Şeyh Said, başkaldırıya hazırlanan halkının önüne düştüğünde, “bunlarla tek müştereğimiz dindi; o da kalmadı“ demişti.
Şeyh’in, “tanınmaz halde“ dediği Türk tipi İslam da yok, artık. İslam, her gelen tarafından aşına aşına, artık tanınmaz halde, bambaşka bir şeydi. Günümüzde, Ortadoğu’yu büyük oranda yıkıma uğratan IŞİD (DAİŞ) çetesinin lideri Ebubekir Bağdadi’nin görüşleri İslam diye yürülükteydi.
Bunların kutsal tecavüzcüleri bile vardı. Tecavüzcüler cezasızlıkla ödüllendiriliyordu. Hayat ise yalan, talan ve hırsızlık üçgenine sıkışıktı. Hırsızlar el üstündeydi. O götürürken, görenin “hırsız var“ diye bağırması da suçtu. Karısının başını paketleyip karşıdan yalın ayak gelen badem bıyıklı, köşede dolar milyoneri olarak karşımıza çıkıyordu.
“Reiz“in oğuları, kız ve damatları, sıfır sermaye ile yola koyulan kutsal insanlar ve dolar milyarderleriydi. Hesaplarını irdelemek suçtu. Dokunan dindar rejim tarafından çarpılıyordu.
Hukuk yok, hukuk adamları, reizle beraber çay toplamacalık oynuyorlardı. Polis tutanakları, mahkemelerde, Kürtlerin yüzüne iddianame olarak okunuyor, “her ne kadar delil yok ise de“ kriteriyle, ceza veriliyor, baş badem bıyık, polise cinayet emri veriyordu:
“Korkmayın, gerekeni yapın. Ben arkanızdayım.“
Sonra katiller, Türk adaleti tarafından yüksek takdir hakkıyla beraat ediliyordu.
Camileri kutsuyorlardı, ama 10 şehir taarruzunda yüzlerce cami füzeleniyordu. Yalnızca Şırnak’ta 23 caminin tozu da savruluyordu.
Camiden söz etmişken, camileri Kürtlere sövgü yeri haline getirmişlerdi. Kürtler, hakaret, sövgü ve aşağılanmanın köpürtüldüğü camileri topluca terkedip Cuma namazlarını park ve bahçelerde kılmaya başlayınca, polis kılıklı militanlar, coplarla taarruz ediyor, ihtiyar insanların gözleri, burun ve ağızlarına zehirli gazlar sıkıp yere düşürüyor, üstlerine vahşileştirilmiş köpekler salıyorlardı. Kış ayazında tazyikli su ile ıslattıklarını yerlerde sürüklüyor, tekmeliyorlardı.
Kürt mezarlarının “kêlik” taşları da düşmandı. Dozerlerin hücumu ile kıymetli evlatların, ailele büyükleri, sevgililerin özenle yatırıldığı mezarlar dümdüz ediliyor, toprak üstüne çıkan kemikler, et yeyici kuşlar tarafından gagalanıyordu.
Oysa Türkler Hanefi, ama Kürtler, Şafii mezhebindendi. Şafiiliğin doğrultusu ve Mevlana Halid‘in aydınlatmacılığı ile Kürtlerde, mezarlıklar kutsaldı, dokunulmazdı. Dokunan varsa, o hiç bir dinden olmayan münafıktı. Gelgelelim, Türk-İslamı ile IŞİD İslamında mezarlıklar da düşmandı. Onun için, Efrîn’in işgalinde de, Türk ordusunun ilk hedefi mezarlıktı.
Dersim’den, az önce bir görüntü geldi. Türk askerleri, katlettiği Kürdün ölü bedenine basarak, zafer fotoğrafı çektiriyorlardı. Kürtlerin İslamında bu, günaha girmekti. İslam ayak altına almak, öte yandan insanın vicdanını katletmekti.
Bunlar, Allah korkusu yoksunu ve günahtan habersiz yaratıklardı. Bu yüzden, “çocuklarımız ölmesin“ diyerek, sokağa çıkan Kürt ana ve ninelere işkence ediyorlardı.
Yukarda kaba çizgilerle anlattığımız manzarada görüldüğü üzere, bunların Kürtlerle din ve vicdan müşterekliği hiç bir zaman olmadı. Halbuki Kürtlerin dini merhamettir. Şefkat ve vicdan üzeredir. Bu yüzden inancı ne olursa olsun bütün insanların hayatı dokunulmazdır. Irkçılık ise günah ve hem de insanlık suçudur Kürtlerde. Kürtler ayrışan bu olgularla da, Bademgillerden ayrılıyor.
Ama Kürtler kör iken, şimdi İstanbul seçimi var diye birden bire “badem gözlü“ ve terörist olmaktan çıkıp “Türk gibi maşallah“ adaletli kardeş, hem de din kardeş oldular. Kürdistan’ı viran eden, dışarıda insan bırakmayan baş badem, aç kalmış sokak köpeği gibi dil şaklatıp yalanarak, İstanbul Kürtlerinin etrafında dolanıyor, el açıp destek dileniyordu.
Bir kere daha, yeniden “kardeşliği“ hatırlıyordu. Oysa kardeş, kardeşi katletmiyordu, bizim bildiğimiz. Dilini, ibadetini yasaklamıyor, eşine, bacısı, anası, ninesine sokakta işkence yapmıyordu.
Bunları da geçtik. Badem bıyıklının avuç açık, kapılarında dilenci kesildiği Kürtler, 1990’larda evi, köyü yakılan, daha sonra şehirleri yıkılan insanlardı. Onlar, anında unutan balık hafızalı ve üstelik katiline aşık avanaklar değildirler. “Dindar“ dedikleri ise Cuma namazı caametinde coplanan, yüzüne zehirli gaz sıkılan, üstüne yırtıcı köpekler salınan Kürttür.
Kısacası onlar, başkaldıran bir halkın bireyleridir. Badem bıyıkın anlayacağı şey değildir, ama onurlardan her biri, ayrı ayrı birer savaşçısıdır. 100 yıldır Türklere direnen, kurtulmak için can feda eden Kürt pınarının İstanbul’a sıçramış damlalarıdır, onlar. Namazdan sonra göğe avuç açarken, “barbarı kahret Allahım“ diye yakaranlar…
Onun için, hadi oradan. Tıpış tıpış başka kapıya!..
Ahmet KAHRAMAN / Y.Özgür Politika