İlkel-komünal yaşamın hemen arkasından gelen ve hala süren insanlık yaşam sürecimizin tamamı, “sınıf savaşımı” tarihidir.
Komünist Manifesto’da bu durum; “Bu kavga her seferinde ya bütün toplumun devrimci bir yeniden kuruluşa varmasıyla ya da çarpışan sınıfların birlikte mahvolmasıyla sonuçlanmıştır.” şeklinde açıklanmıştır.
Yukarıdaki temel düşünce bazında tarih; Üretim süreçlerinde ortaya çıkan, toplumsal olay ve olguların kaydedilmesi, yorumlanması, çözümlenmesi, incelenmesi ve öğretici bir şekilde açıklanmasıdır.
Tarihsel kişilikler, tarihin önemli bir unsuru ve olgusudur. Bu nedenledir ki tarihi kişiliklerin doğru ele alınıp değerlendirme zorunluluğu vardır.
Bu anlamda, ‘özgür birleşik demokratik’ bir toplum yaratma kaygısı ile “yarın yanağından gayri her şeyimiz ortaktır” diyen bir yaşam felsefesinin önderinin burjuva ve İslam tarihçileri tarafından nasıl linç edildiğine en güzel örneklerinden biri de Babek’tir.
Kimdir Babek demeden önce Babek’i daha iyi anlamak için yaşadığı coğrafyayı ve coğrafyadaki siyasal yaşamı değerlendirmek gerekir;
“Babek’in vatanı, güney tarafından Erdebil ile Merend’e, doğu tarafından Hazar denizine, Şamahı ve Şirvan’a, kuzeyden Muğan Ovası ile Muğan ve Aras çayı sahiline, batıdan ise Culfa, Nahçıvan ve Merend bölgesine ulaşıyordu… Babek’in yaşadığı yer, Savalan dağının kuzey bölgesindeydi. ” [1]
Arya uygarlıkları; “Aryaniler İran’da üç büyük kavme bölünüyorlar. Bir kısmı doğuda Horasan’da yerleşmeyi seçerek “Partileri” oluşturdular. Diğer bir kısmı kuzey-batıda yerleşmeye karar verip meşhur “Medler’i (Kürtler’in ataları) oluşturdular. Üçüncü kısım da Fars Eyaleti etrafında, merkez ve güneyde kaldılar. Bunlar da “Parsiler” olarak isimlendirililer.” [2]
Görüleceği üzere, Babek’in yaşadığı coğrafya Med imparatorluğunun içinde yer almaktadır.
Bu coğrafyanın başka bir önemi ise; İslam karşıtı, İslam’ı kabul etmeyen farklı ulus ve milliyetlerin yaşadığı coğrafyadır. Ancak bunun da bir nedeni vardır.
Mezopotamya medeniyetler (Sümer, Akad, Babil, Asur) ve İran antik medeniyetleri bu alandadır.
Bu coğrafyada yüksek kültür ve birikim söz konusudur. İlkler alanıdır. İlk at burada ehlileştirilmiş, ilk tekerlek, ilk yazı, ilk mülkiyet belirleme v.s burada gelişmiştir.
Sözü edilen bu alanda sırasıyla dört büyük din Mehreizm, Zerdüştlük, Manizm ve Mazdekizm etkili olmuşlardır.
Bu dinlerden özellikle Manizm “güçlü bir felsefi alt-yapıya sahipti. “İ.S. III. Yüzyılda İran’da akıllı bir adam yaşadı. Bu adam, bütün dinlerin aynı kaynaktan olduğunu, değmez ayrıntıları yüzünden bunca yıldır insanların boş yere birbirleri ile boğuştuklarını görerek bütün dinleri tek bir dinde toplamaya, bir çeşit dinler bileşimi (sentez) yapmaya kalktı. Bu akıllı adamın Adı Mani’dir (Mani’nin Babası bir Med’li olup Babil’e sürülmüştür. K.D)” [3]
Bu dinin temel yaşam felsefesi her türlü tutkudan ve yalancılıktan uzak yaşamaktır.
Alevi öğretisinin ‘eline beline diline sahip ol’ma ilkesi Manicilikten geçen bir anlayıştır.
Aryan halklarında çok önemli bir din de Zerdüştlüktür. Avesta kutsal kitabının orjinali Büyük İskender’in Medya alanına karşı yapmış olduğu savaşta on iki bin öküz derisi üzerine yazılmış on yedi cildi toplatarak yakmıştır. Zerdüşt’ün dininde, kamuculuk, bir tür ilkel sosyalist anlayış egemen olmuştur. Sasaniler döneminde devlet dini olarak kabul edilen Zerdüştlük alışagelmiş olağan bir din olmayıp iyilik-kötülük, aydınlık-karanlık düalizmini bir sistem dahilinde insanların emrine sunmuştur. Bu dinin aryan uygarlıklarında egemen olduğu, kaynağını Media olarak anılan coğrafyasından aldıkları tarihçiler tarafından belirtilmektedir.
Toprağın en önemli üretim aracı olarak sayıldığı bu dönemde Zerdüşt dininde hayvanlara iyi bakılması, toprağın iyi sürülmesi gerektiği ,sözün iyi söylenmesi ,işin iyi yapılması ve düşüncenin iyi düşünülmesi temel öğreti olarak belirtilmiştir.
Sonra aynı coğrafyada Mazdek’in kurucusu olduğu Mazdekçilik de yine ilkel kamucu bir model önermiş, militan ve sosyal-reformist kişiliği ile de İslam’ın hedefi olmuştur.
Mazdek için ünlü İslam Tarihçisi Taberi; “Daha Muhammed Mehdi zamanında o taife zuhur etti ki onlara zenadıka (Zındık K.D.) derler. İslam dinini inkar ederler ve ahkam-şeriata itikadları yoktur.”… “Ez cümle bütün milletler içinde bunların mezhebinden daha necis ve murdar mezheb yoktu… Tanrı Teala hazretlerini ve peygamber aleyhisselamı inkar edip, derler ki bu cihanın evveli yoktur ve sonu da yoktur. Ve olacak da değildir. İnsan ve hayvanlar da ot gibi bitip ot gibi yok olurlar. Bunların hallerini kimse bilmez ki nereden gelirler ve nereye giderler. Ölenler tekrar dirilmez ve dünyadan başka yerde bir şey olmaz. Bu dünyada olanı biteni ay ve güneş bitirir ve yine onlar olgunlaştırır…” [4]
Mazdek’in o dönemin koşulları nedeniyle savaşlara neden olan mal ve mülkte ortaklık ve kamuculuk savunulmuş , Müslümanlar ise bu durumu; Haram ve helal mefhumlarını tanımadıklarını, mal ve kadın ortaklığını savunduklarını, Mazdek ve taraftarlarının nihai hedeflerinin lezzet ve zevk olduğunu, bu yüzden mal ve kadın ortaklığını savunduklarını taraftarlarına yayarak gelişen kamuculuk, anlayışına karşı durmaya çalışmışlardır.
NizamülmülkSiyasetnamesi’nde “Dünyada ilk olarak bir dini ifsat eden kişi İran’da Adil Nuşirevan’ın babası Kubad b. Firuz’un şahlığı devrinde yaşayan Mecusiler’in başrahibi olan Mazdek’tir.” [5]der.
Mazdek’in de sonu her yenilikçi ve kamu anlayışına sahip kişilerin sonu ile aynı olmuştur. Bir kireç kuyusuna atılarak feci şekilde öldürülmüştür.
Media bölgesinde egemen olan dini ve siyasal durum açıkladıktan sonra Babek öncesi İslam’ın durumunu da kısaca belirtirsek; İslam’ın bir devlet modeli olarak kendini kabul ettirmesi kolay olmamıştır.
Fetihler sonucu işgal edilen coğrafyalar kılıç zoruyla İslam’a zorlanmışlardır.
Müslümanlığın daha ilk yıllarında dinsel dogmalar ve bu dogmalarla kurulan toplumsal düzen yetmemeye başlamıştır.
Halife Ömer döneminde İslam’ın çok geniş bir coğrafyaya egemenlik kurması, İslam ordularının, İslam’a karşı halkların mücadelesinde yetersiz kalmaya başlamıştır.
Kuzeye doğru bir türlü açılamayan İslam devleti, karşısında tüm gücünü yitirmiş Sasani imparatorluğunu (o dönem Mezopotamya’nın kuzeyini ve İran’ın tamamını içine alan coğrafya) İslam’ın önünde engel görülmüştür.
Bu bölgenin halkları Kürtler, Farslar, Ermeniler vb İslam’ın devlet modeline karşı duruyor, ısrarla direnmişlerdir.
Ancak bu direniş 641 yılının sonu 642 yılının başında kısmen kırılmasıyla Arap/İslam orduları bu coğrafyayı ele geçirmeye başlamışlardır.
Ele geçen coğrafyalarda İslam devletinin adam başı vergi, şerri hukuk sistemi halklar için tam anlamı ile yaşanmaz bir süreci dayatmıştır.
Valiliklere bölünen İslam imparatorluğu, kuzeyde yaşayan halkları da yapmış oldukları seferler sonucu Media bölgesi olarak anılan büyük bir coğrafyayı Cezire Eyalet valiliğine bağlamışlardır.
Emevi imparatorluğunun kavimci, aşırı şeriatçı siyasal islamcı devlet düzeni, kavmiyetçi anlayışı nedeniyle Arap nüfusunu fetih alanlarına yerleştirerek bir tür Araplaştırma politikası izlemiştir.
Yerli halkın sahip olduğu arazilerde çalışan haline gelmesi, toplumsal baş kaldırılara neden olmuştur.
Bölge halkına karşı geliştirilen Mevali politikaları ile sıkı vergi politikaları, karşı duruşların toplumsal muhalefete dönüşmesine neden olmuştur. Bölge halklarından bir kısmı korunma amaçlı takiye yaparak, İslam’ın şeriatçı devlet düzeninin baskılarından kurtulmak istemişlerdir.
Ancak yinede kurtulamamışlardır. Çünkü bu kez de Mevali olarak işlem görmüşlerdir.
Korunma amaçlı takiyeler farklı inançtan insan gurupları üzerinde ruhsal çöküntülere, sonuçta dayeni ruhi şekillenmelere neden olmuştur. Bu ruhi şekillenmenin sonucu halklar istemedikleri motifleri kazanmış, bu motifler (Ehlibeyt sevgisi) özgürleşmelerini engellemiştir.
Açıkça karşı çıkamadıkları İslam dini tarafından sürekli olarak baskı altında tutulmuşlardır. “Dersime sefer olur ama zafer olmaz” sözü İslam’ın bir türlü kabul etmeyen Hazar Gölü’nün batısını ve güneyini kapsayan Medya ülkesi içinde geçerliydi.
Yapılan birçok sefer İslam ordularının başarısızlıkları ile sonuçlanmıştır. Irkçı Arap siyaseti, Emeviler’in halkların başkaldırısı nedeniyle, yerini yeni bir İslam devleti olan Abbasilere bırakmıştır.
Halkların umut bağladığı bu devlet anlayışının da Emeviler devletinden farklı olmadığı süreç içerisinde görülmüştür. Aryan Halkları, Emeviler devletine karşı muhalif olmalarından dolayı Ehlibeyt soyundan gelenlere büyük sempati duyuyorlardı. Onlarında kendileri gibi haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlardı. Hz. Hüseyin’in İran Kralı Yezdcir’in kızıyla evlenmesi, bu sempatiyi daha da artırmıştır.
Bu yüzden Abbasiler Aryan halklarının desteğini kazanmışlardır.
Özellikle geçmişte “saraçlık” yapan Kürt Ebu Müslim’i Horasani, Emeviler’e karşı savaşta bir sembol durumuna gelmiştir.
Ezilen horlana halkları bir araya toplayarak, Emeviler iktidarının yıkılmasını sağlamıştır.
Taberi’ye göre; “Ebu Müslim, zeyrek ve akıllı bahadır bir oğlan idi.”… “Horasanda bir serrac oğlu meydana çıktı ve Horasan’ın devletsizlerinden nice kişiler ona uydular…”
İslam’ın kavimci devletine karşı savaşta Ebu Müslim kara elbiseler giyerek, Kürt Acem, Türk ve Nabatiler’den bir ordu oluşturarak savaşmış (748), bu nedenledir ki bu hareket Karabayraklılar olarak da anılmıştır.