Türkiye Cumhuriyeti'nin Ermeni Soykırımı ve Kürtlere dönük imha ve inkar politikaları üzerinden şekillenmesi, bugün yaşanan demokratikleşme sorunlarının esasını oluşturmaktadır. Bu temel faktör yüzyıllık Cumhuriyet Türkiye'sinin siyasal, sosyal hatta kültürel yapısını etkileyerek, toplumu 'tek' renge mahkum eden bir sonuç yarattı.
Türkiye'nin demokratikleşememesi Kürt sorununa yaklaşım ile çok bağlantılıdır. Kürtler, 1919-1923 yılları arasında yeni kurulan Cumhuriyetin ana unsuru olarak hakları konusunda sözler verilmiş, hatta yasalar çıkarılmıştı.
Hatırlatmak gerekirse; 22 Ekim 1919'da Amasya, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve 1923'te Atatürk'ün İzmit'te yaptığı basın toplantısındaki "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir türlü özerklik oluşacaktır" beyanı dönem politikalarını yansıtmaktadır.
Ancak, 1924 anayasasında verilen hiçbir sözün, hatta 1921 Anayasası’nın red edilmesi, "Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter” edebiyatının başlaması imha ve inkar politikalarının devreye konulduğunu göstermektedir. 1924 anayasası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin Kürtlere yönelik en ağır ihanetlerinden biri oluyor aynı zamanda. Nitekim bu ihaneti kabul etmeyen Kürtlerin isyanı, devletin de 'Islah' hareketi böylece başlamış oluyordu.
1925 Şeyh Said isyanı gerçekleşti. 3 Mart 1925'te İsmet İnönü öncülüğünde oluşturulan hükümetin ilk icraatı, esas amacı isyancıları cezalandırmak olan Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'ten geçirmek oldu ve İstiklal (idam) Mahkemeleri kuruldu. Ardından 24 Eylül 1925 tarihli ve "Gayet mahremdir" ibaresi taşıyan Şark Islahat Planı Kararnamesi devreye konuldu. Kuzey Kürdistan'ın demokrafik yapısını değiştirerek asimilasyonu hedefleyen Şark Islahat Planı; imha ve inkar anlayışının en kapsamlı projesidir. Bir yandan zorunlu göç devreye konulurken, diğer yandan Kürtlerin Türkleştirilmesi politikalarına ağırlık verildi. Bu kanunlar yeni isyanlara kapı aralamış oldu. Nitekim -1926-1930 yılları arasında süren Ağrı isyanı bunun kanıtıydı. Kanlı bir şekilde bastırılan Ağrı isyanı sonrası Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1935 yılında İsmet İnönü tarafından bir seyahat düzenlendi. İsmet İnönü'nün Şark gezisi sonrası çıkardığı Kürt raporu, Şark Islahat Planı’nın bir devamı olarak şekilenmiş ve raporun sonucu olarak 1935'te Tunceli kanunu çıkarılmıştı. Bu kanundan sonra da Dersim isyanı başlamış ve kanlı bir şekilde bastırılmıştı.
Türk devlet zihniyetinin imha ve inkar politikalarının kilometre taşlarını oluşturan Takrir-i Sükûn Kanunu, Şark Islahat Planı ve Şark raporu günümüze kadar özünden bir şey kaybetmeden uygulandı. Maraş, Madımak katliamları bu zihniyetin sonucu olarak devam etti. 1990'lardaki köy yakma ve boşaltmalar aynı politikaların ürünü olarak devreye girdi. Dört binden fazla köy yakıldı, yıkıldı ve boşaltıldı. Yüzbinlerce insan zorunlu göçe tabi tutuldu. Binlerce insan 'faili meçhul'lerle kaybedildi.
2016'dayız ve 'Şark'ın ıslahı' halen devam ettirilmek isteniyor. Bu kez AKP'nin Çökerme Planı devrede. AKP ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasında Kürt sorununun demokratik çözümünü hedefleyen ve 2013'te başlayan görüşmeler 2014'te sonuna doğru Dolmabahçe Mutabakatı'nın ilkelerinin belirlendiği dönemi ifade ediyor. Tam da böylesi bir dönemde, yani Eylül 2014'te MGK tarafından hazırlandığı ve Ekim 2014'te Erdoğan ve Davutoğlu’nun da Başbakan olarak katıldığı MGK toplantısında da mekanizmalarının oluşturulduğu basına yansımıştı.
AKP'nin çökertme planının da, Şark Islahat Planı ile aynı zihniyette hazırlanarak, binlerce insanın katlini, Kuzey Kürdistan demografyasının değişimini içeriyor. Nitekim Cizîr, Sur, Silopî, Farqîn, Nisêbîn, Gever, Şırnex’te devam eden öz yönetim direnişlerine karşı AKP'nin savaş politikaları da planın devrede olduğunu gösteriyor. Kentler yıkılıyor, insanlar yakılıyor, katlediliyor. Silopî ve Sur'un kamulaştırılması kararı, DBP belediyelerine kayyum atanmasını içeren yasa taslağı da bu planın bir parçasıdır.
Bu kısa özet; yüzyıllık Türk devlet zihniyetinin hiç değişmediğini bir kez daha göstermekte. 'Tek'lik paranoyası tek ordu, tek komutanlığa kadar uzandı. Zikredilmese de 'tek çözüm' de imha ve inkar olarak sürdürülmek istenmektedir.
Ancak anlaşılan o ki; Kürtler, özgürlük ve eşitlik taleplerinden hiç bir dönem vazgeçmedi. Bundan sonra da vazgeçmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla Islah politikaları yerine Kürtlerin taleplerini gündeme almak kalıcı çözümler yaratabilir.
Hacer ALTINSOY / Özgür Politika