğinde bu türkülerle kuşaklar büyütülmüş, onurlu direniş geleneği bugünlere taşınmıştır.
Korona ‘kaosunu’ yaşadığımız bugünler, herkes için yeni bir durumu anlatmakta. ‘Bildiğimiz dünyanın artık sonu’na gelmiş gibiyiz! Bu olağanüstü yeni durumun gereğince her şeyin yeni baştan ele alınması, ona göre değerlendirmemiz gerektiği çok açık. Ama herşeyden önce de bu yeni durumun aciliyetinin üstünden atlamadan, aynı zamanda kendi gündemimizden de kopmadan bunu yapmak gerekmektedir. Açıkçası, bu düşünceyle, bu makalenin yazım nedeni açığa çıktı. O nedenle, ‘Korona Günleri’nde, Seyid Rıza’nın ortaya çıkan mektubunu ele almanın da, şüphe yokki kendi başına bir anlatım değeri bulunmaktadır.
Dersim Generali imzasıyla kaleme alınan ve ‘izlere Kürdistan Halkı adına sesleniyorum’ denilen Seyid Rıza’ya ait mektup yakın günlerde ortaya çıktı. Mektup Fransız Dışişleri Bakanlığı’na yollanmak üzere kaleme alınmış. 30 Temmuz 1937 tarihli mektup, genç faşist kemalist iktidarın, Dersim ve bir bütün Kürdistan’da uyguladıkları zulmü gözler önüne seren bir anlatım taşımakta. Bu tarih, sömürgeci genç cumhuriyetin Dersim’e uçağıyla, topuyla, zyklon-b gazıyla, her türden çetesiyle katliam yapa yapa ilerlediği günlerin tam ortasına denk gelmektedir. Basit anlamda, dramatik bir yardım çağrısından öteye, büyük güçlerin bu ‘iş’teki gizlenemez paylarının da ustaca belgelendiği ve kemalist barbarlık iktidarının Kürtlere yaptıklarını, halkının sesini dünyaya duyuran bir anlamı içermektedir. Bundan dolayı da tarihsel bir belge olduğu kadar, sistem ve sahiplerinin Kürt Ülkesi’ndeki varlıklığının ne anlama geldiğini çıplak gözle görünür kılmaktadır.
Mektubun içeriği, değerlendirmesi üzerinde çok duruldu. Bunu çok yapmayacağız bu yazımızda. Daha çok dikkat çekmek istediğimiz, özellikle egemen zihin sınırlarından bilerek ya da bilmeyerek çıkamayanların, yaratmaya çalıştıkları bilinç bulanıklığına karşı ortaya çıkan bu mektupla verilen anlamlı cevabı irdelemek istiyoruz. Bu kesimlerin öteden beridir Dersim ve Seyid Rıza’nın tarihsel kişiliği üzerinde yapmaya çalıştıkları spekülasyonlara karşı, özgürlük mücadelesinin yürüttüğü soluk soluğa mücadele, hiç şüphe yokki en büyük cevabı vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Mektup bu konuyu daha da belirgin kılmıştır. Aynı zamanda, Seyid Rıza’nın bir inanç önderi olmasının yanında, salt bölgesel bir alana sıkışmış, ufku dar bir direniş önderi değil; ulusal bir önderlik rolü de taşıdığını bu mektuptaki yazılan anlatılan ileri sürülenler açıkça ortaya çıkartmaktadır. Konunun bu şekilde daha da aydınlanmış olması elbette, Seyid Rıza’nın mirasının da hedefine ulaşmış olduğu anlamına da gelmektedir. Mezarına bile sahip olmamıza engel olan bu korkunç sistem, Seyid Rıza’nın tüm Kürdistan’ı kapsayan bir önderliğe soyunduğu gerçeğini, bizlerle buluşmasına, işte bir kez daha engel olamamıştır. Bu da, mektubun en anlamlı tarafını oluşturduğu düşüncesindeyiz.
Seyid Rıza’nın “Yenildim belki, ama önünüzde de diz çökmedim…” dediği onurlu dik duruşu; “Ya toprağımızda özgür yaşayacak, biçtiğiniz kefeni parçalayacağız, ya da o hayatı yaşamayacağız!” diyen Rêber Öcalan’ın hem yerel sömürgeci sistem sahipleri, hem de kapitalist modern sistem karşısındaki duruşu bu büyük geleneğin en azından son elli yıllık zamanda dile gelmiş halidir. Derin vadilere, uçurumlara, mağaralara çığlığı gömülen binlerce, yüzbinlerce Kürt Alevi insanının somutunda, onları ve çığlıklarını unutmamanın adıdır bu keskin duruş. “Dersim’e sefer olur ama zafer asla!” diyenlerin ardılları olan Özgür Kürdistan gerillası ve partisi çizgisinin en büyük beslenme kaynağı olagelmiştir bu onurlu duruş.
Dersim’in bu direngen yapısı bundan dolayı özellikle bir yüzyılı aşkındır, hep özel savaş yöntemleriyle, rapt u zapt altına alınmaya çalışıldı. Özgürlük Hareketi 1 Haziran 2004 Atılımıyla, ilan ettiği Medya Savunma Alanlarından biri de Dersim’di. O direnişçiliğin korunması geliştirilmesi hedeflenmişti bu adımla. Ve bu da ciddi anlamıyla Dersim’e büyük bir sinerji getirmiş; hem sistemin hem de Türkiye Solu kimi anlayışların elinde olanca kültürü, coğrafyası, özü yıpratılan Dersim’e taze kan taşımıştı.
Ortaya çıkan bu mektup, Seyid Rıza’nın önceki mektuplarını tamamlamakta ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin tarihsel Dersim cephesinin de daha anlaşılır olmasını sağlamaktadır. Böylesi köklü bir yurtsever alt yapısı olan bir bölgenin, ona ve o geleneğe yakışır bir yoğunlaşmayı yaşaması gerektiğini de bu vesileyle hatırlamamız elzemdir. Özellikle, baskı ve zorbalık uygulamalarının dışında; son dönemde sistem tarafından Dersim’de, geliştirilmeye çalışılan madde bağımlılığı, fuhuş, kahve, bar, dejenere kültürüyle, gençlere yönelik ajanlık ağı gibi sayısız yöntemin hedefi katliamla bitiremedikleri bu kaynağı bu şekilde kurutmak, bölge insanını kendi özgürlük hakikatından uzaklaştırmak olduğu bilinen bir gerçek. Buna karşı uyanık olmak gerektiği gibi, Pirimiz’in çağrısı da güncelliğini korumaktadır.
Yaklaşık bir asır önce Seyid Rıza’nın dünyaya halkımız adına seslendiği tarihsel çağrısının, bugün içinde Dersim’i, inancını, mücadele kültürünü ve dilini koruma çağrısı olarak ele almamız gerektiği görülmeli ve bunun da gereğini yapabilmeliyiz. Ancak, bunu tüm Kürdistanı, aynı büyük yurtseverlik duygularıyla sevmek, sahiplenmek, savunmak, özümsemek, onu kendimize bir yaşam kaynağına çevirerek yapabileceğimizi unutmadan.
Yeni bir dünyanın şafağındayken, tüm ötekiler ve ezilenlerle beraber, halkımızın, hem koronavirüsüne karşı, hem de yerel ve uluslararası egemen sistem sahiplerine karşı verdiği mücadeleden mutlak anlamda başarıyla çıkacağı inancıyla; sağlıklı tedbirli, dayanışmacı, örgütlü ve pırıl pırıl olanından umutla kalın.
(Ö.Politika)