Lecwan Munzur (Adil Sünger) ve mücadele arkadaşı Çekdar Botan (Ruhat Tabak) Almanya’da doğdu, büyüdü ve Avrupa’nın birçok şehrinde birlikte çalışma yürüttü. Bir kaç ay arayla gittikleri Medya Savunma Alanlarında Türk devletinin hava saldırısında aynı gün yaşamlarını yitirdiler ve Kandil’deki şehitlikte yan yana gömüldüler.
Gittikleri her yerde kendilerinden derin izler bırakan her iki arkadaş genç yaşta gösterdikleri devrimci duruş nedeniyle o kadar çok sevildi ki, Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok kentinde onlar için her yıl anmalar düzenleniyor. Lecwan Munzur ve Çekdar Botan’ın aileleri onları ilk kez gazetemize anlattılar.
EYLEM KAHRAMAN / DÜSSELDORF
“Bırak rüzgâr essin
bana kokunu getirecekse
razıyım ben donmaya…”*
Oğlunun beklenmedik şehadetinden sonra kimileri onu “Lecwan Heval’in annesi” diye tanısa da, aslında uzun yıllardan beri arkadaşlarının “Ayten Heval”i O. Zorluklarla geçen yaşamında çokça hırpalansa da, doğduğu şehir gibi direnen ve dimdik ayakta kalmasını bilen bir kadın Ayten Sünger. Onu gördüğünüzde Dersim’i görür, bir okyanus genişliğindeki kalbinde herkese yer olduğunu ilk bakışta anlarsınız hemen.
Zaman zaman duygu dolu anlar yaşasak da Ayten Sünger oğlu Lecwan Munzur’u tüm içtenliğiyle gazetemiz Yeni Özgür Politika’ya anlattı.
Yakın bir zamanda annenizi yitirdiniz. Öncelikle gazetemiz adına başsağlığı diliyorum size.
Teşekkür ederim. Annem ve Lecwan birbirini çok seven, birbirine çok bağlı insanlardı. Annem Lecwan’ın şehadetinden sonra hayata küstü.
Büyük oğlunuz, Lecwan henüz dokuz yaşındayken dağa gitmiş. İki kardeş sonradan hiç karşılaştı mı?
2012’de, 17 yıl aradan sonra dağdaki abisiyle Dersim’de görüştük. Lecwan’ı iyice bir süzdükten sonra, “Bak arkadaş! Boyunla ve yakışıklılığınla karizmamı bozuyorsun. Burada kendime rakip istemiyorum” dedi. O gece birlikte uyudular. Döneceğimiz vakit Lecwan Almanya’ya gelmek istemedi. Çok ısrar edince izin verdim. Daha sonra Dersim’e gittiğimde arkadaşlardan birisini gördüm. “Lecwan katılmak istedi, biz kabul etmedik. Bize söz verdi. Okulunu bitirip orada çalışmalar yapacak. Buna engel olmayın” dedi. Ben de “tamam” dedim.
Almanya’ya döndükten sonra neler yaptı?
Geri döndüğümüzde kendisine bir meslek yeri aradı. Düsseldorf’ta bir yer buldu. O arada bana sürekli mücadele içinde tanınmış arkadaşları, şehitleri soruyor, ben de bildiğim kadarıyla anlatıyordum. Dersim’de kaldığı o süreçte arkadaşları gördüğü için merak ettiğini düşünüyordum, aklıma başka bir şey gelmiyordu. O arada Paris’te yapılan gençlik kongresine gitti. Kongrede gençlik sözcüsü seçilmiş. Okulunu aksatmazsa bir sorun olmayacağını söyledim. Sevindi.
Dersim’den geldikten sonra Lecwan’da ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?
Dersim’den döndükten sonra çok değişti. 2 yıl boyunca çok bocaladı. O zaman 22 yaşındaydı. 2013 Kasım’ında katılmış. Katıldığını benden gizledi. Öğrendiğimde kabullenemedim. Bir oğlum zaten dağdaydı, bunu yeterli görüyordum. Bir ay sonra Lecwan beni aradı. “Anne artık kabullensen iyi olur. Ben arkadaşlara bir söz verdim” dedi. O kadar öfkelendim ki, “Bana da bir söz vermiştin. Bu kapı artık sana açılmayacak!” diyerek, telefonu yüzüne kapattım. Mücadeleyi çok iyi tanıyorum, yıllardır içindeyim ama kabul etmekte zorlanıyordum.
Katılımını size nasıl kabul ettirdi?
Biraz geçtikten sonra geldi. Sarıldık. Boyu çok uzun olduğu için ona kapıyı her açtığımda ellerimi arkada kavuşturur, alnımı öperdi. Ben de yüzüne yetişemediğim için boynunu öperdim hep. Yine aynısını yaptı. İsviçre’den gelmişti, çalışmalarını burada sürdürmesini istedim. Kabul etmedi. “Abimin yanında nasıl durdunsa, benim de yanımda durmanı, yoldaşım olmanı istiyorum” dedi. Bunun üzerine artık kabullenmem gerektiğini anladım.
Gittiğinden haberiniz oldu mu?
23 Eylül’de doğum günüydü. Lecwan bana, “Anne sen ve teyzelerim bana doğum günü hediyesi yerine para verirseniz daha iyi olur. Bir arkadaş gidecek, ona vereceğim” dedi. Teyzesiyle bir miktar verdik. Bir hafta sonra halası aradı. “Lecwan’ın babasına onun Dersim’de olduğunu söylemişler” dediğinde çok şaşırdım, “olamaz” dedim. Daha bir hafta önce beraberdik. Meğer Lecwan o ara gideceğini söylediği arkadaşı için değil, kendisi için hazırlık yapıyormuş. Hiç kimseye, arkadaşlarına bile söylemeden biletini almış, Dersim’e gitmiş.
Bunu neden yaptığını anlattı mı size?
Birlikte katıldığı arkadaşlarının zamanla ülkeye gitmesi ve Lecwan’ın kararının sürekli ertelenmesi onda büyük bir hayalkırıklığı yaratmıştı. Birlikte katıldığı herkes gittiği için bizden ve arkadaşlarından habersiz çıkıp Dersim’e gidiyor. Orada arkadaşları buluyor. Onlar Lecwan’ı görünce şaşırıyor ve katılımını kabul etmiyorlar. O arada şehitlik bombalanıyor ve hava saldırıları başlatılıyor. Lecwan bir bombardımandan kıl payı kurtuluyor. Onu, geri gönderiyorlar…
Düsseldorf Havaalanı’na Lecwan’ı almaya gittim. Sakal bırakmıştı. Benimle bir kelime bile konuşmadı. Arkadaşları geldi, Lecwan onlarla gitti. Sonra ülkeye gitmesi kesinleşti.
Zaten çok iyi biliyordum ki, tutsam da gidecekti. Büyük oğlum da gittiğinde karşısına dikilmiştim. “Anne karşımda duvar olsa yıkar giderim. Ben istiyorum ki annem yoldaşım olsun. Sen nasıl onlarca arkadaşa annelik yapıyorsan, benim de onlarca annem var. Ben istiyorum ki karşımda değil, yanımda olasın” demişti. Arkadaşlara Lecwan’ın ülke alış-verişini birlikte yapmak istediğimi söyledim. Kabul ettiler.
Bütün bu yaşananlardan sonra baş başa kaldığınızda ne konuştunuz?
O gece bir arkadaşıyla evde kaldı. Ona “Eğitimin bitince sakın gelmemezlik etme” dedim. Kollarımdan tuttu, her zamanki gibi alnımı öptü ve “ya şehit düşersem ne yaparsın?” diye sordu. Çok sinirlendim. Ona bir daha böyle bir kelimeyi ne ondan ne de diğer arkadaşlarından duymak istemediğimi söyledim. O kızgınlıkla çıkıp odama gittim. Arkadaşının yatağını yaptıktan sonra yanıma geldi. “Anne seni üzmek istemiyorum ama ya öyle bir şey olursa?” diye tekrar sordu. O gece birbirimize sarılarak uyuduk…
Onu kendiniz mi yolculadınız?
Sabah alış-veriş yapmaya gittik. O gün çok mutluydu. O mutluluğu tarif edemem. Kanatları olsa uçacak gibiydi. Eve gittik. “Gitme zamanı seni ararım, gelir beni yolcularsın” dedi. O gün de Köln’de, Dom Kilisesi’nin önünde Kobanê için eylem vardı. Ben eyleme gittim. Meğer Lecwan biletini iki gün önce almış, arkadaşlarına da “Anneme söylemeyin, ben pasaport kontrolünden geçince kendim arar, söylerim” diye tembihlemiş. Eylemin tam ortasında beni aradı. “Bir saat sonra Düsseldorf Havaalanı‘da olabilir misin?” diye sordu. Çok iyi biliyordu ki, trafiğin çok yoğun olduğu o saatte orada olabilmem imkânsızdı. Yine de yola çıktım. Yarı yolda bir arkadaşı aradı. Uçağın kalktığını söyledi. İki ay kadar sonra duydum ki, Çekdar ve bir kaç kişi daha gitmiş.
Çok yakını olan birini yitirdiğini sonradan duyan insanların çoğu, o korkunç haberi duyduğu anda dönüp geriye baktığında, o gün nerede olduğunu, ne yaptığını, neler hissettiğini hatırlıyor genellikle.
5 Haziran 2016 günü sizin için nasıl bir gündü?
Annemin durumu beni çok korkutuyordu. İçimde hep kötü bir his vardı. Göğüs kafesimdeki ağrı beni hiç bırakmıyordu. Birkaç kez bir kadın arkadaşa ve daha birkaç kişiye “Ben bu yıl canımdan can kaybedeceğim” demiştim. Onlar da bana çok kızmıştı.
Haziran’ın başıydı. O arada bir arkadaş gidecekti. Biz de büyük oğluma bir şeyler yollamak için alış-verişe gittik kızımla. Kızım “Anne, Lecwan’a da bir şeyler gönderelim mi?” diye sordu. Ben de kızdım. Onun alış-verişini fazlasıyla yaptığımı ve zaten kısa bir zamanda geri döneceğini söyledim. Kızım bu tavrıma çok şaşırdı. Bir tuhaf oldu. Alış-verişten sonra kız kardeşimle bir kafeteryaya gittik, oturduk. O anda öyle derin bir iç çektim ki, kız kardeşim “ne oldu?” diye sordu. Ona, “Sanki bir el, göğüs kafesimdeki o korkunç ağrıyı ve içimdeki sıkıntıyı kopardı aldı” dedim. Öyle rahatladım. Şehadetinden sonra, bir gün tesadüfen o alış-veriş faturalarını görünce dehşetle farkettim ki, o gün 5 Haziran’mış. Lecwan o gün şehadete ulaşmış…
Daha öncesinde de Lecwan’ın kuzeninin haberini almıştınız değil mi?
Viyan (Cemile Sünger) 31 Mayıs’ta şehit düştü. Ben onun şehadetini haberleri dinlerken Medya Haber TV’den duydum. Ailesi burada yoktu. Viyan’ı da çok seviyordum. Bir görev, bir borç olarak taziyesini kurdum. Anmasını yaptık. Meğer aralarında altı gün varmış…
Lecwan’ın şehit düştüğünü nasıl öğrendiniz?
3 Eylül’de Kürt Kültür ve Sanat Festivali vardı. Festival hazırlıklarını yapıyorduk. O gün arkadaşlar çok tuhaftı. Ben yorgunluklarına verdim. Meğer şehadetler duyulmuş. Bana söyleyemiyorlar, bir yerden duyarım diye de endişeleniyorlarmış. Sürekli “İzine gitmezsen seninle bir konu hakkında konuşmak istiyoruz” diye haber gönderiyorlardı. Pazar günü gelebileceklerini söyledim.
Sizinle konuşmak istediklerini söylediklerinde hiç şüphelenmediniz mi?
31 Ağustos gününü hiç unutmuyorum, bir Çarşamba günüydü. Sabah şafak atarken, saat 4.30-5.00 gibi birden bire kapı açıldı ve Lecwan içeri girdi. Dedim ki, “demek bana sürpriz yaptı.” Kalktım, her yerde aradım. Bütün odalara baktım, hiç bir yerde yoktu. Sonra rüya olduğunu anlamış ve bunu yakında gelecek olmasına yormuştum.
Pazar günü neler yaşandı?
Pazar günü (4 Eylül) sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırladım, arkadaşları beklerken kilere gidip çamaşırları serdim. Geri geldiğimde içerisi tıklım tıklım arkadaş doluydu. Onları görünce, yüzlerine baktım ve “Lecwan mı!” diye bir çığlık attım. Beynimde kocaman bir ağrıyla kanımın donduğunu hissettim. “Dernekte taziye kuracağız, orada olmalısın” dediler. Bana siyah bir elbise giydirmek istediler. O anda Lecwan’ın sanki bana “Anne arkamdan yas bağlama, ben ölmedim” dediğini duydum içimde ve “Çıkarın bunları üstümden!” diye bağırdım.
Anmasında giyindiğiniz kırmızı elbisenin de bir anısı var, değil mi?
O elbiseyi Dersim Festivali’nde giyinmek üzere Dersim’de diktirmiştim. Bu onun çok hoşuna gitmiş, “Festivallerimizde, gecelerimizde hep böyle giyin” demişti. O elbiseyi ilk kez anmasında giyindim, bir daha da giymedim zaten.
Hani çok büyük bir şok yaşayan insanlar ne yaptığını, ne dediğini bilmez ve hatırlamazlar ya, ben de aynen o haldeydim, fakat sanki Lecwan içime girmiş, ruhu her adımımda beni yönlendiriyordu. Yeme-içme bana ağır gelirken, sadece onun arkadaşları geldiğinde bir şeyler yiyip içebiliyordum.
Şimdi de, evde kalırsam Lecwan’ın çalışmaları ve hayalleri yarım kalır diye düşünüyorum. Son yıllarımız o kadar iç içe geçti ki, evde oturmak ona ihanet gibi geliyor.
Bir anne olarak zordur ama onun yokluğuna alışabildiniz mi?
Okula gittiğinde de ne zaman geç gelecek olsa yatağımda uyumadan hep onu beklerdim. Merdivenden önce ayak seslerini, ardından da anahtar sesini duyduktan sonra uyurdum. Dört yıldır gece merdivenden ayak sesi duyduğumda uykumdan sıçrayarak uyanıyorum. Anahtar sesini duymayı bekliyorum, bir türlü gelmiyor o ses…
İlk iki sene onu çok sık rüyamda gördüm. Viyan’la Munzur’da yüzerken, arkadaşlarıyla dağlarda at koştururken, Çekdar’la volta atıp konuşurken… Her gördüğüm rüyada da çok mutluydu. Geçen yıl kız kardeşim aradı beni ve şöyle dedi: “Abla rüyamda Lecwan’ı gördüm; ‘anneme söyleyin, beni artık rahat bıraksın. Hepinizi çok seviyorum, ama ben burada çok çok mutluyum.”
Her yıl daha da ağır geliyor yokluğu. Artık hem inanmak istiyor, hem de bir türlü inanamıyor, kabullenemiyorum. Her arkadaşında ondan bir parça görüyorum, kiminde gülüşünü, kiminde gözlerini, kiminde sözlerini… Arkadaşlarına her sarıldığımda aklıma ellerimi arkamdan kavuşturup alnımdan öpmesi geliyor, benim onu boynundan öpüşüm…
Anne-oğul olmanın yanı sıra sırdaş ve yoldaştık da. Belki bu acıyı yaşayan anneler anlar beni. Her gün onunla, fotoğraflarıyla konuşuyorum ve diyorum ki; “Bir gün kavuşacağız. Sen gelmesen de ben geleceğim…”
Hem bir anne hem de bu mücadelenin içinde olan bir kadın olarak çocuğunu savaşta yitirmiş annelere bir mesajınız var mı?
Bu mücadele içinde benden önce çocuğunu yitiren annelerin dik duruşunu gördükçe onlardan güç alıyorum. Mehmet Tunç’un annesi iki oğlunun tabutunu omuzlarken dimdik yürüyordu. Biz çocuklarımızla gurur duyuyoruz. Çünkü onlar kendi bireysel menfaatleri için değil, bir halk için çıktılar yola. Küçücük çocuklar derin donduruculara konulmasın, cenazelerimiz günlerce yerde kalmasın diye böyle ağır bir yükü yüklendiler. En değerli varlığını bu savaşta kaybeden biz anneler, onurlu ve kalıcı bir barış arayışından hiçbir zaman vazgeçmedik. Biz bu acıları yaşadık, başkaları yaşamasın diye hep barış elimizi uzattık. Ancak bu tek tarafın mücadelesiyle olacak bir şey değil. Ne zaman ki asker anneleri de sesini sesimize katar ve bu savaş bitsin diye alanlara çıkarsa o zaman durdurulabilir ölümler.
Lecwan için yazdığınız şiirler var. Onu bir kitapta anlatmak gibi bir düşünceniz var mı?
Sadece Lecwan’ı değil, birçok arkadaşı yazmak isterim. Ben bu mücadeleyi tanıdığımda üç çocuk annesi, genç bir kadındım. Burada tanıdığım birçok arkadaşı yitirdim bu savaşta. Dönem dönem yazmayı denedim, ama Lecwan’ın şehadetinden sonra bu gücü bulamadım kendimde. Onları hangi dizelere, hangi kitaba sığdırabilirim ki? Onları dile getirecek bir şair var mı ki? Fakat, bir gün mutlaka yazacağım. Benden sonra çocuklarım okuduğunda o duyguları daha iyi anlarlar. Lecwan’la birlikte mücadeleyi yazarsam, acım bir nebze de olsa hafifler…
“Turnanın kanadına nakışlayayım hasretimi,
alsın sana getirsin…”*
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Bir gün ülkemize onurlu ve kalıcı bir barışın geleceğine, onların hayallerinin gerçekleşeceğine çok inanıyorum. O büyük gün geldiğinde ben yaşıyor olursam Lecwan’ın naaşını Dersim’e götüreceğim. Eğer o günü göremeyecek olursam da, bunu bir vasiyet niteliğinde söylüyorum. Arkadaşlar, Lecwan’ı Dersim’e, yanıma getirsinler…
* Şiirler: Ayten Sünger
Yarın: Çekdar Botan’ın annesi Emine Tabak ve babası Şükrü Tabak ile söyleşi.
(Y.Ö.Politika)