Ne zamandandır gelecekte Stêrk TV’de yayımlanacak olan “Navdarên Kurd” projesi üzerine çalışıyorum. Bu tür programlar için zengin bir arşive, söyleşilere ve uzun yolcuklara ihtiyaç var. Misafirlerim bazen yazar, bazen siyasetçi bazen de sanatçı ve şairler oluyor ki her biri alanında tanınmış bir isme ve emeğe sahip.
Bu kutsal yolda yürüyen insanlar hem hayatının en güzel dönemlerini bu yola adamış hem de “gönül göz”ünü yaşamın cazibelerine halkının değerlerini korumak için kapatmışlar. Böyle şahsiyetler benim nazarımda eşsiz bir değere sahipler. Onlar fedakarlıkları ve emekleriyle yaralı ve takatsiz halkına can suyu olmuşlar. Zira değişimin öncüleri de hesapsız ve her şeyini halkına feda etmeye hazır insanlardan çıkar.
Benim muradım da, bu tür insanları tecrübelerini, anılarını, nasihatlarını dinlemek yeni kuşaklara aktarmak. Tarihlerini tanımalarına, aydın ve devrimcileriyle övünmelerine vesile olmak. Bu yeni kuşak halkının varlığına düşman ve ulusal kimliğini inkar edenleri tanımalı. Aynı şekilde özgürlük davası için büyük bedeller ödemiş insanları da tanımaları ve onlara gerektiğinde yardım elini uzatmalılar. Zira bu tür çabalar “ulusal bilinci” zinde tutmada önemli bir rol oynar.
Şimdiki konuğum Haydar Işık ki, bazı soru ve konularla hafızamızı tazelememize yardımcı olacak.
Haydar Hoca’nın anlatımlarıyla bir anda kendimizi Dersim direnişinin içinde buluyoruz. O Dersim ki, doğası, dereleri ve dağlarıyla bir cenneti andırıyor. Öyle bir cennet ki, gerçek hayatta adına Dersim denilir, uhrevi olanını ise ne gören var ne de ordan dönen. Haydar Hoca hala da Dersim’in dağlarının, ovalarının, köylerinin hasretini çekiyor: ”Doğduğum toprakları hiçbir zaman unutamam. O topraklar ki, ilk kez köy yakmalarının, Kör Mısto tarafından hayata sokulduğu yerler. Sistemli bir şekilde Kürtlere karşı kuşak kırımı yaptı. Temel amaçları demografiyi değiştirmekti. Annem kandan gözyaşlarıyla o yıkım getiren günleri ve yılları anlatırdı. Annem son anına kadar Kürtlerin intikamını alacağı günü bekliyordu, fakat birliği olmayan bir halk nasıl intikamını nasıl alacak?”
Asimilasyon ile başaramayacaklarını biliyorlardı
Hoca’ya Kemalistlerin ve uşaklarının Dersim’e karşı bu denli öfkeli olmasını sebebi neydi sorusunu yönelttiğimde, derin bir ah ve yaşlı gözleriyle konuştu: ”Çünkü 1937 yılında kadar Dersimliler otonom bir biçimde yaşıyorlardı. Aşiretler bölgede kendi topraklarında özgür ve Türkçeyi bilmeden, sadece Kürtçe konuşarak yaşıyorlardı. Bir diğer neden de 1915 Ermeni Soykırımı’nda Ermenilere karşı Türklerin safında yer almamıştılar. Dersimliler onları korudu, bunu ‘Arevik’ romanımda da detaylı bir biçimde anlattım. Bunlar daha sonra yapılan araştırmalarda ortaya çıktı. Bir diğer nedeni ise Dersim Kürtlerinin derin bir felsefesi olan Alevilik inancını benimsemeleriydi. Alevi pirlerinin köy, kasaba, şehirlerdeki cemevlerindeki öğretisi toplumun her tabakasına o toplumun nizamı ve dirliği içindi. Kadın Alevi toplumunda saygın ve değerliydi. Türkler dilleri ve homojen siyaset anlayışlarıyla asimilasyonun başaramayacaklarını biliyorlardı. Bütün totaliter sistemlerin denediği Moğol Cengizhan’ın, Neron’ın yolunu yani kan dökme, kırımdan geçirmeyi denediler.”
Artık onların çığlığına koşacak kimse de kalmamıştı
Haydar Hoca ”Madem Kürtler otonom bir biçimde yaşıyorlardı, neden düşmana karşı kader birliği yapmadılar?” sorumu duyunca, rengi daha da sararmış, elleri titreyerek ve gizli bir öfkeyle şöyle diyor: ”Ağır sancımız da burdan geliyordu. Mısto ve İnönü iyi ile kötü Kürdün, tarafgir ve karşıt ağanın, birbiriden kadın, çocuk, erkek öldürmesine, köyleri ve şehirleri yıkmasına göz yummuştu. Amaçları Kürtlerden de Ermeniler gibi kurtulmaktı. Bazıları direndi, bazıları da yüzyıllık komşularının gün aşırı katledildiğini görünce sindiler. Bu defa Türkler üzerlerine yürüdü artık onların çığlığına koşacak kimse de kalmamıştı. Diğer bölgelerde hiçbir biçimde Dersim’in, Zara’nın, Koçgiri’nin durumundan haberdar değildi. Birbirlerini acılarından ve ahvallerinden bihaberdiler. Devlet o güne kadar kullandığı hain Kürtleri de, işi bittikten sonra kurşundan geçirdi. Zira Rêber, Elîşêr ve Zarife’nin öyküsü herkes biliyor ki, bu kara leke Kürtlerin içinde halen de var. Rêber ile Şêx Seîd’e ihanet eden Qaso’nun arasında ne fark var? İşte bu Kürtlerin ihaneti bütün acılarımızın kaynağıydı ve ta günümüze kadar gelmiş.”
Erkekler anlatmaya korkardı
Haydar Hoca annesinden bahsedine gözyaşlarına hakim olamıyor: ”Annem çok Kürtçü bir kadındı. Becerikli ve korkusuz, Türklere hiç güveni olmayan bir kadındı. Büyük bir hasret ve hüzünle bize Dersim, Koçgiri, Amed ve Zilan’a dair anılarını anlatırdı. Ben onun o hüzün dolu sesiyle büyüdüm. 6, 7 yaşıma gelince babamdan ve diğer erkeklerden de Türk askerlerinin doğmamış çocukları nasıl süngülediklerini dinlemek istiyordum fakat onlar korkaktı. Bunları anlatmaya cesaretleri yoktu. Yalnız annem ve diğer kadınlar 1937-38’deki Kürt Holokostu’ndan bahsederdi. Bazıları da soylarının kuruyacağı korkusundan konuşmaya cesaret edemiyordu. Korku dolu gözleriyle bize bakar ve sorularımızı cevapsız bırakırlardı. O anlatılmamış sırlar ve anılar da o insanlarla beraber toprağa karıştı. Onlar ki, o dönemin canlı şahitleriydiler. Sen onları görseydin, o vakit anlardın halk olarak başımıza neler geldiğini. Hiçbir kalem ve insani duygu Türk faşistlerinin vahşetini anlatmaya yetmez. Kim sadece 70 ile 100 bin insanın ölümünden bahsedebilir? Orada taş üstünde taş koymamışlardı. Virane olmamış köy mü kalmıştı? İçinde kimyasal gazlar ile günahsız analar ve bebelerin katledilmediği mağara mı kalmıştı? Bombalanmayan yer mi kalmıştı? Oğul, bu derin acı sadece benim anlatımlarımla bitmez…”
Nuri Dersimi karanlığın içinden yayılan bir mum ışığıydı
Yine o bir aydından, meraklı ve acı dolu yüreğiyle bahsediyor ki, tarihin utancını yüzümüze vuruyor: ”İçimizde aydın yoktu, vardıysa da çok azdı. Doktor Nuri Dersimi döneminde karanlığın içinden yayılan bir mum ışığıydı. Bir mumun ışığı da bir toplumu aydınlatmaya ne kadar yetebilirdi ki. O kadar haykırış ve çırpınışına rağmen sesi duyulmadı, halk ayağa kalkmadı. Toplum ölüydü, onu dinlemiyor ve saygı göstermiyordu. Eğer o dönemde toplum uyansaydı, en azından Nuri Dersimi gibi aydınları dinleseydi bu denli bir kırılma yaşamayacaktı. O vakit aşiretler arasında da birlik olurdu ve halk çobansız bir sürü gibi kurda kuşa yem olmazdı. Öncesinde de Kürtler o kadar kırıma uğradı, öldürüldü, halk yine ayağa kalkmadı. Nuri Dersimi de Seyit Rıza’yı da ipe götüren iç ihanet ve katliamlar sonrasında Suriye tarafına geçmek zorunda kaldı.”
Düşmanın karşısında baş eğmemeyi öğütledi
Haydar Işık hüzünle içinde bulunduğumuz yüzyılda da Kürtlerin ulusal birliği gerçekleştiremediklerini anlatıyor: ”Eğer Başkan Öcalan ve PKK olmasaydı, Kürtler Kuzey Kürdistan’da biterdi. Evet, PKK başlarda dil alanında fazla hizmet vermedi, ön açıcı olmadı fakat anadili bilmeyen Kürtlere ulusal anlamda değerler kazandırdı. Düşmanın karşısında baş eğmemeyi öğütledi. Mirasına, tarihine, kişiliğine sahip çıkmayı öğretti. MED TV insanların yaşamını değiştirdi. Hala da sözde bazı Kürt aydınları çıkıp “PKK Kürtler için ne yaptı?” diye soruyor. Ben Öcalan’ı yakından gördüm. O Kürtlerin bağrından çıkıp geldi. Modern düşüncelere sahip, aynı zamanda içinden çıktığımız geleneğe bağlı bir insandı. Halkının sorunlarını diğer tüm aydınlardan daha iyi okuyan sosyolog ve zeki bir insandı. Böyle insanlar kendi kendilerini eğiten ve insanlığın özgürlük mücadelesine büyük katkıları olan bir özelliğe sahipler. Bu sebeple ben Almanya ve Avrupa’nın PKK’yi terör listesine koymasına karşı durdum. Makalelerimle, kitaplarımla, röportajlarım ve görüşmelerimle Almanya kamuoyuna gerçek teröristin kim ve nerede olduğunu göstermeye çalıştım. Fakat ekonomik çıkarlarını 50 milyonluk bir halkın haklarına kurban etmediler. Tüm bunlara rağmen ben Kobanê direnişiyle, Efrîn’in işgaliyle, DAİŞ’e karşı savaşıyla herkesin Kürtlerin haklı olduğunu anladığına inanıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Günümüzde artık herkes biliyor, Kürt gençlerinin Şengal’de veyahut Dersim’de neden şehit düştüğünü. AKP ve DAİŞ’in zihniyeti aynıdır. Eğer Kürt partileri başarılı olmak istiyorlarsa ortak bir strateji belirlemeleri gerekiyor. Kürtler, siyasi partileri için her şeyi yaptı, geriye onların büyük bir hamle yapmaları kalıyor. Bu makus talihimiz nereye kadar sürecek? Alman kamuoyununda kaç kişiyiz zaten fakat artık sesimizi duyuluyor. Bu ses daha gür bir biçimde çıkmalı. Ben Kürt aydınlarının ulusal birlik için halen de gerekli olanı yapmadığına inanıyorum.”
Beni en büyük özlemim bağımsız Kürdistan’dır
Ermeni Soykırımı’ndan Kürt Soykırımı’na kadar geçen yüzyılda Batılı devletlerin rolü vardı. Halen de Almanya gibi bir devletin basını açıkça Cizîra Botan’da, Amed Surlarında, Gever’de, Nisêbînde yaşananları anlatmıyor. Oysa Dersim ya da Kürdistan’ın başka bir yerinde bir Alman’ın burnu kanasaydı Alman savcı ve hakimleri Kürt partilerinin “terörist” suçlamasıyla yaftalamazdı. Bu konuda Haydar Hoca şöyle fikir beyan ediyor: ”Birliğimiz bütün onulmaz dertlerin dermanıdır. Ulusal Kongre nasıl genişletilebilir? Eğer Güney Kürdistan’daki 27 yıllık imkanlar Yahudilerin elinde olsaydı çoktan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Benim en büyük özlemim bağımsız Kürdistan’dır. Biz Kürtlerin taleplerini dünyaya duyurmak için bir grup aydın yan yana gelip 1987 yılında Kürt PEN’ini kurduk. Hüseyi Erdem, Rıza Topal, Adbulrahman Naqşibendi, Dr. Husên Hebeş, Dr. Zerdeşt Haco ve ben Kürtlerin sesini başka ülkelerin aydınlarına duyurmaya çalıştık. Eğer bugün adım Türk devletinin terörist listesinde olmasaydı, belki daha çok iş yapabilirdim. Bu son söyleşim olabilir. Çünkü hastayım ve sağlığım iyi değil. Son nefesime kadar direneceğim ve vicdanıma ses vereceğim. Bu yoldan dönmem! İsterse Alman devletinin polisleri beş defa daha evimi bassın ve beni sorgulasın.”
Hala yazıyor, araştırıyor
Haydar Hoca’nın “ocakta küllenmiş közü, karnında sözü var halden bilene”, hala yazıyor, araştırıyor. Böyle insanların çoğalması ve tecrübelerini bizimle paylaşması dileğiyle, yazımı burda noktalıyorum.
Kürtçeden çeviren: İbrahim Bulak
(Politika)