Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / E.Xemgin, ''Aslımı arama derin bir tutku''

E.Xemgin, ''Aslımı arama derin bir tutku''

01 Kasım 2018, 19:35

''Malatya’nın Kürecik ilçesinin Harunuşağı köyündenim. İlkokula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum. Okulda ise Kürtçe konuşmak yasaktı. Kürtçe konuşana ya dayak atarlardı ya da para cezası verirlerdi. Sürekli cezalar alıyordum.''

Kürt tarihi ve İslam üzerine yaptığı araştırmalarıyla bilinen yazar Ethem Xemgîn Almanya’nın Köln kentinde hayatını kaybetti. Köln Üniversitesi Kliniği’nde hayatını kaybeden Xemgin, uzun süredir ağır sağlık sorunları yaşıyordu.

Tüm baskı ve kısıtlı imkanlara rağmen bir tarih hazinesi bırakan Xemgîn ile bir süre önce gazetemizin muhabiri Yeko Ardıl görüşmüş ve uzun bir söyleşi yapmıştı. 39 yıldır sürgünde yaşayan Xemgîn bu görüşmede hayat hikayesini anlattı. Sözü, ”Kürdistan Tarihi“, „Mazda İnancı ve Alevilik“, „İslamiyet ve Alevilik“ gibi kitapların yazarı Ethem Xemgîn’e bırakıyoruz.

Kitaplarınız tanınıyor, okunuyor ama kişisel hikayeniz pek bilinmiyor. Biraz anlatır mısınız?

Her şeyden evvel söylemek istediğim bir şey var; ben ilk okula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum. Aşağı yukarı 1955 yılına denk geliyor. Kürecik’in Harunuşağı köyündenim. Okulda Kürtçe konuşmak yasaktı. Kürtçe konuşana ya dayak atarlardı ya da para cezası verirlerdi. Biz birtakım Türkçe kelimeleri öğrenmiştik, dillendiriyorduk ama anne ve babamız bilmiyorlardı. O nedenle anlaşabilmek için mecburi Kürtçe konuşmak durumunda kalıyorduk. O zaman da iki de bir ceza yiyorduk. O süreci öyle atlattık. İnsanlarımız şehre gitmeye çekiniyorlardı, çünkü Türkçe bilmiyorlardı. Alışveriş ya da farklı işler için köyden şehire gittiklerinde toplu olarak gidiyor, birlikte dönüyorladı; çekiniyorlardı, korkuyorlardı çünkü saldırıya uğrama ihtimalleri vardı farklı mağduriyetler yaşanıyordu. O dönem bizim köyden başka dünyada Kürt yok zannediyordum.

Peki ne zaman anladınız başka Kürtlerin de olduğunu?

Bir defasında Kürecik’e gittik. Orada bir bakkal vardı; bakkaldan bir şeyler almak için Türkçe konuştuk, yiyeyecek bir şeyler istedik. Baktık adam Kürtçe konuştu, şaşırdık! Dedik ‘Vay be burası da Kürt! Burda da Kürt var!’ Sonrasında Antep’te ortaokula başladım. Orada yeni yeni Kürtlerle tanışmaya başladım. Pazarcıklı, Urfalı Kürtler vardı. Doğrusu, fazlaca Kürtçe konuşmayı tercih etmiyorduk. Baskı vardı, Türkçülük yapanların baskısı yoğundu. Oysa hiçbirisi Türk değildi, Türkleştirilmişlerdi. Hatta geneli de Kürt’tü. Aralarında belki Arap olanlarda vardı, ama Türk yoktu.

Kürtlerle ilgili ciddi bir sorgulama bunun ardından mı başladı?

Bölgedeki kan davalarından dolayı İstanbul’a göç etmek zorunda kaldık. Liseyi bitirdim, daha sonra hukuk fakültesine gittim. Bende aslını arama derin bir tutkuydu: Kimim, kimiz, neyiz, nereden geldik? Bir ara bizim köylü, kendisi de avukat olan bir arkadaşa sordum, nereden kaynak bulabilirim diye. O da bana İslam Ansiklopedisini önerdi; kütüphaneye gitmemi, orada bulabileceğimi söyledi. Onlar da Şerefname’den alıntılar yapmışlardı. Kürtler hakkında yazılı belge olarak ilk orada bir şeyler gördüm. Sonra araştırmalarıma devam ettim ve baktım ki nerdeyse Kayseri’nin doğusu komple Kürt. Sadece Türkiye ile de sınırlı değil, İran’da var, Suriye’de var, Irak’ta var. Peki bunlar nasıl olmuş? Bunların geçmişi nedir? Nitekim 68 dönemi başladığında artık ben Kürt olduğumun bilincindeydim.

O dönemki devrimci hareketler sizi nasıl etkiledi?

Devrimci hareketlerle ilişkilerimiz oldu, fakat ben bir türlü Türk hareketlerine ısınamıyordum. Her seferinde ben ilk olarak ‘Biz Kürtler ne olacağız’ diyordum. Çünkü geçmişte Mustafa Kemal döneminde de önce Kürtlere sözler verilmiş, ittifaklar yapılmış daha sonra Kürtler aldatılmıştı. Ben ikinci bir aldatılmayı göze alamadım. Devrim yapacaksak ve de beraber yapacaksak yaparız ama öncesinde bizim konumumuz belli olacak. Ne olacağız? Kürtler olarak özgürleşecek miyiz? Onlarda ‘Önce devrim olacak sonra durum netleşir’ diyorlardı ben de kabul etmiyordum. Ve yolumu ayırıyordum.

O dönemin önderleri Mahirler ve Denizlerle tanıştınız mı?

O dönemin gençlik önderlerinin çoğu ile tanıştım; Mahir, Deniz ve İbrahim de dahil olmak üzere. Harunuşağı köyünde de bir araya geldik. Ama her seferinde bir noktada anlaşamıyorduk. Bu nedenle ben onlardan ayrıştım. Daha sonra Kawacılarla ilişkilendim. Avukatlığa başladım. Artık beni tanıyorlardı. Kürt ve devrimci kimliğimiz netleşmişti. Kürtlerle ilgili eserler fazla değildi daha çok Marksist ve Leninist eserler vardı. Sonra Türkiye’den çıktım Almanya’ya geldim.

Peki sonra…

Burada Almanca öğrendim. Eşimin bana her zaman çok büyük desteği oldu. Ona çok şey borçluyum. Herkes Avrupalara gelip para kazanırken ben hiç kazanamadığım ve de maddi olarak kazanamayacağımı bildiğim bir alanda çok çaba harcadım. Üç oğlum var, 6. torunum da yoldadır. Ailece mutluyuz ve bu da benim için son derece önemli. Avukatlık da yaptım burada, büro açtım. KOMBASAN ve YİMPAŞ’tan teklif geldi. Çok kazanabileceğimi söylediler. Ben onları tanıyınca, ‘Siz halkı soyuyorsunuz ben sizi savunamam’ dedim. Sonra bir Alman avukattan teklif geldi onunla da çalışmadım. Benim derdim halkıma hizmet etmekti.

Hukukçu olarak da halkınızı savunabilir ve mücadele edebilirdiniz, hukuktan tarihe evrilme süreciniz nasıl oldu?

Ben kendimi arıyordum, araştırıyordum. Kimim? Neyim? Geçmişim nedir? O dönem Almancayı kavradıktan sonra kütüphanelere daldım, Almanya kütüphanelerinde dünya tarihleri var. Devasa kaynaklar ama Kürtler için elle tutulur kaynak bulmak zordu. Yanısıra bazı gerçeklerde vardı. Bu sınırlı gerçekler bile bana son derece çekici geldi. Çünkü biz tarihimizi bilmiyorduk. İşte o çokça bilinen dağlarda yağan kara basarak kart-kurt sesinden dolayı Kürt denilmiş; saçmasapan şeyler; yok Kürtler Farstır, Arap kaynaklarına göre Kürtler Araptır, Türklerin kaynaklarına göre de Kürtler Türktür. Buradaki araştırmalarımda Kürtlerin apayrı bir halk olduklarına dair belgelere ulaştım. Diğer yandan göç yoluyla İskandinavya’dan gelen bir halk olduğu da söyleniyordu. Halbuki Kürtler orada yaşarken Avrupa Buzul Çağını yaşıyordu. Kürtler oraya hiçbir yerden gelmemişlerdir. Kürtler oranın ilk yerleşik halkıdır. Örneğin Nuh Tufanı da bunun bir ispatıdır. O efsanedeki anlatımlarda da Kürtçe kelimeler var.

Örneklerle biraz açar mısınız?

Nuh kelimesi mesela Kürtçe’de „yeni“ demektir; yeni bir yaşama  başlangıç yapma anlamındadır. Cudi kelimesi de öyle; Cudi Dağı’nın adının da cî-dît, cî dî kelimesinden geldiği ispatlanmıştır. Hani Nuh bir kuşu bırakıyor, ilkinde boş geliyor, sonra ağzında yaprakla beraber gelince, Nuh’ta ‘cî dî’ diyor. Yani yer buldu anlamındadır. Ondan sonra da ilk karaya ayak bastıkları yerdir Cudi. Onların öncesinde o bölgede yerleşik kimse yoktur. Biz bunu doktorlara ait bir araştırma dergisinde bulduk. Geminin ölçülerine kadar Nuh’un Gemisi’nin Cudi Dağı’nda kaldığına dair belgeler vardı. Nitekim bende çalışmamda o dergiye yer verdim.

Sadece bu değil, sonrasında İbrahim ve Nemrut olayı da çok önemlidir. İkisinin arasındaki çatışmadan dolayı insanlar Nemrut’u kötüler ama oradaki ateş olayını düşünün. Şimdi Nemrut ‘İbrahim’in bir suçu varsa Tanrı cezasını versin’ diyor ve Tanrı bildiği ateşe atıyor. Ateşte yakmayınca Nemrut bir daha ceza mı veriyor? Hayır, serbest bırakıyor. Şimdiki yönetenlere bak, nasıl yapıyorlar. Bin katı daha fazla işkence ve zulüm ediyorlar. Nemrut ise İbrahim’i ailesiyle serbest bırakıyor. Önce Harran’a göç ediyorlar, Harran ismi de İbrahim’in kardeşinin isminden geliyor. Ordan kalkıyor Mısır, Filistin, Kenan üzerinden tekrar dönüyor ve o bölgede yaşamını sürdürüyor. Nitekim İbrahim peygamberi, İbraniler olarak bildiğimiz Yahudiler peygamber olarak kabul ediyor. Hala da Yahudiler için Urfa kutsal bir şehirdir. Harran kutsal bir bölgedir. Nemrut’un konumuna gelince ‘Ben Tanrıyım’ diyor. Tanrılar da zaten ölümsüzdür. Kelimenin anlamında da ‘Nemir’ vardır. Bugün insanların nefretini sağlamaya çalıştıkları bu insan ‘Nemir’dır yani ölümsüzdür. Oysa bu günkü sömürgecilerle falan kıyasladığımızda Nemrut çok daha adildir. Mesela İslamiyete göre denilir ya; ‘Allah insan doğmadan önce kaderini yazarmış’, ‘İnsan kaderinin dışında hareket edemez’, ‘Söyleyene bakma söyletene bak’… Söyleten kim? Allah. Eğer o söyletiyorsa ve sen de onu yapmak zorundaysan sen suçlu değilsin ki. Eğer orada suçlu varsa o zaman Allahtır. En ufak bir şeyde seni içeriye alıyor, işkence, ceza ve her türlü kötülüğü yapıyor.

Araştırmaya başladığınız dönem siz hangi  kaynaklardan faydalandınız?

Dünya tarihlerinin ve kaynaklarının hepsinin de ilk ciltleri ve bölümleri Mezopotamya ve Mısır’dan başlıyor. Avrupa’daki eser ve kaynaklar bunlarla başlar ve sonrasında artık siz kendiniz devam ediyorsunuz. Sonrasında bunların daha genişletilmiş şekillerini veriyorlar. Ve ilk kaynaklarda bulduğunuz zaman, mesela Anadolu’da Huriler bölümü…

  

İlk Hurilerle ilgili kaynaklara mı rastladınız?

Şimdi şehir devletlerini de içerisine alan ve adına da şehir devleti denilen oluşumlar çok sonraları kurulmuş. Onun başlangıcında ise küçük yerleşim alanları var her biri bir idari sisteme sahip. O idari sistem içerisinde mesela Nuh döneminde, ya da Gılgamış Destan’ın da Nuh’un bir şehir devletinin idarecisi olduğu belirtilir. Destan da ismi farklıdır. Hitit kaynaklarında da başka isimlendirmeler var. O şehir devletleri genel olarak ilkel çağdaki inançlarına göre tanrılarla konuşan, tanrılarla ilişkide olan rahipler tarafından yönetiliyordu. Dönemin halkı da onlara itibar ediyordu ve onlar da krallıklar biçiminde yönetiyordu. Sonrasında birkaç yerleşim birimini bir araya getirerek kurulan devletler var. Bu kimi yerde bir kaç aşiret şeklinde de olmuştur.

Hurilerin öncesi ise Gutiler var. M.Ö. 2200 yıllarında aşiretlerin bir araya gelmesiyle kuruluyor ve aşiretlerin ittifakında her aşiret reisi sırayla 3 sene krallık yapıyor.

Seçim sistemi gibi mi?

Tabi tabii her reis sırayla krallık yapıyor. Sonra bu aşiret reislerinden bazıları ayrılıyor ve bu Guti devleti giderek dağılıyor. Guti devleti başlangıçta şehir devletlerinin topluluğu olarak meydana geliyor. Sonrada Büyük Huri İmparatorluğu kuruluyor. Bu imparatorluk günümüzde İç Anadolu olarak tanımlanan coğrafyadan Zagros’lara kadar dayanan bir bölgeyi kapsıyor. Kuzey’de Erzurum’dan Halep ve Şam’a kadar uzanan bir alana tekabül ediyor.

Bir bir Kürt tarihçi olarak araştırmalarınızı sürdürürken en çok kim ve hangi kaynaklardan faydalandınız?

Kürt tarihçi, edebiyatçı ve yazar Mehmet Emin Zeki önemli bir kaynak oldu. Şerefname ile „Mervanî Kürt Devleti“ adlı kitaptan da yararlandım. Şeref Xan da önemlidir ama M. Emin Zeki çok daha derindir. Şeref Xan sadece beylik ve aşiretler üzerinden çalışmalarını yapmış. Emin Zeki ise devletleri de incelemiş ve sonuçlar çıkarmıştır. Bazil Nikitin, M. A. Jaba, V. F. Minorsky gibi isimler de var ben onlardan pek yararlanmadım. Fazlasıyla da Alman tarihçilerinin verilerine dayandım.

Siz daha evvel Öcalan ile de buluştunuz. Şam’daki bu buluşmanızı anlatabilir misiniz?

Ben Sayın Öcalan’la görüştüğümde bana, „Ethem biz bu işe başladığımızda Malatya’da Kürtlük bitmek noktasındaydı, senin gibi Kürt tarihine böyle meraklı biri oralardan nasıl çıktı?” diye sordu. Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri çok önemli buluyorum. Özellikle eşbaşkanlık olayı ki, İslamın hüküm sürdüğü bir coğrafyada yeni ve onunla uyumlu değil. Birçok yeniliği aslında eski Kürt kültürüne bir dönüş olarak okuyorum. Daha çok Zerdüşt kültürüne denk geliyor ona dönüş gibidir. Zıtlar arasındaki harmoni, zıtların birliği ve birbirini geliştirme gerçeği var. Kadının daha iyi düşünebileceği ve geliştirebileceği olaylar var. Zıtların düşman cepheler değil aslında dualizm gerçeği içinde birbirlerini tamamlayacağı düşüncesi ve ahenk olduğu, bu anlamda bir bağımlılıktan söz ediliyor. Bir taraf yükselip yücelirse diğer tarafı da geliştirir. Buda Zerdüşt Kürt kültüründe vardır.

Sizinde eserlerinizde altını çizdiğiniz, halkların birlikteliği, yönetimde ortaklaşma ve paylaşma olgusu şu anda en gelişkin biçimiyle Rojava’da yaşanıyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Kesinlikle doğru. İlk kurulan Guti devleti aşiretlerin bir araya gelerek her birinin 3’er sene krallık yapmak üzere yaptığı anlaşma 4 bin küsür sene evveline dayanıyor. Bunun bugün de olmaması için geçerli nedenler yok. Öte yandan Yahudi, Kürt, Alevi Kürt ya da Ezîdî Kürt neden biraya gelerek birlikte yaşayamasın ve kendisini yönetemesin? Herkesin Müslüman ya da Hıristyan olması gerekmiyor. Özellikle altını çizmek istiyorum ki bu birliktelik bu şekilde oluşmadığı sürece düşmanların kölesi olmaktan kurtulamayız.

Yani Kürtlerin önemli bir aşamaya geldiğini söyleyebilir miyiz?

Kürtlerin bu savaşlarda kaybedeceği hiçbir şeyleri yoktur. Kaybedebilecekleri kadar zaten kaybetmişlerdir. Ama Kürtlerin kazanacağı çok şey vardır. Bu çok şeyi kazanırlarken bir arada olmaları gerekiyor. Herkesin elinden geldiği kadar da olsa emek vermesi gerekiyor. Kimse fazlasını da istemiyor. Kardeşlik o kadar zor bir şeyde değil ki, kendin için ne istiyorsan öteki içinde aynısını iste, bu kadar basit. Bu şekilde bir araya gelindi mi güç olunur ve düşmanlara boyun eğilmez. Kölelik yapmak zorunda kalmazsınız. Kendi kendinize hizmet edersiniz. Geleceğimizi ilkel barbar güçlere bırakmayalım.

Benim değişmez mesajım kuşkusuz Kürtlerin birliğidir; kırgınlık ve dargınlıklar kalksın. Birlikte, gelecek için ve kendileri için mücadele etmeliler. Gelecek çok şey vaadediyor. Bunun da bir tek yolu var; Kürtler birbirlerine düşmanlık değil birbirlerine dost düşmanlarına da düşman olsunlar. Gerisi başarıdır.


Halkım ezilirken keyfime bakamazdım

Özellikle 2001 yılından sonra büyük hastalıklarla mücadele ettim. Ondan sonra da sağlığımla ilgilenmek zorunda kaldım. Bu dönemde bana en büyük desteği veren eşim Arzu’ya çok şey borçluyum. Bu arada ufak tefek yazılar yazdıysam da yayınlama gereği duymadım çünkü sahiplik edende yok. Kitaplarımı basan Doz ve Berfin yayın evlerini de eleştiriyorum.

Kitaplar basılıp satılmasına rağmen bana beş kuruşluk bir dönüşü olmadı. Oysa her kitabın yüzde 10’luk telif hakkı bana ait. Ancak hiçbir şekilde gelmedi. En son ben şunu dedim; hiç olmazsa her baskıdan 100’er tane kitap gönderin bana, onu bile bir tek sefer yaptılar daha da yollamadılar. Yani onlar bastı onlar sattı kitaplarımı. Şimdi kötümser bir tablo ortaya çıkıyor. Ben bu kadar çalışma yaptım ama ne değerini bilen var ne de ekonomik olarak geri dönüşü söz konusu… O süreçte gece gündüz diye bir şey yoktu benim için. Tek başınasınız düşünün ve tek başına araştırma yapıyorsun, notlar alıyorsun oradan buradan topluyorsun, çocukların var onlarla ilgilenemiyorsun. Karşılığı bu olmamalı.

Bana bu şekilde söylense ve bende bilsem ki zerre kadar Kürtlere faydam olmuşsa mutlu olurum. Hatta bundan daha büyük mutluluk olmaz. Benim üzüntüm çalışmalarımın hedefine varamamış olması olasılığı ile ilgilidir ve bu beni üzüyor. Siz benimle konuşmak için buraya kadar geldiniz için çok mutluyum. Keşke kitaplarımı basanlar da bir şekilde bir gün kapımı çalsaydı…

Vasatın altında bir hayat sürüyorum, emekliyim, ortalama bir yaşamım var; ancak genel orak durumumdan şikayetçi değilim. Benim hiç arabam olmadı, ehliyet bile almadım. Ben halkımın ezilmesine yok olmasına göz yumamazdım. Halkım Kürdistan da ezilirken ben burada keyfime bakamazdım. Halkıma hizmet etmek beni daha çok mutlu etti. Ekonomi onun kadar önemli bir olgu değil. Ne gemi, ne vapur ne de şato istiyorum. Benim için en önemlisi halkımın birazcık olsun huzura ve rahata kavuşmasıdır. Eğer bu konuda birazcık katkım ve emeğim varsa ve bu halk da bunu görmüşse bundan daha büyük mutluluk düşünemiyorum. (Politika)

Bu haber 409 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), 4. Olağan Genel Merkez Kongresi’ni Dersi..