Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / 1938 Dersim Suç Tarifi: Soykırım

1938 Dersim Suç Tarifi: Soykırım

28 Mart 2018, 18:10

'1938 Yıllarında Dersim’ de yaşanan soykırım ile ilgili, 1938’ den bu yana 1938’ in ne olduğu ile ilgili hep tartışmalar olmuştur.'

Bu tartışmaların büyük bir bölümü 1938’ de yaşananların ceza hukukunda ve siyaset biliminde tarifi ile ilgilidir. Herkes kendi ideolojik çizgisine göre 1938’ i tarif etmiştir. Bu tarifin altında da esas olarak suçun gerçek vasfını gizlemek, suçluları gizlemek ve Dersim’ de yaşananları görmezlikten gelmektir.

Hukukta suç tarifi cezalandırma yapabilmenin başlıca unsurudur. Gaspa hırsızlık diyemezsiniz. Yada kapkaça da hırsızlık diyemezsiniz. Tasarlayarak adam öldürmenin unsurlarının tam olması gerekir. Yani hem tasarlanma olmalı hem de öldürme fiili gerçekleşmiş olmalı. Dolayısıyla Dersim 1938 soykırım suçunun da hiç sulandırmadan ve birilerini yada bazı kurumları aklamadan isimlendirme gerekir. Bu fiilin hukuktaki karşılığı soykırımdır.

Zaman zaman konuşurken yada yazarken 1938 soykırımı yerine 1938 kırımı yada 1938 katliamı tabirlerini kullanmamız bundan kaynaklanmaktadır. Bu soykırımı gerçekleştirenler aynı zamanda soykırımın ismini de koyanlardır. Bu nedenle özellikle Dersimliler olarak hatta Kürt siyasetçiler ile hukukçuları, siyaset bilimcileri kavramları doğru kullanmak durumundadırlar. Çoğu zaman doğru kavramlarla doğru sonuçlara varmak mümkün olabilir. Aksi bir karmaşadır.

Soykırım yada jenosit ikinci dünya harbi ile birlikte tartışılan bir kavram olmuştur. İkinci Dünya Harbinde özellikle Hitler faşizminin gerek Almanya’ da ki Yahudilere gerekse başka ülkelerdeki inanç ve etnik gruplarına yapmış oldukları katliamlar jenosit olarak kabul görmeye başlamış. Jenosit kavramı esas olarak genden gelen bir kavram olup, bir geni taşıyanın yok edilmesi anlamındadır. Bu tarih boyunca tüm savaşlarda yaşanmıştır. Hatta 1. Dünya Savaşından sonraki dönemde Rusya’ nın yada Sovyetler’ in Polonya’ yı işgal ettikleri dönemde de bu suç yine tartışılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya’ lı bir Yahudi olan Raphael Lemkin Hitler faşizminin Polonya’ da ki katliamına şahit olmuştur. Bu katliamda annesi ve babası dahil ailesinden yaklaşık 50 kişiyi ölüm kaplarında kaybeden  Lemkin sonraki dönemde ölünceye kadar soykırım-jenosit suçunun kabulü ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi olarak hayata geçmesi için mücadele etmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası savaş suçlarını yargılamak üzere kurulan Nürünberg Mahkemesinde hazırlanan iddianamenin de baş aktörlerindendir. Aynı zamanda hukukçu olan Lemkin Birleşmiş Milletlerce kabul edilen soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına dair sözleşmenin de taslak hazırlayıcılarındandır.

Soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına dair sözleşme 09 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Miletler genel kurulunun Paris’ de yaptığı toplantıda kabul edilmiştir. Bu kabul ile birlikte imza ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye sözleşmeyi 23 Mart 1950 de onaylamıştır. Bu sözleşme aynı zamanda soykırım suçunu tarif eden ve suçun unsurlarını gerekçelendiren bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin kendisi, Dersim 1938’ de, Dersim’ de yaşanan katliamın soykırım olduğunun bir gerekçesidir. Bu nedenle soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına dair sözleşmenin bazı bölümlerini aktarmak istiyorum;

Sözleşmeci taraflar, Birleşmiş Miletler Genel Kurulunun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(1) sayılı kararında soykırım, Birleşmiş Milletlerin ruhunu ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen, uluslar arası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini kabul ederek, insanlığı bu tür bir iğrenç musibetten kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğuna kanaat getirerek aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır;

Madde 1. Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslar arası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.

Madde 2. Bu sözleşme bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri soykırım suçunu oluşturur.

  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi suretle bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. Grubun içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;

Madde 4. Soykırım suçunu veya üçüncü maddede gösterine fiillerden birini işleyenler, anayasaya göre yetkili yöneticiler veya kamu görevlileri veya özel kişiler de olsa cezalandırılır.

Madde 6. Soykırım fiilini veya üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki devletin yetkili bir mahkemesi veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan  Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan uluslar arası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.

Madde 8. Sözleşmeci Devletlerden her hangi biri, soykırım fiillerinin veya üçüncü maddede belirtilen her hangi bir fiili önlenmesi ve sona erdirilmesi için gerekli gördükleri takdirde, Birleşmiş Milletlerin yetkili organlarından Birleşmiş Milletler Şartı’ na göre harekete geçmesini isteyebilir.  

Makalemize referans olması bakımından soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına dair sözleşmenin bir bölümünü aktardık. Ancak insanlığa karşı suçlar babından olan soykırım suçunun 1950’ li yıllardan günümüze çok daha farklı suçları da içerdiği ve bu suçlarında Uluslar arası Ceza Mahkemesinde yargılanabilecek suçlar olduğu konusunda hukukçular hep kafa yoruyordular. Günümüze bir kültürün, bir inancın, bir coğrafyanın, bir inanç merkezinin yok edilmesi de insanlığa karşı suçlar olarak kabul görmektedir.

Bu çerçevede Uluslar arası Ceza Mahkemesi Roma statüsü 1948’ den 2002 ‘ ye kadar bu statünün onaylanması ile ilgili uluslar arası çabalar sürmüş ve Roma statüsü 2002 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede insanlığa karşı suçlar ile ilgili davalar bu mahkemede görülmeye başlanmıştır.

Türkiye soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına dair sözleşmeyi onaylamasına rağmen Uluslar arası Ceza Mahkemesi Roma Statüsünü halen onaylamamıştır. Bu dahi bir niyetinin ifadesidir.

Soykırımın oluşmasının süreci ele alınır ise belki 1938 Dersim soykırımın Dersim’ de gerçekleştirilen Kürt soykırımını daha iyi anlamış oluruz.

Dersim’ de yaşayan ve soykırıma tabi olan insanların Kürt Kızılbaş-Alevi olmaları ayrıştırılmış olmalarının ve dışlanmış olmaları öncelikli bir sebeptir. Bu nedenle ayrımcılık, nefret, kin ve düşmanlık hep ön safhadadır. Soykırımın hazırlanması ile ilgili Dersim’ deki süreç incelendiğinde bu görülecektir. Bu tamamen örgütlüdür ve önceden hazırlıklıdır. Dersim soykırımı  bir günde oluşmuş yada soykırımı gerçekleştirenlerin savlarında öne sürdükleri gibi bir isyanın bastırılması değildir. Dersim soykırımı hazırlıkları Osmanlı döneminde başlatılan bir sürecin sonucudur. Osmanlı döneminde 1896’ dan 1906 tarihine kadar Zeki Paşa, Şakir Paşa, Mardinli Arif Bey, Mutasarrıf Celal Bey ve Ali Paşanın raporlarında Dersimliler vahşi, eşkıya, ikiyüzlü, kurnaz ve zeki olarak nitelendirilmiş bu çerçevede Dersim tehdit olarak görülmüş ele geçirilmesi gereken bir yer olarak değerlendirilmiş Alevi Kızılbaşlık din sapkınlığı olarak görülmüş Dersimlilerle konuşmak yersiz olarak değerlendirilmiş Kısacası yok edilmesi gereken bir topluluk  olarak nitelendirilmiştir.

Buna benzer raporlarda Cumhuriyet döneminde de hep devam etmiştir. 1926’ dan 1938’ e kadar Dersim ile ilgili onlarca rapor yayınlanmıştır. Bu raporları makalenin içinde yazıp okuyucuyu sıkmak istemiyorum. Ama bu soykırımın sistematik ve planlı olduğunu vurgulamak bakımından Osmanlı döneminde ki raporlar ile Cumhuriyet dönemindeki raporların aynı çerçevede olduğunu söylemekte yarar var. Ve bu raporların sonucunda soykırımın çerçevesinin ve coğrafyasının belirlenmesi amacıyla Dersim eyaleti 25 Aralık 1935 tarihinde Tunceli Vilayetini idaresi ile ilgili kanun ile yeni bir il yaratılıyor ve bu coğrafyada 1936’ dan başlayarak karakol inşası ve yol inşası yapılmaya başlanmıştır. Her zaman olduğu gibi bunlarda “medeniyet” götüreceğiz gerekçesi ile olmuştur. Oysa bu inşaatlar soykırımın ayak sesleri idi. Bunu hisseden Dersim’ liler 1937’ de bazı karakolların yapımına müdahale eder. Ama devlet soykırımda kararlıdır. Seyit Rıza’ nın varlığını karakolların yapımına gerekçe gösterir. Dersim ‘ in isyan etmediğini bir anlamda vurgulamak için Seyit Rıza 1937 Eylül’ ün de Erzincan’ a gider iken yakalanır veya teslim olur.   Aynı yılın 15 Kasım’ ın da hukuk dışı bir yargılanma ile Elazığ’ da idam edilir. Seyit Rıza ve idam edilen toplam 7 kişi Elazığ buğday meydanında idam edildikten sonra Dersim’ de silahlar toplanır. Genel Kurmay kayıtlarına göre on bine yakın silah teslim edilir.

Soykırımı gerçekleştirenlerin her zaman gerekçesi isyanı bastırmak olmuştur. Dersim’ de de isyan gerekçe gösterilerek Kızılbaş-Alevi on binlerce Dersim’ li 1938’ in Mayıs ayından 1938’ in Ağustos sonuna kadar üç aylık bir süre içersinde soykırıma tabi tutulur ve katledilir.

Soykırımdaki diğer unsurlar hazırlık ve yok etme sürecidir. Yukarıda da belirttiğim üzere Dersim’ de sistematik olarak soykırım yapılmış, soykırımın unsurlarından olan ayrıştırma, hazırlık ve imha sistematik bir biçimde yapılmıştır. O günden bu güne de Dersim’ den insanlığa karşı suçlar çerçevesinde Dersim’ de yaşayanların dilleri ve kültürleri yok edilmekte, inançları yok sayılmakta ve bu konularda belki de tarihte rastlanılabilecek en katı bir asimilasyona tabi tutulmaktadırlar. Bununda günümüzdeki hukuki tarifi kültürel soykırımdır.

Ayrıca inanç merkezleri kutsal yerleri, mekan ve coğrafi kutsal yerleri mezarlıkları dahi yok edilmektedir. Yine Dersim’ de soykırıma tabi tutulan yada bu çerçevede idam edilen kişilerin mezarları dahi gizli tutulmakta, soykırımdan kurtulan ailelerine yerleri gösterilmemektedir. Bunların tamamı da soykırımın tamamlayıcı unsurlarıdır.

Osmanlıda İttihat Terakki den itibaren Osmanlı coğrafyasındaki Süryaniler, Nasturiler,  Kerdaniler, Ezdiler ve Ermeniler nasıl soykırıma tabi tutulmuşlarsa birinci dünya harbinden sonra genç Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmak için Müslümanlığı ve hilafeti kullanarak Kürt’ leri de yanına alan Türk devleti 1923 Lozan anlaşması ile artık Kürt’ lere ihtiyaç duymamıştır. Kürt’ lerin asimilasyona karşı direncini kırmak için katliam hazırlıkları yapmış, 1925’ den 1938’ e kadar sistematik bir yok etme-soykırım politikası uygulanmıştır. Bu süreçte yüz binlerce Kürt öldürülmüştür. En son Dersim’ de yaşanan soykırım aslında kısmen de Dersim’ lilerin Kızılbaş-Alevi kimlikleri de gerekçe gösterilerek en büyük soykırım gerçekleştirilmiş ve akıl tutulması başlamıştır. Bu travma yıllarca hatta şimdi dahi Dersim’ lilerin bir bölümünü referansını İddia Terakkiden alan Kemalist ideolojiyi benimsetmiştir.

Temmuz 2005 ile Aralık 2016 arasında Kürdistan’ da gerçekleşen operasyonlar ile ilgili Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyonu Şubat 2017 tarihinde vermiş olduğu raporda Sur, Nusaybin ve Cizre’ deki olayları ve katliamların insanlığa karşı suçlar çerçevesinde değerlendirmiştir.

Bu haber 596 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Etnik, dini, sosyo-politik kimliği ve doğasıyla tarihsel özgünlüğü olan Der..