Zülal Koçer
Son kadın savaşçı öldü! Zulüm ve acıyla yoğrulmuş neredeyse bir asra denk düşen ömrü, dün son buldu o Kürt kadınının. Kadınlar dört bir yanda hâlâ kıyasıya mücadele ederken “Son kadın savaşçı neden Fecira oldu?” sorusu akıllara gelmiş olabilir. Aslında ona ilk olarak küçük bir kız çocuğunun sorusu üzerine böyle demiştim. Telefonumda Fecira’nın fotoğrafını gören küçük çocuk “Bu kim” dediğinde çok hızlı düşünüp bu cevabı vermiştim. İlk aklıma gelen cevap olduğundan değil elbet, Fecira’nın bir yüzyıla meydan okuyuşu, saldırılara karşı toprağına tutunarak verdiği savaşı, bir kadının yaşayabileceği travmaların en ağırını yaşayıp ayakta kalışı bir anda hızlıca aklımdan geçmişti.
Daha önce defalarca Fecira’nın yaşamını haberleştirmek istesem de becerememiştim, çünkü hep eksik, hep az oluyordu. Bir haberle üstün körü anlatmaya içim el vermedi hiç. Bu nedenle belgesel çalışması yapmak istemiştim. Ancak yetişemedim onun soluğuna… Şimdi ise onun öyküsünü yazmam gerekiyor!
Fecira, Dersim Katliamında bir çocuk. Küçücük bir çocuk. Onun katliam yıllarında yaşadıklarına dair pek bilinen bir şey yoktur çünkü sonrası çok daha travmatiktir. Fecira köyün “güzel kızı”. Kimsenin bakmaya kıyamadığı. Ama, onun güzelliğine karşı zalimlik hâlâ harabeye dönmüş taş evlerin ortasında durur. Fecira birkaç yılını yarı kendinde yarı sayıklar vaziyette geçirir. Evine uğrayamaz, ormanda yaşar, köy köy gezer. Ama onun doğduğu o toprakla bir bağı vardır, kopamaz.
Yıllar travmasını azaltsa da asla geçmez. Ömrü pek çok güçlükle sürer gider. Baskının, yoksulluğun eksik olmadığı topraklarda Fecira’da herkes gibi payını alır, var olan yükünün üstüne.
1994 senesine gelindiğinde, Dersim’de pek çok bölge illerde olduğu gibi köyler boşaltılır, yakılır. İnsanlar eşyalarını dahi çıkaramaz evlerinden. “Dersim serra muzo dımano, zerrî adırdô*” sözü yaşananların özetidir. Dev bir ejderha gibi devlet köylerde soluğunu hissettirirken Fecira’nın köyüne varmayan yangın, tüm köylüyü endişeye düşürmüştür. Kendilerinden 500- 600 metre yukarıda kalan köyler yakılırken, “sıra kendilerine gelmeden” köyü boşaltmıştır köylü. Kimisi yakılmasa dahi baskının katmerleşeceği korkusuyla yüklenmiştir evini, Ovacık’a doğru.
Ancak Fecira gitmemiştir, çok şey yaşayıp da kaldığı bu topraklardan bir devlet yangını söküp atamazdı onu. 94’ün ardından koca köyde bir başınadır Fecira. Aşağısında ki mahallede iki kardeşi kalır. Ancak kız kardeşi de çok dayanamaz bu ıssızlığa ve birkaç yıl içinde o da ilçeye taşınır. Fecira yıllar boyunca, bu koca ıssızlığın içinde bir başına yaşamını sürdürür, tek teselli aşağı mahalledeki kardeşi ve eşidir. İki oğul sahibi Fecira’nın fiziksel engelli oğlu, bir kış günü ilçeden annesinin yanına yola revan olduğunda, Munzur’un kıyısında derin bir uykuya dalar. Eksi 20’leri bulan hava, oğlunu eve vardıramaz, beyaz karın içinde uyutur. Tüm bu yaşadıklarına bir de genç yaşta yitirdiği oğlunun acısı eklenir.
2009 senesine gelindiğinde Fecira artık yapayalnızdır, çünkü artık aşağı mahallede de kimse yoktur. Artık bu harabelerin içinde bir o vardır, bir de ayılar, kurtlar, domuzlar. Ha bir de operasyona çıkmış, arada kendisini yoklayan askerlerdir.
Tüm bu süreçte Fecira’nın toprağına tutunma ısrarında yanında duran oğludur. Hayattaki tek oğlu.. Kendisi köyde yaşamasa da sürekli annesinin yanına gider ihtiyaçlarını giderir. 2- 3 günde bir ilçeden yaklaşık 12 kilometre uzaklıktaki köyü ziyaret eden oğul, yazları ise ailesi ile birlikte gelir köye. Fecira’nın en kalabalık mevsimidir yaz. Bir de kışı vardır bu memleketin, öyle ki beyaz bir örtü serilir yaşamın üstüne. Soluk alamazsınız. Belki de Fecira’yı en çok da bu mevsim savaşçı kılar. 3 -5 evin olduğu köylerde dahi yaşam katlanılmazdır bu mevsimde, oysa Fecira bir başınadır koca bir ıssızlıkta. Üç dört metre kar yağar Ovacık’a, sıkışır kalır insan. Ama Fecira her seferinde çıkmıştır bu mevsimden.
Son birkaç yıl içerisinde oğlunun annesini ziyaret edip işleri birlikte yapma durumu sıklaşır, her gün köydedir neredeyse. Tam da amansız yalnızlığı biraz soluk almışken Fecira’nın, köylüsünü korkutup kaçıran devlet gelir oğlunu alır. Kendisine yardım eden, gerektiğinde yatıya kalan oğlu, bir mart ayında, tam da kış bitmek üzereyken, “örgüte yardım yataklık” suçlaması ile evinden, çocuklarının gözü önünde darp edilerek alınır.
Fecira’nın son travmasına giden yol da böylelikle açılır. Oğlu tutuklandıktan yaklaşık 1 buçuk ay sonra, Fecira, toprak evinin içinde kalça kemiği kırılmış vaziyette bulunur. Günlerce o vaziyette bekleyen Fecira’yı ambulansla almaya giden gelininin söyledikleri şöyle; “Gittiğimizde tavuklar ellerimize doğru atladılar, inekleri ahırdan çıkaramadık, açlıktan hayvanlar üzerinde duramıyordu.” Varın siz düşünün kırık kalçası ile çamurun, suyun içinde günlerce bekleyen Fecira’yı… Oğlunu yanından almasalardı muhtemelen bunlar yaşanmayacaktı. Yani Fecira bir kez daha devlet tarafından köyünden koparılmak istenmiştir.
Tedavi süreci boyunca ve sonrasında ilçede kalan Fecira, aylarca sayıklamalar eşliğinde oğlunun cezaevinden çıkıp kendisine köyüne, toprağına kavuşturmasını bekler.
Oğlu bir yılı aşkın bir süre sonra geldiğinde annesine sarılır ve onu köyüne götürme sözü verir. Bazı hazırlıklar yapması gerekir annesini köye götürebilmek için, zamana ihtiyaç vardır birkaç ay kadar. Ancak Fecira yıllar yıllı koca ormanlara, tepelere, vadilere ve yıkık harabelere karşı söylediği direnç türküsünü ve toprağını özlemiş olacak ki bir an önce gitmek istedi. Sanırım bugün toprağına tekrar kavuştu…
Bir yüzyılın son kadın savaşçısı gitti, ardında görene, koca bir bellek bıraktı, okkalı bir söz. Benim ise çocukluğumun yarısı gitti, geriye ıssız bir ovada, tepelerin, vadilerin, kurdun, kuşun, viranelerin şahitliğinde bir direnç türküsü kaldı. Bir gün o türküyü duymayan kulaklara söylemek de benim sözüm olsun!
(yazıyor.org)