Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Hoş geldin Takrir-i Sükun hoş geldin

Hoş geldin Takrir-i Sükun hoş geldin

01 Nisan 2018, 09:09

Böylesi bir saldırıya 1925 Takrir-i Sükun günlerinde tanık olmuştuk. 'Welat' gazetesi fotokopi ile çoğaltılma durumunda kalmaktadır. Kendisini basan Gün Matbaacılığa el konulduğu için.

Reis, Evren Paşa’nın yapamadığını ben yaptım diye övünebilir. Gerçekten de Cunta Hükümeti “kontrol altındaki” 1983 seçimlerinden önce hazırlattığı Basın Yasasında “sakıncalı” kitaplardan dolayı matbaaları kapatma yolunu açan bir düzenleme öngörmüştü. Ancak o dönemin Remzi ve Altın kitaplar gibi büyük yayınevlerinin editörleri, bu düzenleme ile “matbaalar sansür kuruluna dönüşür” uyarısında bulunup kamuoyunu harekete geçirince, kanun bu düzenleme olmadan çıktı. Bu yeni yasada matbaalar yırttı ama yayınevleri çıkardıkları kitaplardan dolayı sorumlu kılındı. Yayıncı daha önce ancak yazar ya da çevirmen bulunamazsa, sorumlu oluyordu. Bu nedenle Sıkı Yönetim Mahkemeleri bu yeni yasa çıkana kadar yayıncıya yönelik dava açmamışlardı.

Örneğin 1982 yılında Mete Tunçay’ın “Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler” (Belge Yayınları) adlı kitabından dolayı, biz yayıncı olarak yargılanmadık, Mete Tunçay yargılandı. Ayşe Nur, kitapları Sıkı Yönetime teslim etmediği için yargılandı. Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” (Alan Yayınları) adlı kitabından dolayı bana bir suçlama gelmedi, çevirmen sevgili Attila Tokatlı yargılandı. Her iki davada da SM, beraat ve kitapların iadesi kararı verebildi.
Matbaalara yönelik tehdit, 1990 yılında çıkarılan ve SS diye anılan KHK’ler ile geldi ve matbaalar bastıkları kitaplardan dolayı sorumlu tutulmaya başladı. İşte bu dönemde hiçbir sol, muhalif dergi basacak matbaa bulamadı. Ayşe Nur bu dönemde bile İsmail Beşikçi’nin “Dersim Jenosidi” ve “Muğlalı ve 33 Kurşun” adlı kitaplarını yayınlamayı başardı. Bu dönem Kürtlerin çıkardığı “Deng”in fotokopi yöntemi ile basıldığını hatırlıyorum.

Bakanlar Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi veren antidemokratik yasal düzenleme de 12 Mart Darbesi'nin bir marifeti idi.

Bunun tabii bir de tarihi geçmişi var. 1925 Şeyh Sait başkaldırısı da o zamanın hükümeti tarafından, otoriter sistemi oturtmak için tepe tepe kullanıldı. 2015 sözde darbesinin “Allah’ın bir lütfu” olması gibi.

Basın merkezi olan Babıali’nin neredeyse bütün liberal, solcu ya da muhafazakar gazete ve dergilerinin yayınevleri bir gece evleri ansızın basılarak kendilerini Diyarbakır’daki olağanüstü yetkili (Temyiz olanağı bulunmayan) İstiklal Mahkemeleri'nde buldular. Sayısız sol dergi zaten tamamen kapatıldı. İlk kadın yönetmenine de bu dönemde sahip olduk. “Resimli Ay” dergisinin editörlüğünü eşi tutuklanan Sabiha Sertel üstlendi. Salkım saçak insanların asıldığı bu ortamda gazete yayın yönetmenleri, Çankaya’ya “şefaat ya Reis-ül Cumhur Kemal Paşa” diye dilekçe yollayıp biat edince serbest kaldılar.

Ama 1915 yılında tutuklanıp, Ayaş ve Çankırı’ya yollanan Ermeni gazetecilerin bu şansı olmamıştı. Onlar da, buradan “yargılanmak üzere” Diyarbakır’a yollanırken, yollarda Teşkilat-ı Mahsusa’nın örgütlediği çeteler tarafından katledilmişlerdi.

Aynen şu günlerde, Doğan grubunun pes edip, hiç olmazsa sermayeyi kurtarmaya çalışmaları gibi.

Bu yeni dönemin bir özelliği ise, artık “semaye”nin dokunulur hale gelmesidir. 12 Mart ve 12 Eylül, ya da 28 Şubat “post-modern” darbelerinin ortak yanı birçok özgürlüğü kısıtlarken, kaldırırken “şirket kurma ve business yapma” özgürlüğüne dokunmaması idi.

15 Temmuz Darbe/Karşı Darbe sarmalından sonra ise, 1915’den sonra, bırakın “business yapma hakkını, ilk kez mülkiyet hakkı ciddi bir saldırı altına girdi. Mülkiyet hakkının böyle ciddi saldırı altına girmesi örneklerine ancak sağ ya da sol totaliter sistem örneklerinde tanık oluyoruz. 

Osmanlı reformlarının en önemli yanlarından biri, daha önce herhangi bir güvence altında olmayan mülkiyet hakkının yasal sisteme geçirilmesi idi… Bu yasal güvenceler 1915 soykırımı sırasında askıya alındı ve Osmanlı yurttaşlarının mülkiyet hakkı, din ve milliyet kıstasına göre yok sayıldı. Daha sonraki Kemalist rejim ise, “emlak-ı metruke” (sözde terk edilmiş mülkler) yasaları ile yurttaşların bir bölümümün mülkünü kamuya mal edip, kafasına göre yeni bir dağıtıma tabi tuttu.

15-16 Temmuz Karşı-darbesinin en önemli özelliklerinden biri, olağanüstü durumu olağanlaştırması ve ideolojik bir temel üzerinde yeni bir toplum düzenlemesine, mühendisliğine girişmesidir. Özel mülklere el koyma da bunun bir parçası olmuştur.
Doğan medya gurubunun pes etmesinden sonra, sıra tek günlük Kürt gazetesi “Özgürlükçü-Demokrasi” gazetesinin şirketine ve bu gazete yanında birçok muhalif gazete ve derginin basıldığı “Gün Matbaacılık Şirketi'ne” el konulmasıdır.

1992 yılında kurulan ve isim değiştirerek basın özgürlüğü mücadelesini sürdüren “Özgür Gündem”, 4 Aralık 1994 tarihinde bombalı bir saldırı ile havaya uçurulduğu halde, örnek bir aydın ve basın dayanışması sonucu yayınına bir gün olsun ara vermeden devam etmişti. 
15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkilendirilen Gülen cemaatine ait olduğu söylenen gazete, dergi, TV ve yayınevlerine karşı başlatılan el-koyup kamulaştırma uygulaması, daha sonra darbe girişimi ile herhangi bir bağlantısı olmayan, “Özgür Gündem” örneğinde Kürt basını ve kanallarına yönelmiş, daha sonra İMC gibi bağımsız haber kanallarına ya da Alevi örneğinde Yol ve TV-10 gibi kanallara sıçramış, sonra da sol kesimden Hayat-TV, Evrensel Yayınları, Evrensel Kültür ve Tiroj dergilerini kapsamı içine almıştı. Böylesi bir toplu saldırıya ancak, yeni bir rejimi oturtmayı hedef alan 1925 Takrir-i Sükun günlerinde tanık olmuştuk.

1990 yılında “Deng” dergisi fotokopi ile çoğaltılıp dağıtılırken, bundan tam 28 yıl sonra, Kürtçe yayınlanan, tarihinde birçok kapatmaya tanık olan, “Welat” gazetesi fotokopi ile çoğaltılıp dağıtılma durumunda kalmaktadır. Kendisini basan Gün Matbacılığa el konulduğu için.
Bunun için hep yüzleşilmeyen ve hesaplaşılmayan tarih kendini tekrarlar deyip duruyoruz.
Hesap basındaki tek tipleşmeyi 2019 seçimlerine kadar sürdürmek ve 1945 yılında tek parti rejiminin sıkı yönetim altında şaibeli bir seçime gitmesi gibi, OHAL altında seçime gitmek, daha sonra da “Allah kısmet ederse” 2023 yılında restorasyonu tamamlayıp Karşı-Cumhuriyeti, eskisinin uygulamalarını kopyalayarak tesis etmektir. 
“Restorasyon”  Davutoğlu’nun söylemi idi değil mi? Zaten bunu beceremediği için azledilmedi mi?

artıgerçek

Bu haber 547 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Boksör İsmail Özen, Almanya’da spor, medya ve iş dünyasında tanınan bir isi..