Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / 129a-b soruşturmaları artacak

129a-b soruşturmaları artacak

03 Nisan 2016, 15:20

AZADÎ Hukuk Bürosu Başkanı Monika Morres, 129a-b yargılamalarının Türk-Alman ortaklığıyla yapıldığına dikkat çekti ve ekledi: “Kirli anlaşmaların karşılığı, insan hakkı ihlallerine AB ve Almanya’nın sessiz kalmadı. Göçmen örgütlerine baskı da daha fazla yükseltilecek.”

AZADÎ Hukuk Bürosu, 1996 yılından bu yana Avrupa’daki Kürtlerin uğradığı hak gaspları ve özel olarak da PKK yasağıyla ilgili çalışmalar yapan, sorunu farklı yönleriyle raporlaştıran ve gündeme getiren bir kuruluş. Monika Morres ise PKK yasağına başından bu yana tanıklık eden, 16 yıldır ise AZADÎ Hukuk Bürosu Başkanı olarak sürece müdahil olan bir siyaset bilimci. Yani, 129a-b soruşturmalarını en iyi bilen isimlerden biri de o.

Avrupa Birliği ve özellikle de Almanya’nın Türkiye’yle “ahlaki ve politik iflas” olarak tanımlanabilecek bir anlaşma içine girdiğini belirten Morres, şöyle devam etti: “Mülteci politikası doğrultusunda yapılan kirli anlaşmanın karşılığı, AB’nin tüm insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarına karşı sessiz kalmasıdır. Bu baskı özellikle sol göçmen örgütlerine karşı da yükseltilecek.”

AZADÎ Hukuk Bürosu Başkanı Morres’le, 129a-b yasalarını, Almanya’daki PKK soruşturmalarını ve ne yapılabileceğini konuştuk.

Öncelikle, Almanya’da antiterör yasaları ne zamandan beri var?

Yasanın geçmişi 18. yüzyıla dayanıyor. “Siyasi Organizasyon Ceza Hukuku” olarak adlandırılan yasa ile haklar kısıtlanacak, devrimler önlenecek ve devlet, kuralların emniyete alınması için inşa edilecekti. 1818 yılında bu yasayla “gizli topluluklara/cemiyetlere/derneklere” (geheime Gesellschaften) karşı mücadele için düzenlemeler yapıldı ki, böylelikle istenmeyen bütün siyasi faaliyetler takip edilebilir ve kriminalize edilebilir hale gelmişti. 1871 yılında ise 129. madde, özellikle işçi hareketine karşı düzenlendi. Sonrasında “Sosyalistler Yasası“ devreye girdi.

Hitler faşizmi zamanında devlet terörü yaşanıyordu. Bu dönemde liberal geleneğin sefil, perişan kalıntıları bile geçersiz kılındı. Savaş sonrasında ise, 1951’de “Devleti Koruma Yasası“ getirildi; böylece 129. madde daha da güçlendirildi. Almanya Komünist Partisi (DKP), 1956’da bu yasa gerekçe gösterilerek yasaklandı, binlerce komünist soruşturuldu ve tutuklandı.

1970’li yıllar, küresel ayaklanmalar, solun, devrimcilerin zulme, baskıcı politikalara karşı siyasi mücadelesinin yoğunlaştığı bir dönemdi. Almanya’da da bu dönemde “Aussenparlamenterische Opposition” (APO, Parlamento Dışı Muhalefet), “Bewegung 2. Juni” (2 Haziran Hareketi) ve “Rote Armee Fraktion” (RAF, Kızıl Ordu Fraksiyonu) kuruldu.

Bu dönemde “iç düşmanları” takip etmek ve soruşturabilmek için 129a yasası, Ceza Kanunu’na uygulandı. 1986 yılında yenilendi ve daha da sıkılaştırıldı. Bundan böyle tam anlamıyla antiterör yasaları söz konusu oldu.

11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ABD hükümeti, “uluslararası teröre karşı mücadele” ilan etti. Bu da dünya çapında temel hakların azalmasına, istihbarat örgütlerinin ise gelişip güçlenmesine neden oldu. 2002 yılında Almanya Parlamentosu’nda hızla 17 yasa inşa edildi. Bu sırada 129. maddeye de b bendi eklendi. Böylelikle, suç örgütlerini kapsayan 129 maddesi ile “terör örgütlerini” kapsayan 129a maddesinin yanına “yurtdışındaki terör örgütlerini” kapsayan 129b maddesi eklendi.

Henüz 129b maddesi eklenmeden önce “Düsseldorf Duruşmaları” olarak anılan süreçte PKK yargılaması yapılmıştı. Bu PKK davaları açısından da bir ilkti. Biraz anlatabilir misiniz? Ne oldu, nasıl yargılandılar?

1984 yılında Kürtler, PKK’nin kuruluşuyla birlikte Türk devletinin inkar ve imha politikalarına karşı silahlı mücadele ilan ettiler ve bununla birlikte Almanya iç güvenliğinin en büyük, ana düşmanı oldu. Çünkü 12 Eylül 1980 yılında birçok Kürt politik aktivist, Avrupa’ya doğru göçe zorlanmıştı. Bu aktivistler, Avrupa’da kamuya memleketlerindeki çatışmanın siyasi arkaplanını anlatmaya ve Kürtleri mobilize etmeye çalıştılar. Bu faaliyetler sonrasında Avrupa hükümetleri, Türkiye ve Batı Almanya, bir ortak plan yapmaya başladı. Hedef, bu tür devrimci örgütleri polis ve basın kampanyalarıyla daha en baştan engellemek ve PKK’yi bitirmekti. Bu dönemde iki eski PKK kadrosu, kendilerini tanık olarak bildirdiler. Onların ifadeleriyle 20 kişi tutuklandı. 1989’un Ekim ayında Düsseldorf mahkemesinde “Avrupa’nın en büyük teröristlerine” karşı dava açıldı. Dava, 129a yasasına dayanılarak, “terör örgütü yöneticileri” suçlamasıyla açılmıştı. Tutuklananların PKK’nin lideri olduğu iddia ediliyordu.

Tarihimizdeki en büyük dava süreçlerinden biri olan Düsseldorf Duruşmaları, 1994 yılının Mart ayında sona erdi. Eninde sonunda sadece dört aktivist yargılanmış, ikisi ömür boyu hapis cezası, ikisi de uzun yıllar hapis cezası almıştı. Sonrasında alınan karar ile ise serbest bırakıldılar.

Daha sonra PKK soruşturmaları nasıl devam etti?

Kürtlere karşı 129a maddesinden soruşturmalar devam etti; fakat Düsseldorf’tan sonra bir daha bu kadar çok sanıkla dava açılmadı. 2010 yılının Ekim ayında ise Federal Yüksek Mahkeme (Bundesgerichthof) bir gözden geçirme işlemi sırasında PKK’yi de 129b maddesiyle soruşturma kapsamına almaya karar verdi. Bundan sonra soruşturmalar bu maddeden yürütüldü.

Bu maddenin birkaç özelliği var:

* 129 maddesiyle arasında en az 10 yıl ceza farkı var.

* Bireysel suç isnatlarına delil gerekmiyor; “PKK üyesi olmak” suçlamasının kanıtlanması yeterli sayılıyor. Böylelikle yargılanan kişi, PKK’nin Türkiye ve Kürdistan’daki tüm faaliyetlerinden, Türk devletiyle yaşanan tüm çatışmalardan sorumlu tutuluyor.

l Almanya Federal Yüksek Mahkemesi, Savcılık’ın hangi gruplara soruşturma açabileceğine tek başına karar verebiliyor. Davanın açılması içinse Adalet Bakanlığı’nın izni gerekiyor. Daha önce söylediğim gibi, 2011 yılından bu yana PKK soruşturmalarında da tüm bölge ve alan sorumluları için geçerli bir maddeye dönüştü.

l Bakanlık, 129b soruşturması başlatılmasına neden olan kararlarının gerekçesini açıklamak zorunda değildir. Bu nedenle bakanlığa dava da açılamaz.

Bu şekilde, PKK üyeliği iddiasıyla dava açılan kaç kişi var?

AZADÎ Hukuk Bürosu’nun verilerine göre Kürt aktivistlere bu şekilde 140 dava açıldı. Sadece 9 aktivist, 129b’den dolayı yargılandı ve uzun yıllar hapis cezası aldı. Halen de 7 aktivist tutuklu bulunuyor. 

Peki buna karşı hukukçular ne tür itirazlar dile getirdi?

129. maddeden açılan ilk dört davada itiraz edildi, PKK’nin terör örgütü olmadığı söylenerek revizyon istendi; fakat Federal Yüksek Mahkeme, TAK’ın eylemlerini gerekçe göstererek reddetti. Savunma güçlü bir itiraz dile getirdi ama PKK’nin silahlı mücadelesi, yani HPG’nin, ne uluslararası boyut ne de Cenevre Sözleşmesi uyarınca haklı çıkarılması başarılamadı. Savunma ise tam tersi fikre sahipti. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin “uluslararası hukuka uygun bir silahlı çatışma örgütü” olduğunu belirtti. Uluslararası hukuka göre sömürgecilik, askeri işgal ya da ırkçı baskıya karşı güç kullanmaya hakkı vardır. Bu güç kullanımı, baskı durumuna kıyasla oldukça orantılıdır da…

Almanya Yüksek Mahkemesi, PKK’nin 129b maddesinden yargılanmasının anayasaya uygun olduğu görüşündeydi. Savunma ise bunun hükümetin iç ve dış çıkarlarıyla ilgili olduğu eleştirisini dile getirdi. Bir diğer eleştiri konusuysa, Türkiye’den soruşturmalara gönderilen delillerle ilgiliydi. Alınmış birçok ifade, çok tehlikeli ve anayasaya aykırı koşullarda alınmış. Ama buna rağmen on yıllardır Alman ve Türk adaletinin yetkilileri, ortak bir çalışma ve bilgi alışverişi yapıyor.

Avukatlar bu davalarda, Ceza Hukuku’nun siyasallaştığı eleştirisi doğrultusunda savunma yaptı.

Bu tür davaların gelecekte artması endişesi taşıyor musunuz?

Sanıyorum artacak. Avrupa Birliği’nin ve özellikle Almanya’nın AKP rejimi ve lideri Erdoğan’la suç ortaklığını ahlaki ve politik iflas olarak tanımlayabiliriz. Tam da savaş kışkırtıcısı olan ve tüm demokratik değerleri yakıp yıkan kişi, mülteci sorununda çözüm gücü olarak görevlendirildi. Oysa Erdoğan, Kürt halkına açtığı savaş ve muhalefete yaptığı baskıyla yeni göç nedenleri oluşturuyor.

Mülteci politikası doğrultusunda yapılan kirli anlaşmanın karşılığı, AB’nin tüm insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarına karşı sessiz kalmasıdır. Bu baskı özellikle sol göçmen örgütlerine karşı da yükseltilecek.

Mesela Almanya’da başlatılan TKP/ML tutuklamalarının Ankara baskısıyla yapıldığından eminim. Bu örgüt, ne Almanya’da ne de AB’de “terör örgütleri listesi”nde. Bu örgüte karşı soruşturma ise 2006 yılından beri açılmış durumda. Oysa tutuklamalar şimdi yapılıyor, bu tesadüf değil. TKP/ML operasyonu, bana Düsseldorf Duruşmaları’nı hatırlatıyor. 

Yine Sol Parti’nin Meclis’e verdiği soru önergesine gelen yanıt da operasyonların artacağının sinyalini veriyor.

Tutsakların cezaevi koşulları da sıklıkla gündem oluyor. Hangi koşullarda hapis yatıyorlar?

Çoğu tecrit altında. Bu da demektir ki, 23 saatlerini hücrede geçirmek zorundalar ve hiçbir şekilde diğer tutuklularla iletişime giremezler. Avukat postası bile bir savcı tarafından okunur, kontrol edilir. Görüşmelerin tamamı, camla ayrılmış bir görüş kabininde gerçekleştirilir.

Birçok davada tutsakların daha iyi koşullarda kalabilmesi için başvuru yapıldı; ama yine de çok zorluk çıkarılıyor. Özellikle dil sorunu, demir parmaklıklar ardındaki hayatı daha da zorlaştırıyor.

Unutulmamalı ki birçok siyasi tutuklu, Türkiye’de de hapis yatmış ve kötü muamele görmüş ve gördüğü işkencenin etkisini bugün hala yaşamaya devam ediyor.

Peki bu baskılara karşı nasıl mücadele edilmeli? Ne yapılabilir?

Bu, avukatlar için mahkeme karşısında zor bir hukuki mücadeledir. Bir diğer yanıyla ise tüm sol, ilerici ve demokratik güçlerin, göçmen örgütlerinin üyelerine karşı açılan soruşturmalara karşı mücadele etmesi gerekiyor. Tüm etkinliklerde, gösterilerde, kamuya 129a-b yasalarının kaldırılması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, PKK yasağının durdurulması ve Türkiye’ye silah satışlarının durdurulması çağrısı yapılabilir.

Bence AKP rejimi ve Alman hükümetinin işbirliği, medyada gösterildiğinden de daha kritik. Bu nedenle daha da fazla mücadele etmek gerekiyor.

Siyasi tutsaklara verilecek destek de çok önemli. Onlara mektup yazılabilir. Ziyaret etmeyi zorlayabiliriz. Davalarına gözlemci olarak katılabiliriz.

Tabii sorunun çözümü bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Uzun soluklu bir mücadeleye ve bizimle dayanışma içinde olacak daha çok kişiye ihtiyacımız var. Bu da bizim görevimiz olsun.

RAF’lı tutsaklara yapılanlarla aynı...

 

Dr. Peer Stolle, öğrenimini Rostock ve Dresden Üniversitelerinde tamamlamış bir hukuk doktoru ve avukat. Bugüne kadar 129a-b soruşturmalarına dair birçok çalışma yaptı, davalara katıldı. Ayrıca halen tutsak olan Kenan Baştu’nun da avukatı.

Yargılananlara Almanya’da gerçekleşen sadece yasal etkinlik organizasyonu, seçim çalışmaları gibi faaliyetlerin suç olarak isnat edildiğini, geriye kalan suç isnatlarına kaynak olarak Türkiye’deki eylemlerin gösterildiğini belirten deneyimli avukat, “Bu tür araştırmalar da bildik yöntemlerle yapılıyor: Telefonlar dinleniyor, istihbarat incelemeleri, gözetleme gibi yöntemler uygulanıyor” diyor.

Soruşturma sürecinin Türk devletinin resmi dairelerinden gelen bilgilere göre yürütüldüğünü vurgulayan Stolle, “terör örgütü” tespiti yapılırken de sorunlar yaşandığını belirtiyor ve devam ediyor: “Türkiye’nin ‘şiddetli/öldürücü’ (virulent) bir ülke olması bir sorun. Fakat bu madde daha çok Suriye için uygulanıyor. Bu da tabii terörizm ve meşru özgürlük mücadelesi farkını tespit etmek için büyük bir sorun. Hukukçuların tespitleri sırasında ‘Terörizm mi, meşru özgürlük mücadelesi mi’ ve ‘Eylemler kime karşı yapılıyor’ soruları karşısında zorluk yaşanıyor.”

Kabul edilemez koşullar

Tutsaklara uygulanan hapishane koşullarından bazılarının 70’li yıllarda RAF’lı tutsaklara uygulananlarla aynı olduğunu söyleyen Dr. Stolle, ekliyor: “Mevcut davayla alakası olmayan bir okuma hakimi, tutsağa gelen postaları okuyor ve kontrol ediyor. Burada belki bir terör eylemi şüphelisi olduğundan dolayı böyle yapılıyor. Fakat haklı bir uygulama değil. Görüşmeleri de geciktiriyor ve yavaşlatıyor. Mektupların tercüme ve kontrol edilmesi uzun sürüyor. Bunlar, kabul edilemez koşullar fakat normalleştirildi.”

‘Mülteci anlaşması’ utancı!

Stolle de soruşturmaların Almanya’nın dış politikasına bağımlı olarak yürütüldüğünü belirtiyor. Özellikle hiçbir listede “terör örgütü” olarak tanımlanmayan TKP/ML’nin soruşturulmasında bunun açığa çıktığını söyleyen Stolle, devam ediyor: “Türkiye dışında hiçbir yerde soruşturulmayan bir örgüt, Almanya’da soruşturuluyor. Son 30 yılın en büyük terör davasıdır bu. Almanya’da yasal siyasal faaliyetlerde bulunup hiçbir suç işlemeyenlerin davasının Türkiye için yapılan bir iş olduğu ve mülteci politikasıyla ilgili anlaşmanın parçası olduğu açıktır. Bu utanç verici bir şey.”

Kesinlikle artacak

Peki önümüzdeki süreçte bu tür davalar artacak mı? Uzman hukukçu bu soruyu, “Kesinlikle artacaktır” diye cevaplıyor.

Soruşturmalarda Türkiye kaynaklı belgelerin kullanılmasının normal olduğunu belirten Stolle, “anormalliği” ise şöyle açıklıyor: “Asıl sorun, Türkiye’nin vermiş olduğu bilgilerin doğru olup olmadığı… Bunu sormak gerekir. Bugün Türkiye’de adaletin hareket etme biçimini biliyoruz. Eskiden de böyleydi ama bugün daha fazla hukuksuzluk yapılıyor. Dolayısıyla Türk devletinin verdiği bilgileri iyi araştırmak gerekir. Bu bilgilerin Alman hukukuna aykırı bir yöntemle de alınmamış olması gerekiyor. İşkenceyle alınan bilgiler, delil olamaz.”

DİLAN BİÇER / OSMAN OĞUZ

PAZARTESİ:

* 129a-b soruşturmalarında deneyimli ve tutsak Bedrettin Kavak’ın da avukatı olan Frank Jasenski’nin görüşleri.

 

* Tutsak hikayeleri.


 

Bu haber 638 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Boksör İsmail Özen, Almanya’da spor, medya ve iş dünyasında tanınan bir isi..