Yazar Metin Aktaş’ın, Şeyh Said isyanını başlangıcından idam edildiği güne kadar, gerçek bir yaşam öyküsü üzerinden oldukça akıcı bir üslupla ele alıp, 2011 yılında okurlarla buluşturduğu “diye” adlı kitabının ikinci baskısı Aram Yayınevi’nden çıktı.
Kaleme aldığı kitabını okuyacak olan okurların, devletin Kürt sorununa dair bakış ve yaklaşımı ile karşılaşacağını belirten Aktaş, süren inkar ve imha politikalarının, acımasız oyunlar ve hilelerinin dünden bugüne aslında hiç değişmediğinin görüleceğini ifade etti.
Bir coğrafyada yaşayan farklı etnisitelerin, o coğrafyanın birer uzuvları olduğunu dile getiren Aktaş, devletin bu uzuvlara yönelmesini de “Bu, bir bedende bir kolun ya da gövdenin kesilmesi demektir ve bu şekilde sağlıklı yaşamak da olanaklı değildir” sözleriyle tanımladı.
Aktaş, ilk baskısı tükenen kitabının ikinci baskının uzun süre yapılamamasının nedeni olarak ise uygulanan baskılara işaret etti. Basın yayın organları üzerindeki baskılar nedeniyle birçok yayınevinin geri adım atmak zorunda kaldığını belirten Aktaş, kendi kitabının da bu baskıların kurbanı olduğunu belirtti.
Yazarlar eleştirmeli
Devlet terörünün yarattığı yıkımın boyutunun çok daha büyük olduğunu vurgulayan Aktaş, “Bu ülkede bireye yönelik her şeyi anlatabilirsin ama kurumlar, devletler, siyasal partiler ile ilgili bir şey anlatmana izin vermiyorlar. Özellikle devletlere karşı… Oysa ‘terör’ denilen olay sadece birey, oluşumlara ait değildir. Bu yüzden yazarlar, devletten kaynaklı antidemokratik gayri insani uygulamaların üzerine cesaretle gidebilmeli, eleştirebilmeli” dedi.
İsyan yıllarının romanı
Kaleme aldığı romanını resmi tarihin manipülasyonlarından koruduğunu söyleyen Aktaş, “Nişancı romanı, 1925 Şeyh Said İsyanı’nda yaşanmış olayları objektif anlatan bir romandır. Sadece tarihsel bir roman değil, aynı zamanda isyan yıllarında Alevi bir genç ve Sünni bir kadının aşkını da anlatır. Resmi tarih, yalan bir tarih olarak üretildi. Bu yalan tarih üretilirken kitleler uyuşturuldu. Zalimler mazlum, mazlumlar zalim olarak gösterildi ve bu topluma kabul ettirildi. Bu gidişata, bu tarihsel akışa ve bakışa karşı çıkan muhalif yazarlar da susturuldu ya da halen susturuluyor. Devletler, toplumlar gerçek tarihleriyle samimi bir şekilde yüzleşmelidirler. Ama ne yazık bu yalan tarih üretimine devam ediliyor. Trajediler yanlış anlatılarak toplumu zehirliyorlar ve bu yüzleşme gerçekleşmediği için de aynı trajediler, acılar tekrar tekrar yaşanıyor. Bir kısır döngü gibi yine önümüze geliyor” diye belirtti.
Şeyh Said ile Seyit Rıza
Yazar Aktaş, Şeyh Said ile ilgili maksatlı olarak üretilen yalanlara Dersim halkının da inandığına dikkat çekiyor. Bir Alevi olarak içinde büyüdüğü toplum içinde bu durumla sık sık karşılaştığını anlatan Aktaş, bu durumu şu örnekle açıkladı: “Toplumlar bir araya gelmesin, sorunların çözümünde diyalog kurup ortak çözümde bulunmasın ve birbirleriyle boğuşsun diye yalan bir tarih yaratıldı. Örneğin Dersim civarında anlatırlar. İşte Şeyh Said efendi, Seyid Rıza’nın evine gelmiş. Seyid Rıza da misafirlerine hayvan kesmek istemiş. Ancak Şeyh Said ‘sizin kestiğiniz hayvanları yemem’ diye reddetmiş. Seyid Rıza da Şeyh Said’i evinden kovmuş. Böyle tamamen maksatlı uydurulmuş yalanlar çok dolaşır. Ve ne yazık ki halen buna inananlar var. Oysa yakın tarihi araştıran bir insan olarak şunu diyebilirim ki bu tamamen yalan.
Hiçbir zaman Şeyh Said’le Seyit Rıza bir araya gelmemiştir ve böyle bir olay da yaşanmamıştır. Peki, neden böyle yapılıyor? Çünkü devlet Alevi Kürtler ve Sünni Kürtlerin bir araya gelmesini istemiyor. Bunların birbirleriyle didişmesini amaçlıyor.”
Şeyh Said hoş görülü bir insandı
Aktaş, bugün Alevileri hor güren kimi Sünni ekollerin, Şeyh Said’te asla bu yaklaşımı bulamayacaklarını da vurguladı. Şeyh Said’in hümanist bir insan olduğunu söyleyen yazar Aktaş, “Kendi inancı dışındaki diğer inançlara hoş görülüdür, saygılıdır. Onların inançlarını özgürce yaşamasından yana bir insandır. Kısa da olsa yönettiği bölgelerde bunu pratiğe dökmüştür. Ayrıca Ermeni tehciri sırasında da katliama karşı çıkmış ve imkanları ölçüsünde kurtarabildiklerini kurtarmıştır” diye belirtti.
Aktaş’a göre, halklar ve inançlar arasına ekilen nefret tohumları ile birlikte bugün ülkedeki iktisadi bunalımın, ekonomik sefaletin arkasında da çözülmeyen Kürt sorunu yatıyor.
Kürt sorununun acıları çok büyüktür
Bu topraklarda yakın tarihte yaşanan sayısız trajedinin arkasında yatan nedene bakıldığında hep ötekilerin doğal haklarının yok sayılması ve bununlar beraber yaşam hakkına kast edilmeye kadar varan bir durum ile karşılaşılacağını söyleyen Aktaş, “Israrla çözülmeyen Kürt sorununun acıları çok büyüktür. İnsani, doğa ve ekonomi kayıpları çoktur. Bugün Dersim’deki orman yangınlarının arkasında yine Kürt sorunu var. Bugün ülkedeki ekonomik krizin nedenine baktığımızda yine Kürt sorunu karşınıza çıkar. Bu sorunun çözülmemesi, bu topraklarda yaşayan tüm canlılar için zarardır. Mevcut ırkçı politikalar sorunları daha da derinleştiriyor. Irkçı politikalardan uzaklaşıp sağduyulu, çağımızın insanının vardığı noktaya uygun politikalar geliştirmek gerekiyor” dedi.
Bu ülke ve toplumun Kürt sorununun çözümsüzlüğünü artık kaldıramadığını belirterek, bu nedenle ülkeyi yönetenlerin bir an önce aklını başına alıp sağduyulu, ülkenin gerçeğine uygun reel politikalar geliştirmeleri gerektiğini söyleyen Aktaş, ancak ısrarla sürdürülen inkar politikalarından duyduğu rahatsızlığı “1938’de annemin evini yakan, 1994’te benim evimi yaktı. Öyle görünüyor ki benim çocuklarımın ve torunlarımın da evini yakacaklar” sözleriyle dile getirdi.
LEZGİN AKDENİZ / MA / AMED