Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Büyük Dersim unutuldu / Röportaj

Büyük Dersim unutuldu / Röportaj

29 Mayıs 2019, 10:03

‘’Dersim, günümüzde geniş bir çevre için ”Mamekî” ile sınırlı bir duruma geldi. Büyük Dersim unutuldu denebilir. Dersimlilerin büyük Dersim’i unutması, Dersim’i ”Mamekî” sınırları düzleminde görmesi dahi, ulusun vatan duygusunun nasıl erozyona uğradığını, yok olmaya yüz tuttuğunun göstergesi olarak görebiliriz.’’

Avrupa’da yaşayan bir grup Dersimlinin 15 yıl önce Almanya’da kurdukları Dersim’i Yeniden İnşa Cemiyeti (DYİC), şimdiye kadar birçok konferans, panel ve proje örgütledi veya düzenlenmesine katkı sağladı. Cemiyet, Dersim topraklarında da çeşitli maddi ve kurumsal destekler sundu. Dersim Soykırımı’nı uluslararası platforma taşımak için şimdiye kadar yedi konferans düzenleyen Cemiyet, 2 Haziran’da kongresini yaparak örgütlülüğünü ve çalışmalarını bir üst düzeye çıkarmayı hedefliyor. Kurucu ve Onursal Başkanlığını Yazar Haydar Işık’ın yaptığı Cemiyetin Başkanı Ali Çatakçın, Dersim Soykırımı ve Cemiyetin çalışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

2004 yılından Almanya’da kurulan Dersim’i Yeniden İnşa Cemiyeti (DYİC), adına ve programına uygun olarak hangi faaliyetleri gösterdi?

Kurumun adındaki ”Yeniden İnşa” kelimesi, yıkılan, tahrip olan bir durumu ifade eder. Yıkılan ya da tahrip edilenin yıkım ve tahrip nedenini tespit etmezseniz, yeniden inşa ya da onarımla ortaya çıkaracağınız sonucu kalıcı kılamazsınız. Bizim ilk işimiz Dersim’in yıkımına yol açan soykırımın tarihsel ve sosyolojik sebeplerini sorgulamak oldu. Bu sorgulama sürecinin iki tarafı vardı. Bir mağdurlar; iki suçu işleyen sanık, fail. Aslında suç faili sabit; Devlet. Fakat Türk devleti için Dersim Soykırımı’nın dedenleri net iken, soykırıma uğrayan Dersimliler için bu soykırımın neden yapıldığı sorusu o kadar net değildi.

Biliyorsunuz devlet, Dersim Soykırımı’nı bir isyanın bastırılması olarak tarihe geçirmişti. Bu dezenformasyon son aşamada sadece devletin söylemi olmaktan çıkmış, ‘Sosyalist’ kesimler de Dersim Soykırımı’nı ”Dersim İsyanı” olarak tanımlamaya başlamıştı; hala da bu kavramı kullananlar var.

Bu dezenformasyon devlet tarafından, bilinçli olarak toplumsal hafıza haline getirildi. Tabii amaç işlenen insanlık suçuna ‘haklı’ bir zemin bulmaktı. Oysa Dersim Soykırımı devlet tarafından uzun vadeli planlanıp bir program dahilinde uygulanan bir soykırımdır. Ermeni Soykırımı’ndan farklı olarak Dersim’de devlete karşı herhangi bir başkaldırı, ayaklanma veya benzeri bir hareketlilik yoktu.

Sorunun diğer bir boyutu ise soykırıma uğrayan mağdur tarafın yaşanan trajedinin nedenleriyle doğru dürüst yüzleşememesi. Ağır travmaların yaşandığı vakalarda katil ile kurban arasında gelişen ‘dostane’ ilişkiye Stockholm Sendromu denir. Dersim’de, ”Aşiretler rahat durmadı” ya da ”Devlete karşı gelindi” tarzı söylemler, soykırımın ağır travması altında ezilen ama kendi katilini sorgulama cesareti göstermeyen kurbanın uğradığı haksızlığın travmasını hafifletmek için çıkış yolu arayışlarıdır.

Dersim Soykırımı’nın devlet için iki ‘haklı’ nedeni vardı. Birincisi Dersim’in Kürt kimliği, ikincisi ise Alevi-Kızılbaş kimliği. Dersim’in bu iki kimlikli hali Dersim Soykırımı’nın ana sebebidir. Bu fail için net olan bir durum. Bu konuda net olmayan mağdur.

Dersim Soykırımı’nda yaşanan insanlık suçu hakkında mağdur için gerçeklere dayanan bir hafıza oluşturmak; fail için ise suça teşvik eden sebepleri gündeme getirmek önemliydi. Bunun için Dersim Soykırımı’nın bir devlet projesi olduğunu belgeleriyle uluslararası platformlara taşıdık. Avrupa Parlamentosu’nda beş, Berlin Eyalet Parlamentosu’nda bir ve insanlık suçunun işlendiği Dersim’de de bir olmak üzere, toplam 7 tane Dersim Soykırımı konferansı düzenledik.

Türk devletini, 1937-38 tarihinde Dersim’de soykırım gerçekleştirdiğini ispatlayan belgelerin toplandığı bir dosya ile Uluslararası Lahey Adalet Divanı’na şikayet ettik. Mahkeme, başvuru dosyasını inceledikten sonra davayı ”Soykırım” davası olarak kabul etti. Bu sürecin en büyük kazancı, nüanslar hariç, artık her Dersimlinin 1937-38’de Dersim’de yaşanan felaketin devlet eliyle planlanan bir soykırım olduğunu hafıza haline getirmiş olması.

Dersim’i yeniden inşa derken, bugün ki Dersim sınırlarını mı kastediyorsunuz, yoksa daha geniş bir coğrafyayı mı?

Devlet Dersim’in sınırlarını yok etti ve bir şekilde toplumda kabullenmiş görünüyor. Sorunuzdaki, ”… Dersim’in bugün ki sınırları” kelimeleri dahi bu kabullenmişliğin bir ifadesi gibi duruyor. ”Dersim’in bugün ki sınırları” dediğiniz şey, Dersim’in değil, Dersim Eyaleti’nin bir şehrinin, yani Mamekî şehri ya da havzasının sınırları. Dersim’in eyalet sınırları Qoçgîrî’den Muş’a kadar uzanan coğrafik bir alanı kapsar.

Bizim söylemimizdeki Dersim, eyalet olarak Dersim’in tarihsel coğrafyasıdır. Tahrip edilen tarihsel hafıza tekrar tesis edilmeden, tahrip edilen toplumsal değerlerin hiçbirini kurtarmak mümkün değildir. Toplumsal ortak değerlerin döl yatağı olan Dersim’in tarihsel konumu kültür, inanç, kimlik, Rea Haq gibi değerler düzeyinde toplumsal hafıza haline getirildiği zaman gasp edilen, tahrip edilen hakları tekrar geri almak, yeniden topluma kazandırmak mümkün olacaktır.

Onursal Başkanımız Sayın Haydar Işık’ın dediği üzere; Dersim’i Dersim, Dersim’de yaşayanları sosyal, dayanışmacı toleranslı yapan, bütün insanlara aynı gözle bakan sosyal varlık yapan Dersimlilerin inanç felsefesidir.

Birçok Dersim kurumu var ve farklı isimlerle faaliyet yürütüyor. Sizin bu kurumlardan farkınız nedir?

Evet, doğru. Dersim adına hareket eden onlarca ‘Sivil’ kurum var. Ama bu kurumlar gerçekten sivil mi? ‘Sivil’ kurum olarak ifade edilmek için ‘Asker’ olmamak yetiyor mu? Sanırım bu ‘Sivil’ kavramı oldukça sorunlu bir kavram. Toplumun ‘Askeri’ kurumu yoktur ki, ‘Sivil’ kurumu olsun. Askeri olan her kurum ve örgütlenme, iktidar, güç ve egemenlik savaşı veren ya da iktidarı elinde tutan bir kesimin teşkilatlanmasıdır. Bu tür teşkilatlanmaların esas sahibi ideolojik ve siyasi yapılanmalardır (Parti, Grup, Örgüt v.s. gibi).

Daha detaylı ele alırsak, gerçek ‘Sivil’ toplum kurumunun, kurumlarının ideolojisi, askeri örgütlenmesi ve ideolojik merkezli siyaseti olmaz. ‘Sivil’ Toplum Kurumları, toplumun ortak sorunları için vardır. Toplumun ortak sorunlarının çözümü için bir ideolojiye, askeri bir teşkilata gerek yok. Açlığa, işsizliğe, temel hizmetlerden yoksunluğa, yasaklara ve zulme karşı bir araya gelmek, birlikte hareket etmek için mutlaka bir ideoloji mensubu olmak gerekmiyor; bir ideoloji de gerekmiyor.

Devlet, Türkiye’de bütün toplumsal oluşumların sahibidir. ”Bu ülkeye Komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” diyen, bu devletin kurucularıdır. Devlete reaksiyoner bir alternatif olarak ortaya çıkan sosyal, sosyal demokrat, sosyalist ve komünistler de neticede devletin küçük maketleri oldular. Onlarda kendi ideolojik sınırları içinde yer alanlarla almayanları birbirinden ayırdılar. Kendilerinin ideolojik tarlasında ekim, biçim yapanları ‘sivil’ toplum kurumu, dışında kalanları öteki olarak gördüler.

Dersim’de ve Avrupa ülkelerinde Dersim’in ‘Sivil’ toplum kurumları olduklarını iddia edenlerin hepsi ideolojik yapılanmalardır. Bu yapıların Dersim’de de ideolojik tarlaları var. Her grup kendi ideolojik tarlasını ‘sivil’ toplum kurumu olarak isimlendiriyor. Ben ironik olarak hep şöyle derim: ”Türkiye’nin genelinde örgüt sayısı 49 iken Dersim’de bu sayı 54 idi.” Bu, Dersim’in ne kadar ideolojik bölünmenin cenderesinde olduğunu en iyi ifade eden bir tanımlama.

Biz ta başından beri bu fasit daireyi dağıtmak için ortaya çıktık. Başardık mı, diye sorarsan cevabım hayır olacak. Bu sorunun aşılması, teoride olduğu kadar kolay olmuyor. Ama önemli bir gedik açtığımızı, bunun giderek toplumsal bir kültür haline gelmeye başladığını söyleyebilirim.

Cemiyet olarak çalışmalarınızda daha çok Almanya’yı mı esas alıyorsunuz? Avrupa veya başka alanlarda örgütlenmeyi hedefliyor musunuz?

Merkezi yapılanmamızın Almanya’da yaşayan Dersimliler tarafından oluşturulması, bu çalışmanın Almanya’da yaşayan Dersimlilerle sınırlı olduğu anlamına gelmez. Bir kere yola çıkış esprimiz, dünyanın neresinde olursa her Dersimli’ye ulaşıp bu çalışmaya katmak. Bu faaliyet Kürdistani bir faaliyet ama birinci derecede Dersim’i bir faaliyet. Bu açıdan her Dersimli bu işe el atmada birinci derecede sorumlu.

Şu anda Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre ve ABD’de faaliyetlerimiz var. Bu faaliyetlerin bazıları şube düzeyinde, bazı ülkelerde ise komisyon düzeyinde yürütüyoruz. Fakat çalışmamızın hedefi Dersimlilerin yaşadığı dünyanın her ülkesine ulaşmak ve orada Dersimlilerin bu çalışmayı özgün yürütecek kurumlaşmalarını sağlamak. Dersim’i yeniden inşa, uzun bir uğraş ve uzun soluklu bir mücadele.

DYİC olarak Avrupa’da veya Dersim’de esaslarınız nedir? Ve şimdiye kadar hangi projelere imza attınız?

Dersim’de bizim için esas olan öncelik Dersim’in kültürü, kimliği, inancı, coğrafyası ve yaşam felsefesinin yaşatılmasıdır.

Devlet, Dersimlilerin ortak hafızasını, ortak sosyal ve toplumsal yaşamını, Dersimlileri asırlar boyu bir arada tutan aidiyet kimliğini, inanç kimliğini, kutsallarını, Rea Haq felsefe idealini yok ederek Dersimi ve Dersimlileri esir almaya çalışmıştır.

Yapılması gereken, devletin toplumdan zor yoluyla koparıp aldıklarını toplumla birlikte tekrar tesis etmek. Bunun için Dersim’de toplumsal kolektif hafızanın anıları olacak Seyit Rıza Anıtı yapımına teşvik ve katkılarımız oldu. Planladığımız Soykırım Müzesi, toplu kırımların yapıldığı alanlarda anıt dikme, anadilde ilk eğitim kurumu açma, Rea Haq İnanç Felsefe Okulu olacak Cemevi inşası gibi projelerimiz maalesef gerçekleştiremedik. Özellikle kurumların AKP’nin kayyumun eline geçmesinden sonra bu projelerin hayata geçirilmesi de kesintiye uğradı.

Dersim’de Gençlik Spor Kültür Merkezi, Dersim Kadın Fırını, Dersim Belediyesi’ne iş makinaları alımında katkılarımız oldu. Bunlardan daha çok önemlisi ise, yukarda değindiğim gibi biz Dersim Soykırımı’nı dünya kamuoyu ve siyaseti gündemine taşıdık ve bu çalışmalarımız devam ediyor.

2 Haziran’da Frankfurt’ta bir kongre yapacaksınız. Bu kongre ile neyi hedefliyorsunuz?

Türk devleti Kürtlerin toplumsal hafızasını, toplumsal ortak değerlerin doğum dölü olan vatan duygusunu yok etmekle başardı. Nasıl ki Kürdistan’ın bölünüp parçalanması Kürt ulusunun vatan duygusunu yok olacak düzeyde geriletti ise Kürdistan’daki eyalet sistemine dayanan coğrafik yapılanma yok edilmek yoluyla toplumun her kesiminde vatan duygusunun dibe vurmasını sağlandı.

Dersim, günümüzde geniş bir çevre için ”Mamekî” ile sınırlı bir duruma geldi. Büyük Dersim unutuldu denebilir. Dersimlilerin büyük Dersim’i unutması, Dersim’i ”Mamekî” sınırları düzleminde görmesi dahi, ulusun vatan duygusunun nasıl erozyona uğradığını, yok olmaya yüz tuttuğunun göstergesi olarak görebiliriz. Buna, devletin koyduğu sınırlara teslim olmak ya da devletin ”benim” dediğini kabullenmekte denebilir. Dersim ancak tarihsel coğrafyasıyla Dersim’dir. Tarihsel coğrafyası parçalanmış Dersim, devletin deyimiyle ”Tunceli”, bizim deyimimizle ”Mamekî”dir.

2 Haziran kongremiz, esas itibarıyla, büyük Dersim yapılanmasını coğrafik olarak tesis etmenin ilk adımı olacak. Kongrede seçilecek yeni yönetim Eylül ya da Ekim ayında Dersim Eyalet Konferansı’nın toplanmasına öncülük edecek.

Kurumun çalışma sahası biraz daha genişleyecek. Uluslararası faaliyetler devam edecek fakat Dersim eyalet eksenli faaliyet ve örgütlenme daha da genişleyecek. Hedefimiz, Dersim Eyalet Konferansı’yla Dersim Eyalet Meclisi’ni oluşturarak çalışmalarımızı bir üst aşamaya taşımak.

4 Mayıs, Dersimliler için neden önemlidir?

Bütün toplumların acı ve tatlı tarihi anıları, anı hafızaları vardır. Toplumlar bu anılarla gelişir güçlenir. Acı anılar, aynı acıların bir daha yaşanmaması için toplumsal hafıza haline getirilir. Tatlı hatıralar ise, toplumsal kaynaşma, toplumsal yükselme ve ilerlemenin ortak değerleri olarak algılanır.

Dersimliler için 4 Mayıs, acı, hem de eşi benzeri bulunmayan bir acının yaşandığı günün adı. 4 Mayıs Kürtler için her ne kadar imha edilme gününün adıysa, o kadar da tekrar dirilmenin de adıdır. Acısını unutan, acılarından var olmayı, acıları yaşatanla hesaplaşmayı başaramaz.

4 Mayıs bugün Dersimliler için yaşadıkları insanlık dramını unutmama, yaşatandan hesap sorma günü olarak büyük bir öneme sahip. Fakat bu tarihsel hesaplaşma gerçekleştikten sonra ise, Dersimlilerin, Kürt ulusunun yeniden dirilişinin kıvanç günü olarak anılacaktır.

Osmanlı’da ve devamında TC’de birçok katliam ve soykırım gerçekleştirildi. Bir yazınızda ”Dersim Soykırımı’nı Kürt soykırımlarının son halkası” olarak ifadelendiriyorsunuz. Dersim Soykırımı neden Kürt soykırımlarının son halkası? Burada Dersim’in özgünlüğü nedir?

İmparatorluk boyunca, İmparatorluğa biat etmeyen, boyun eğmeyen ve İmparatorluk himayesine girmeyen Kürdistan’ın tek eyaletidir Dersim. Demirel, ”29. İsyan” demişti. II. Mahmut 15. bastırmadan söz eder. Fakat gerçek olan şu ki, Dersim mükerrer saldırı ve istilalara rağmen 1937-38 soykırımına kadar özgünlüğünü ve özgürlüğünü koruyabilmiştir.

Dersim, Osmanlı İmparatorluğu döneminde inanç kimliğiyle, Türk devletinin kuruluş döneminde ise hem inanç ama hem de etnik kimliği yüzünde neşter atılması gereken ”çıban” olarak görüldü. Dersim’in Rea Haq felsefesi, Halife olan padişahın Sünni dini için zehir olarak görülüyordu. Dersim’de farklı inanç ve düşünceye olan tolerans, hoşgörü, komünal yaşam rahatsız ediciydi.

Yeni Türk devleti için Dersim iki kere tehlike idi. Bir etnik kimliğiyle, iki inanç kimliğiyle. Halifelik döneminde Sünni Kürtler imparatora biat ederken, Dersim Kızılbaş Kürtleri bu biata boyun eğmedi. Sünni Kürtler yeni Türk devletinin dini devletleştirmesinden rahatsızlık duyarken, Dersim Kürtleri mümkün olduğu kadar devlete mesafeli kalmaya çalışıyordu.

Kürtlerin Sünni kesimini katliam ve soykırımdan geçiren devlet, başından beri Dersim’i bu işin son halkası olarak hesaplamıştı. Dersim Soykırımı uygulamasına geçildiğinde, Kürdistan’ın Eyalet ya da Beylik olarak ifade edilecek bir bölgesi kalmamıştı. Dersim Kürt Soykırımı’nın son halkası ve en kanlı halkası olacaktı. Öylede oldu. Dersim’in düşürülmesi, Kürdistan’ın tam işgal edilmesi demekti. Düşürülmeyen Dersim, zapt edilmeyen, sömürgeleştirilmeyen Kürdistan demekti. Dolayısıyla bu son halka mutlaka koparılmalıydı. Bu aynı zamanda gelecek nesillere göz dağı ve bir daha Kürt kavramına cesaret etmeme korkusunu yayma hesaplıydı.

Ermeni Soykırımı, Yahudi Soykırımı dünya gündeminde çokça yer alırken, neden ”Dersim Tertelesi” görmezden geliniyor?

Ermeni Soykırımı’nın dünya siyaset gündemine oturması yüz yıl sürdü. Yüz yıl önce işlenen bu insanlık suçunun yüzyıl sonra dünya sistemleri tarafından kabul görmesi trajik bir durum. Tabii bu kabulde bir yandan Ermenilerin yüzyıl kesintisiz süren mücadelesi, öte yandan da dünyada değişen konjonktürün payı var. Bu tür davaların takibi ve sonuç almak, vuku bulan olayın doğası gereği çok zor. Devletler dünyasında böyle bir davayı devleti olmayan bir halk takip ediyorsa iki kere zor. Bu, sorunun zorluğunun günümüz sistemleriyle olan tarafı. Tabii ikinci tarafı ise böyle bir davayı yürütürken kullandığınız malzeme, yol ve yöntemler. Malzeme, birinci derecede bu işin takipçisi olan insan unsuru. Sistemler dünyasında hareket kabiliyetine sahip olmak çok önemli. İkincisi ise bilgi ve belge.

Ermeni Soykırımı’nda olduğu gibi Dersim Soykırımı’ndan da Avrupa ve Amerika’nın haberi vardı. Sessizliğin bir nedeni, işlenen insanlık suçunda ya direkt ya da dolaylı sessiz olan çevrelerin suç ortaklığı. Diğer bir nedeni ise yüksek çıkar hesapları.

Ermeni Soykırımı’nda Alman devletinin silahları, Dersim Soykırımı’nda ise hem silah hem de zehirli gazları kullanıldı. Bu kadar suç ortaklığı ve bu kadar kirli ilişkiden sonra sessiz kalmaları doğal. Fakat sessizliklerinin rahatlığı ise bu tarihi süreci sorgulayıp, halkların imhası üzerinden geliştirilen kirli çıkar anlaşmalarının teşhir edilmemiş olması.

”Dersim Tertelesi”ni gündeme getiren sizin gibi kurumlar, soykırımı sadece fiziki bir soykırım harekatı olarak görmüyor. Bunun nedeni nedir?

Soykırım tanımı ilerleyen zamanlar içinde, birçok ek madde ile genişletildi. Soykırımı sadece fiziki kırım ile tanımlayan form yetersiz görüldüğünden haklı olarak. İnsanları zorla yerinden etmek, onların yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirmek, dilini, kültürünü, inancını ve kimliğini yasaklamak gibi uygulamalar da artık soykırım gerekçesi olarak görülüyor.

Türk devleti bu uygulamayı yüzyıldan beri sistematik olarak Dersim ve Kürdistan’da uyguluyor. Yüzyıla yaydırılmış ve sistematik sürdürülen bir soykırım politikasından söz ediyoruz. Türk devletinin soykırım politikası dünyada en uzun süreli ve sistematik olarak uygulanan tek politika ünvanına da sahiptir.

”Dersim Tertelesi”nde ”zehirli gazların kullanıldığını” Nuri Dersimi yazmıştı. Ancak somut bir belge yoktu. Artık bu gazların Almanya’dan alındığı belgeli. Bu konuda bir girişimde bulundunuz mu? Veya bulunacak mısınız?

Bu zehirli gazı sıkan uçaklar da ABD’den alınıyor. Tabii bu uçakların hangi gerekçe altında satın alındığını bilmiyoruz. Fakat bu alışverişten dolayı ABD’nin de soykırımdan haberdar olduğu şüphesi artırıyor.

Almanya ile yapılan gaz alışverişinin Türk devleti kaynaklı belgeleri yayınlandı. Biz şimdi Alman arşivlerinde bu alışverişin Almanya yakasını deşifre etmeye çalışıyoruz. Bu alışveriş direkt devlet (askeri kurumlar üzeri) eliyle de yapılmış olabilir, fakat ticari şirketler aracılığıyla da olabilir. Bu ortaya çıkınca, öyle veya böyle Alman devletinin insanlığa bir açıklama, Kürtlere karşıda bir özür borcu var.

Elbette biz bu işin takipçileri olacağız. Bunun ve buna benzer davaların takibi için bir hukuk komisyonu oluşturuyoruz. Hukukçu arkadaşlarımız, yaşanan trajedide hem uluslararası halklar hukuku hem de tek tek ülkelerin iç hukuk kurallarını ihlal eden devlet ve devlet dışı ticari kurumları hukuk önünde hesap vermeye zorlayacak.

Cemal Turan / Yeni Özgür Politika

Bu haber 629 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Etnik, dini, sosyo-politik kimliği ve doğasıyla tarihsel özgünlüğü olan Der..