“Nice padişahlar geldi cihana, bunu almak için düştü gümana,” Alişêr
Dersim; devletin defterinde ve tarihin sayfalarında kim tarafından ne kadar, nasıl anlaşılıyor, ne kadar peşkeş çekiliyor biliyoruz.
Bunun benim açımdan bir anlamı yok. Şeyh Bedrettin’in deyimi ile “Anlaşılmadığımız sürece özgür değiliz” bizi anlamadıkları için onlarda özgür olamazlar. Dersim, kadim inancı, derin vadileri, köklü dili, çoklu kimliği coğrafi olarak” Dersim “inançsal olarak “rea haq- hak yolu-” ile kimsenin yasalarına merhametine, dizaynına ihtiyacı yoktur. Bu köklülük asla sarsılmaz. Zamanın rüzgârı dallarda küçük hışırtılar oluşturur, bunlar da sonbaharda dökülecek cılız seslerdir. Bu interkültürel dönem üzerinden kocaman bir Dersim’i unutmak ve bugün üzerinden bütün tarihi değerlendirmek sanırım gaflettir. Bu günlerde sanki özellikle Dersim kimliği üzerinden özel bir yıpratma söylemi geliştiriliyor. Çok sık duyduğum “Dersimliler var ya…” ile başlayan ve sanki Türkiye devrimini sabote etmişler tarzında saldırganca cümleler… Orda devlet her birey ile özellikle uğraşıyor bunu biliyoruz da, bu dili kim geliştiriyor dersek; devletin asimilasyonuna teşne tutanlar tabii ki.
Burada sayfalar boyu isim yazmak istemiyorum, Seyrıza, Alişêr, Zarife, Sılo Phıt, Saan Ağa, Dersim’in sembollerinden bir kaçıdır.
1938’de Dersim’i yalnız bırakan sol sosyalistler, Müslüman Kürtler, Türk Aleviler önce bir özeleştiri vermeliler. Daha önce de yazmıştım, Müslüman Kürtler Dersim Tertelesini “Alevilik” Türk Aleviler ise “Kürtlük” sorunu olarak görmüşlerdi. Zamanın solcuları TKP’si ise devletin direkt yanında yer almış ve bildirge yayınlamıştı.
Dersim’i insanı doğası hayvanı ağacı ile bir bütün algılanmalıdır. Bu sanal ve interkültürel sürecin zorladığı bazı eklemli şeyler var. İnanç ve mücadele bakımından ikon isimleri kendinde barındırma, onun üzerinden kariyer hatta karakter hatta kimlik kazandırma çabası var. Ancak bunlar saman alevli küçük beyinlerin işidir. Dersimliler bilir ki Munzur öyle üç beş yılda oluşmuş bir masumiyet mücadele ve onur kimliği değildir. Jeolojik olarak beş milyon yaşındadır. İnançsal olarak öncesiz ve sonrasızdır. Muratsızların bahtsızların, kadersizlerin aklını ve duygusunu düze çeken Düzgün baba öyle üç beş günde ermedi dağın doruğuna. Kendine sanalda; “laze Duzgîni, çena Munzîri, özgür Munzur, asi Dersim” benzeri halkın değerlerinden yüzlerce isim var. Bu takma veya kod isim takıp kendisini illagaliteye çeken tiplerle dolu Avrupa. “Azad, Welat, Amed” alabildiğine gider. Kişi kendi ismini takamaz doğduğunda fakat değiştirebilir isterse. Ancak bu büyük mücadeleler akabinde kazanılmış isimleri kendine konduran kişiler maalesef çoğunlukla sanal alemde sofistike takılmak amacındalar. Yalnız sanalda mı; reelde de bu sorun çok, mensubu olduğu aşiretten kaynaklı kendini “pir, mürşit” gibi tanımlayanları var. Oysa Rea Haq inanç önderliği hiyerarşik yapılanması bellidir, her aşiret mensubu pir, rayber, mürşit olamaz.
PKK’nin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi bölgede ve hatta dünyada mazlum halkaların inançların cinsiyetlerin korunağı oldu. Kendilerine öz güveni geldi. Bugün net söylüyorum özellikle Dersimliler, Aleviliklerinden dolayı sürekli kıyıma uğradıklarından, kendilerini en güvende ifade ettikleri alan Kürt Özgürlük Hareketinin yanıdır, hatta içidir. Kendilerine “Türk Alevisi” olduğunu söyleyen ve sistemin yanında yer alan bir kesim de var. Onlar, Alevilik konusunda Osmanlı’yı Cumhuriyet’ten ayırarak bu dönemindeki Alevi kıyımını hesaba koyamamış ciddi derecede etnik kimliklerinin ne olduğunu bilmeden devletin Müslüman Kürt-Türk ve Alevi Kürt- Türk çatışkısına düştüklerindendir. Dersimliler sitemi Osmanlı’dan beri bilir. TC’nin ilk devletleşme sürecinde bile “seküler” olabileceğine kısmen kani olmuş, destek vermişlerdir. Ancak bunu çok çabuk kavramış ve TC devletinin de Osmanlı’nın devamı olduğuna anlamışlardır.
Devletin büyük oyunu isim değişikliği
Devlet büyük oynadı, “Koçgiri’den, Varto’ya, Mamaxatun’dan, Kürecik’e kadar koca Dersim’i 1935’te “Tunçeli Kanunu” ile daraltıp “Mameki”ye sıkıştırdı. Bunun dışında kalanlar Dersim’in coğrafi kimliğinden koptu. Ve Mameki veya bugünkü Tunçeli devletin defterinde “şaki, beyaz donlu, Alevi, Kürt, Ermeni” Müslümanların defterinde “kızılbaş mum söndürücü” kaldılar.
Herkes Dersim’e karşı sorumludur. Devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever, doğasever, hayvansever herkes. Bugün sokaklarında esrar satılıyorsa, kadınlar askerlere pazarlanıyorsa, kişilikler ajanlaşıyorsa, herkes biraz kendisine sormalıdır.
Büsbütün Osmanlı, bütün kudretiyle TC, oraya saldırdı, kıyımladı hala saldırıyor. Sürgün dönüşü kendi küllerinden doğan Dersimliler bu defa dünyanın yeni rüzgarında başka bir kurtuluş umudu ile bütün solun yanında yer aldılar. En nihayetinde Kürt Özgürlük Hareketini yalnız Dersimliler değil artık bölgedeki herkes kanıksadı. Dersimin sorunları devasa özellikle, dil, inanç ve doğa. Fakat seçim döneminde aday olanların konuşmalarında dile bile gelmeyen gözden kaçan bu durum devam ediyor. Coğrafyası katlediliyor, dil ölüyor, inancı üzerine devlet sürekli saldırıyor, sahte dedeler, düzmece Alevilik yazımları ve sarayın soytarılığını yapan bazı sözde aydın sanatçılarla. Asıl Türk asıl Müslüman safsataları en çok Dersimlilere özellikle yapılır. Bunca saldırı karşısında elbette savrulmalar yaşanıyor.
Avrupa’da metropollerde Dersim’dekilerden çok fazla Dersimli var. Bunların büyük bir kesimi her yaz olmasa da birkaç yılda bir giderler. Her gittiklerinde beraberinde doğallıktan uzak yapay bir sürü şey götürüler, bir kısmını geri getirseler de büyük kısmı kalmıştır orda artık.
Ciddi dostane kaygı taşıyan, bireysel acıları tereddütsüz toplumsal bir algı ile karşılayan doğrudan devletin politik tutumu ile bağlantı kurabilen bütün her şeyin diyalektik olarak birbirine bağlı olduğunu bilmelidir.
Seçim olur Avrupa’dan Dersim tahlilleri yaparız, onlar adına projeler düşünürüz. Dersim’de yaşayanın neye ihtiyacı var bilmeyiz. Ben şahsen Dersim “qal-u bel”den beri coğrafyasının dahilindeki dillerin ve inançların korunmasının önceliğini her dem söyledim. Hala söylerim. Coğrafya, Dersim’den Tunçeli olduğunda büyük kopuşlar yaşandı. Demek ki kaderimiz olan coğrafya faşist cumhuriyet tarafından değiştirildikçe kaderimiz, yalnız kaderimiz değil karakterimiz, kişiliğimiz hepsi değişiyor. Ama orada kök salmış, sahte tarihçilerin yaprağına dokunamayacağı kadim meşe ağaçları, huysuz bezuvarlar, sevimli ayılar var. Düzgün Baba ve Munzur Baba var. Orda kadim kadın “jiyar û diyar” Jelê var, Anahita, Anafatma var. Ne doğasında ne dilinde insan, cinsiyet ayrımı yoktur. Toprakla doğa ile bütünleşmiş kutsal bir yaşam var. Her şey için herkes için değil. Doğanın sahipleri yani hayvanlara ve onlarla yaşamayı mütevazi biçimde kabul edenlerle.
Yakın zamanda bir arkadaşım anlattı; “Dersim’de öyle cıva gibi yakışıklı gençler var, birkaç gün sonra bakıyorsun ortada yok. Devlet götürüp “ang-pang” (var mı yok mu belirsiz) ediyor.” Gençlerimizin yüreğinde derin büyük bir Dersim dil kültür inanç ve doğa sevgisi var. Bunu Engin şahsında gördük. (bir Türk tv bilgi yarışması sorusunda ineğin yavrusunun ‘buzağı’ olduğunu bilemediler) Bu bilgelik bir keçiyi doğurta bilecek kadar derindir. Dersimliler bu köhnemiş dünyada bu kadar kıyım ve asimilasyona rağmen dağlarına, vadilerine nehirlerine hayvanlarına ikrar vermiş, hak ve hakikatin peşinden devam ediyorlar.
(Ö.Politika)