Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Ayten Şimşir yazdı; Alevilik, hakikat ve asimilasyon

Ayten Şimşir yazdı; Alevilik, hakikat ve asimilasyon

21 Eylül 2018, 14:57

''Muharrem/ Matem/ Meha Morkiri (mühürlü ay-yas ayı) olarak bilinen ve tüm Alevi sürekleri için kutsallığı tartışmasız olan bu dönemde, toplumumuzu Alevi Yol değerlerinden uzak, afaki işlerle uğraştıran, hakikatten uzak konularla tartışmalara sürüklendiğini görmekteyiz. Bu çerçevede bir kaç konuya özellikle değinmek gerektiğine inanıyorum.''

Hakkın emri rızasına talip ve çoban olanlara,

Vicdana, edebe, hayaya, ikrara sahip olanlara,

Gönlü yerde, yüzü hakka dönük, özü dar’da olanlara,

Ma û mat olinin tevelle ve teberrasına inanarak hizmet için irfan meydanlarında hazır bulunan tüm canlara aşk olsun!

Muharrem/ Matem/ Meha Morkiri (mühürlü ay-yas ayı) olarak bilinen ve tüm Alevi sürekleri için  kutsallığı tartışmasız olan bu dönemde, toplumumuzu Alevi Yol değerlerinden uzak, afaki işlerle uğraştıran, hakikatten uzak konularla tartışmalara sürüklendiğini görmekteyiz. Bu çerçevede bir kaç konuya özellikle değinmek gerektiğine inanıyorum.

Alevilik nedir, ne değildir?

Alevilik; insanlığın kadim zamanlarından bugüne süzülerek gelen dinlerin ve dillerin hak aynasıdır. Bu tanımlama, tarih içerisinde din ve inançların içerisindeki hakikatlerin sahiplenilerek “Birlenmesi’’dir. Cümle varlığın ve insanın hak’dan olduğunu bilerek “yetmiş iki milletin rıza yolunda “bir’’ kılınması ile Alevilik, insanlığın ‘Hak Aynası’ olmuştur.

Diğer inançlarda olduğu gibi Alevilik de birçok kültürel katmandan oluşur, uzun ve kadim bir tarihin ürünüdür. Bu tarihsel katmanlar düşünce/inanç sistemimizde bir’lenmiştir. Tarihsel birikim belli dönemlerde çeşitli kültürel temaslar sonrası tekrar formatlanmış ve toplumsal hakikat ile buluşmuştur.

Diğer bir deyişle Alevilik “vahdet-i vücut’’ yani varoluş felsefesidir. Alevilik, varoluş felsefesi içerisinde ana kadının, tekçi eril akla karşı direniş süreğidir. Alevilik, devlet dışı kalmış toplum/inanç sistemidir.

Aleviliğin felsefesine göre başlangıçta sonsuzluk, sonsuzlukta da zifiri karanlık vardı. Zifiri karanlıkta ise kaos vardır. Ne yer ne de gök! Kaosun içerisinde de ışık(nur) vardır. Tüm varlıklar, o ışıkta/nurda gizlidir. Nur kendisini bilmek istedi, uyur halde iken kendinde saklı bulunan akıl olmaktan çıkıp, kendisi için bilinç olmayı yani uyanmayı istedi. İstek kendi kendini ateşledi ve kendi varlığını doğurdu yani uyandı.

Alevi inancı buna “nokta-i vahid’’ demektedir. Burada su, ateş, toprak ve havadan oluşan dört temel madde bulunmaktadır. Bunlar varlığın temel maddeleridir ve yek vücuttur. Vücutsuz hiçbir şey yoktur, hayat bunla başlar ve can olur. Can demek yaşam demektir. Bitki, hayvan ve insan üçlü olarak hayat bulmuştur ve insan, kavram olarak cana gelmiş hak demektir. İnsan kavramı iki heceden oluşmaktadır. İn-, can demek iken, -san ise mekan, vücut demektir. Yani insan bir mekanda oluşmuş canlıdır. Bütün evren ışıkta vardır, ışığın içindeki noktada. İşte hak, o noktanın adıdır. Doğmuş ve doğurmuştur. Var olan herşey onun kendisidir, yani sır değildir. O ışık doğarak gelmiş, insanda vücut bulmuş, onda gerçekleşerek güncellenen akıl olmuştur. Bu nedenle insan hak’kı kendinde bulur ve tanır, kendini bilirse hak olduğunun farkına varır. Kendini bilmezse hak’tan uzaklaşır ve özüne yabancılaşır. Bu nedenle “kendini bil’’ ve “kendini bul’’ ilkeleri önemlidir. Aleviliğin merkezinde insan vardır sözünün arka planında, hak’kın insan da gerçekleşmiş olması yatar. Tüm canlılara bu gözle bakılır. Alevilikte kadın, hak’kın doğum kapısıdır.

Alevilikte insan tanrının kulu değildir. Tanrı ve insan bir bütün olarak ele alınır. Tanrıya hizmet kulluk değil tanrısallığa ulaşma yani insan-ı kamil olma mücadelesidir. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir. İnançlar ve kültürler tümden bir kalıba sığdırılamaz. Mutlaka belirli bir dinamizmi içlerinde barındırırlar. Aynı zamanda da kendilerini korumaya meyillidirler. Kolay kolay değişmez ancak bu tarih içerisinde inançların birbirinden etkilenmediği, birbirine yeni değerler katmadığı anlamına gelmez. İnançlar tarih içerisinde hem kendilerini korurlar hem de kendilerine yeni değerler katarlar ki, inançlar tarih içerisinde birbirlerinden etkilenmiştir. İnsanlığın gelişmesi bunu ifade etmektedir. Tarihsel toplumlar düşünüldüğünde esas olan katı, sert duvarlar ya da çitler değildir. Toplumların arasına demir perdeler kurmak, birbirlerinden ayırmak değildir. Esas olan birbirlerinden alıp vermeleridir. Bu  ticaretle olur, savaşla olur ama bir şekilde sosyal hareketlilik olur. Bu nedenle saf/ari, çıktığı günkü gibi kalan bir inanç bulmak, ondan söz etmek mümkün değildir.

Alevilik, tarih içerisinde toplumsallık temelinde ortaya çıkmış bir inançtır ve Ortadoğu inancıdır. Ortadoğu inancı demek çok köklü kültürel değerlere sahip olmak, çok farklı kültür ve inançlardan etkilenmek demektir. Bugün Alevilerin yaşadığı esas coğrafya Anadolu/Yukarı Mezopotamya ise, Aleviliğin tarihsel köklerine en yakın yaşayan Yarsanlar(Ehl-i Hak) İran’da yaşıyorsa, bu Aleviliğin çok köklü bir inanç olduğunun bir yanıyla kanıtıdır.

Aleviler tarih boyunca sorunlarını baskıcı bir güce dayanarak değil demokratik temelde, kendi içinde çözen bir toplum olmuştur.

Aleviler ve İslamiyet

İslamiyet kuşkusuz diğer tüm inançlara göre daha ideolojik, örgütlü ve daha politik bir biçimde tarih sahnesine çıkmış, bu yönüyle de bunun mücadele araçlarını daha sistemli bir şekilde geliştirmiştir. Zaten Medine’ye gittikten sonra Mekke ile savaşlar yaşaması kendisini geliştirmek, korumak için silaha ihtiyaç duyduğunu gösterir. Bu, İslamiyet sadece silahla kazandı ve yayıldı demek değildir. Bu noktada iki yönlü etkisi olduğu açıktır. Ortadoğu’da hızla gelişmiş ve kısa zamanda diğer bölgelere yönelmiştir. Bu yönüyle inanç olarak diğer toplumları ve inançları etkilemiştir. Alevi inancı İslamiyetle tanıştığında bütünen değil; hak adalet, eşitlik gibi değerlerini sahipleniyor. Hak mücadelesi içerisine giren Ali, Hasan, Hüseyin’i sahipleniyorlar. Dolayısıyla da zulme uğrayan ehlibeyti sahipleniyorlar.

Alevilik kendi içinde kesinlikle tekdüze değildir. Aleviliği Şamanizme dayandırmak milliyetçiliğin ürünüdür. Şamanizm de Alevilik gibi bir doğal inançtır, Ortadoğu’nun kıyısında yaşandığı için uzun zaman varlığını sürdürmüştür. Şamanizmin Türklerin İslamiyet öncesi inancı olduğunu ve Alevi Türklerin de Şamanizm’den etkilendiğini unutmamak gerekir.

Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır?

Bunu yerine, Alevilik İslamdan ne kadar etkilenmiştir, denilmesi daha doğrudur. İslam içidir demek Aleviliği İslam’ın mezhebi yapmak demektir ki,  bu durum Aleviliğe aykırıdır. İslam dışı demek ise İslam’dan hiçbir şey almamıştır demektir ki, bu da doğru olmaz. Böylesi bir tanımlama İslam’dan alınan bazı değerleri yok etmek ve kendine göre bir Alevilik oluşturmaktır. Somut olan İslam’dan ne almış ne almamıştır hususunu netleştirmektir. Alevilere, siz İslam’sınız demek asimilasyonun politikasıdır. Aslını inkar intihara götürür. Yine şu bilinmelidir ki, Aleviler içerisinde inkarcılık önemli bir sorundur.

Ali’nin Alevilik’teki yeri

Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Her Alevi, söylencelere dayalı tarih ile bilime dayalı tarih arasındaki farkı iyi ve doğru saptamalıdır. ”Ben dedemden şöyle duydum, falancadan böyle duydum’’ diyerek gerçekleri bilimsel olarak araştırmaktan uzak durmak, Alevilik felsefesine de ters düşmektedir. Yanlış veya doğru bilinen herşeyi, bilimsel dayanaklarının olup olmadığına bakmadan reddetmek veya kabullenmek, her şeyden önce kendi düşüncesine güvensizlikten kaynaklanır. Çünkü bilim ispatlanabilir olma temeline dayanır. Gerçekte yaşamış olan Ali boşuna şöyle dememiştir: “Bilmediğini bilmeyen katmerli cahildir, ondan kaçınız. Bilmediğinin farkında olan öğrenmeye isteklidir, ona yardımcı olunuz. Bilmediğinin farkında olmayan uykudadır, onu uyandırınız.’’

Var olan belgelerden hareketle Hz. Ali hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak kolay olduğu için gerçekte yaşamış olan Ali’nin yaşamı hakkında rahat konuşulabilmektedir. Hz. Ali’nin sözleri ve vasiyetinin yer aldığı Şerif Radıy’ın derlediği ve Abdülbaki Gölpınarlı tarafından hazırlanan “Nech ül Belaga’’ isimli kitabı, Alevi kaynağı olarak kabul edenlerin buna uygun yaşamaları beklenir.  Bugün temel başvuru kaynağı haline getirilmeye çalışılan bu kaynakta neden ve niçin soruları önemli ve düşündürücüdür. Bu kaynakta Hz. Ali’nin şu emri bile söz ettiğimiz çelişkiyi ortaya çıkartmaya yeterlidir: “Namaz her temiz bedenin zekatı da oruçtur.’’ Yine bu kaynakta Kabe ve Kıble’ye, ramazan orucu ve namaza, kadına ayrıca savaş ve başka konular ile Alevilerin yaklaşımı arasındaki büyük farkları açıkça gösterecektir.

Aleviler “’En-el Hak’’ yani Tanrı bendedir derken, Hz. Ali ise ’’Seni yarattıklarından bir şeye denk tutan, seni onunla bir sayar; seni bir şeye denk sayan, hükmü yerinde ve apaçık olarak indirdiğin ayetlerine kafir olur’’ der. Bu örnekler tarihte yaşamış olan Hz. Ali ile Alevilerin Ali’sinin aynı kişiler olmadığını göstermektedir. Buradan hareketle özellikle Alevi gençler şu soruyu sormalı ve araştırmalıdır: “Hz. Ali ve Oniki İmamlar, Alevi tarihine ne zaman nasıl dahil olmuşlardır?

Hz. Ali ile Alevilerin buluşması siyasal bir süreçtir. Medine vesikası, Hüseyin’in şehadeti, Zeyneb’in direnişi.

Alevi inancındaki Ali, Allah, cennet/cehennem, vahdet-i vücut, dört kapı kırk makam, kırklar cemi, müsahiplik, pirlik, mürşitlik ve ritüeller de tarihteki Ali’den ve elbetteki İslamiyet’ten farklı bir yaşam, inanç ve anlayışa sahiptir. Alevilik’teki Allah inancı İslamiyetteki Allah inancından çok farklıdır. Bunu Nesimi’nin dizelerinde görebiliriz: “Hak insanda görüldü, insan kılığında karşımıza çıktı, artık sende yolundan sapma gel insanın önünde eğil!”

Aleviliğin 12 İmam ve Ehli Beyt ile tanışması

Bu tanışma, Baba İlyas ve Hünkar Hacı Bektaş’tan çok sonra 15.yüzyılda olmuştur. Bunda Safevilerin etkisi büyüktür. Bunlarla tanışan Aleviler, Ali ve Hüseyin şahsında zulme başkaldırı ve direnişi sahiplenerek ortak yanlarını içselleştirmiş, bire bir onlar gibi yaşamamış, kendilerini bu yolla gizleyerek korumuşlardır. Alevilerin 12 İmam ve Ehli Beyt’i kabulü özde değil biçimsel bir kabuldür. Özde kabul, onlar gibi yaşamayı gerektirir…

Kısacası Alevilik ne İslam’ın içinden çıkmış ne de ondan ayrışmıştır. Bu nedenle gerçekte yaşamış Ali ile Alevi nefeslerindeki Ali’yi birbirinden ayırt etmek gerekir. Buradan hareketle Ali, Ehlibeyt ve 12 İmamları gizlenerek direnme yolunu seçmek için kendi tarihine katmış, zamanla bu zorunluluğu farklı anlamlar yükleyerek benimsemek durumunda kalmış bir inançtır Alevilik.

Gerçekte Muharrem Orucu’nun Alevilikteki yeri nedir?

Oruç sözcüğünün karşılığı “roci’’ ve “roce’’ dir, bu kelimelerin gün ve güneş ile direk bağlantısı vardır. Yine “ru/rü” sözcükleri de “yüz’’ yani sıfatı/cemali ifade eder. Güneşin doğuşundan batışına kadarki süreye/güne; ro/roc denilir. Bu kavramların Pehlevice’den Farsça ve Kürtçe’ye geçtiği bilinmektedir. Alevi inancının Reyberleri bu inancı inşa ederken bu kavramları sırlı manalarla nakşetmişlerdir. İnsanın yüzü/sıfatı/cemali; ru/ rü; güneş ”ro, roz, roj’’ gibidir. O insan ki güneşte kendi cemalini görür, ona döner, onu dualarla yakarışlarla kutsar. İşte bu evrensel alemde insan, kutsadığı güneşe ’’roci’’ tutarak saygısını gösterir. Söz konusu tüm kavramların asıl kökeni Hurrice olup güneşle alakalıdır. (İrene Melikhoff’un araştırmaları bunu açıkça ortaya koymaktadır)

İnsanlığın başlangıcından beri tarihsel süreç içerisinde oruç tutma olgusunu ele alırsak; oruçaslında güneşe olan tapınımın, bir nevi vücuttaki eylemsel tezahürüdür.. Güneş etrafında geliştirilen geleneksel ritüeller, Alevilerin ayini cemlerine de sirayet etmiştir. 12 hizmet ve dönülen semaha da bu durum yansımıştır. 12 hizmetin serçeşmesi pir/mürşid hak meydanında güneşi temsil eder, etrafındaki pervaneler de diğer gezegenleri temsil etmektedir. Alevilerde bu durum, temel bir ibadete işaret eder. Zamanla güneşe karşı geliştirdikleri takdis geleneklerini Kerbela matemi bağlamında oruç ve aşure ile sentezlemişlerdir. Aleviler Güneş takvimi kullanır. Çünkü bu takvim hassastır ve kesinlikle şaşmaz, İslamiyet ise Ay takvimi 11 gün eksiktir. Yani Aleviler Hicri takvim kullanır, Hicri takvime göre bir yıl 354 gündür ve 12 kameri aydan oluşur, yani ay dünya etrafında 12 kez döner.12 günlük oruç Batıni Alevilerde eskiden de vardı. Zira bilinen tarihe göre 12 sayısının kudsiyeti Sümerlerle birlikte Hurrilerde doruğa çıkmıştı. Orada göksel kozmogoni içerisinde 12 rakamlı birçok kült ve bilimsel değerler ortaya çıkartılmıştır. Taş devrinden bugüne 12 rakamı gizemli, bir o kadar da kutsanan bir rakamdır. Göklerden yeryüzüne dolayısıyla insana yansıyan birçok gizemi mevcuttur. 12 sayısının en çok Sümerler döneminde bilimsel olarak ele alındığını görmekteyiz. Mesela dünyanın çizdiği büyük daireyi her biri otuz derece olan 12 eşit parçaya bölmüşlerdi. Bir günü yirmi dört saatle bunu da 12 saat gece, 12 saat gündüz olarak hesaplamışlardı. Gök çemberini 360 günle sabitlemişlerdi, bu çemberi de 12 bölüme ayırmış, bir yıla 12 ay yerleştirmişlerdi. Böylece takvimi bulmuş oldular. 12 zodyak burcunu tespit edip, gökkubbede 12 gezegeni keşfeden Sümerler, göklerde 12 durak olduğunu belirtmişlerdi. Onlar da 12 tanrı/tanrıça vardı, Hititlerde de bu böyleydi. Zira geçmişi Sümerlerden daha eskiye dayanan Göbeklitepe’deki 12 dikilitaş ve benzeri tarihi veriler bu örnekleri uzatıp gider. Aleviler toplumsal ibadetlerini 12 hizmetli tarafından yürütürler, yolumuzun temeli ocak sistemi de 12 ocak üzerinden inşaa edilmiştir. 12’nin kutsallığı Zerdüşti inançta 12 ferişte yani melek olarak karşımıza çıkar. Yahudilikte 12 kabile, Hristiyanlıkta 12 havari olarak görülebilir. Tüm bu 12 dizgesi Alevi yol önderleri tarafından 16. yüzyılda 12 imam örtüsü ile günümüze değin getirilerek yaşatılmıştır.

Umumi görüşe göre; aş û ra (yolun yemeği) Muharrem ayının onuncu gününe denk gelmektedir. İmam Hüseyin 681 yılında Kerbela’da katledildiğinden dolayı 10 ya da 12 gün oruç tutanlar, oruç bitiminde evlerinde 12 ayrı besin maddesinden oluşan Aşura yemeğini dağıtırlar. Dikkat edilecek olursa 12 ayrı üründen meydana getirilmesi, bu inancın ne denli arkaik yani eski değerlerinden kaynaklandığını göstermektedir. Yoksa farklı zaman periyotlarında yaşamış 12 imamla alakalı bir yemek değildir. 12 rakamı semah ile alakalıdır, bilimseldir, gök kubbe ile ilgilidir. Kozmik şifresel bir işarettir. Aş û ra sözcüğü İbranice bir sözcüktür ve Aşur’dan geldiği sanılmaktadır. Aşur, Sümer ve Akadlar dönemine dayanan, gören manasındaki tanrının ismidir. Arapçada Aşura tanımı Muharrem ayının 10. gününe denk gelmektedir. Bu kavram zahiri tanımından öte Batini Aleviliğin dilinde yolun yemeği olarak geçer. Birçok kaynak incelendiğinde bu günde birçok olayın gerçekleştiği görülebilir. Bu olayların kimileri mitik anlatılar olsa da, birçoğunun yaşandığına dair tarihsel bilimsel deliller bulunmaktadır. Örneğin Ademin tövbesinin kabulü, İdris’in göğe yükselmesi, Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, İbrahim’in ateşten kurtulması, Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması, Eyyüb’ün hastalığının iyileşmesi, Musa’nın Kızıldeniz’i geçerek İsrailoğulları’ndan kurtulması, Yunus’un balığın karnından çıkması, İsa’nın doğumu, yerler ve göklerin yaratılması, gibi. Bilinen tarihte Sümer metinlerinde tufanla birlikte suyun içerisinde kalan Nuh’un gemisi Cudi Dağı eteklerinde karaya oturunca, tufandan kurtulanlar gemide kalan son erzakları ile Aşura’yı pişirip bayram yapmış ve hayatta kalmanın şükran borcu olarak her yıl o kurtuluş gününden önce gemide geçirdikleri 10/12 günü oruçla geçirmişler. Oruç bitiminde de Aşura yapıp bu günü kutlamaya devam etmişler.

Batıni Aleviler Muharrem orucunu 12, Şiiler ise 10 gün tutarlar. Çünkü bazı bölgelerdeki Şiiler muharrem orucu yerine ramazan orucu tutarlar. İran’da genel olarak 10 gündür, Batını Alevilerde 12 güne çıkartılmasının nedenlerinden birisi de 12 rakamındaki kutsallığının, 12 imamlar şahsında sırlanmasıdır. Kerbela’dan ötürü imamların yaşamlarına bakıldığında İmam Hüseyin ile İmam Mehdi arasında 244 yıl zaman farkı bulunmaktadır. Bu kronolojik süreyi Ali ile başlatırsak, bu süre 271 yıllık bir aralığa tekabül eder. Yani 12 imamların kendi arasında 271 yıllık bir süre açıklığı göze çarpar. Bu da bizlere 12 günlük orucun gerçekte 12 imamla doğrudan bağının olmadığını bir kez daha gösteriyor..

Alevi toplumu bugünlerde nasıl oruç tutuyor?

Matem / Muharrem/ Meha Morkiri (mühürlü ay) olarak tanımlanan bu dönemin onuncu günüdeyken, geride bıraktığımız dokuz gün boyunca birçok Alevi kurumunda, ağız mührü açma erkanlarına ve muharrem sohbetlerine katıldık. Buralarda gözlemlediğimiz kadarıyla; kitlemiz kendi kadim tarihine ve tarihe ait bilgilere yabancılaştırılmış durumda. Ne yazık ki Alevi toplumunun büyük bir kesimi, kendi hakikatinden her geçen gün uzaklaşmakta, adeta İslam içerisindeki oruç ve iftar kültürüne doğru hızla yol almakta. Bu da yetmezmiş gibi muhabbetlerde anlatılan konu başlıklarına bakıldığında; bir çok alanda, bilinçli ya da bilinçsiz seçilen konular, toplumumuzu Şia İslam’la buluşturan ve yine Şia İslam karakterleri ve kavramları ile Aleviliği tanımlayan içerikte hazırlanmış. Bu durumda ne yazık ki toplumumuza öncülük eden Dede’lerin ve kimi kurumlarımızın payı da oldukça fazla. Toplumumuzu hak bildiği, ikrar verdiği bilgi ile  buluşturmak, öncülük etmek gibi bir misyonu olan Pirlerimiz, asimilasyonun da etkisi ile Dede olalı beri işler çıkmaza girmiş durumda. Bilgiyi aktarmak ya da öğretmektense, kurumlardaki kitlenin homojen olmamasını gerekçe göstererek tarihsel onlarca araştırma sonucunda ortaya çıkan kadim bilgileri pay etmekten sakınan, bir boyutuyla kişisel çıkarlarını esas alan, kariyerini kaybetme kaygısı güden pratikler gözler önünde. Alevi toplumunun büyükçe bir kesiminin kafası oldukça karışık. Verilen/anlatılan bilgiler torna tesviyeden çıkmışçasına tekdüze ve ne yazık ki İslam içi bilgi ve kavramlar, birçok kurumda kullanılan dil ve kavramlar kadim Alevi dili değil. Tüm bunlara karşın manevi yoğunluk adeta dorukta ve verilen bilgiyi kolayca alabilecek düzeyde. Kadim bilgiyi türlü gerekçelerle kitle ile buluşturmaktan sakınan bir cenah olsa da, aralarında bizler gibi hak bildiğini esirgemeden söze dökenler de var. Hal böyle olduğunda kafalardaki bilgiler çelişkiden öteye çatışmaya dönüşebiliyor ne yazık ki. Çünkü kitle psikolojisi ilk kez duyduğu hakikati kabullenmekte direnç gösteriyor ve kendi varlığına, sonradan  edindirildiği  öz değerlere tehdit olarak algılamakta. Bilinç düzeyinin bilgiyi almakta gösterdiği direnç, savunmayı getirdiğinde ne yazık ki hakikatten uzaklaşıyorlar. Alevi toplumuna öncülük ettiklerini iddia edenler;  bilerek yada bilmeyerek toplumdaki homojen olmayan yapıyı bir arada tutma politikası ile liberalize edip, esasen kitleyi asimilasyona çok daha fazla açık hale getirdiklerini göremiyorlar. Onlar için mesele kitleyi bir arada tutmak ve tek bir şekle sokmak. Oysa ki kadim yol değerlerimizde ölçüler tek olsada, şekilci değildir. Bütün bu sorunlara, kirletilmeye çalışılan bilgilere rağmen Alevi toplumunda bir direnişin/kimlik arayışının dolayısıyla da sorgulama halinin geliştiğini gözlemlemek bizleri ayrıca sevindiriyor. Çünkü onlar cevherin çok uzakta değil kendi yüreklerinde ve zihinlerinde olduğunu çok iyi biliyorlar. Ve bu bilgi ile kadim yolumuzun “kendini bil/kendini bul’’ desturları ile yüzleşeceklerini, kendilerini asimile etmeye çalışanlara engel olacaklarını biliyoruz…

Ayten ŞİMŞİR / Politika

Bu haber 534 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), 4. Olağan Genel Merkez Kongresi’ni Dersi..