Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Dilşa Deniz`e Yönelik Saldırıların Perde Gerisi Ve Bazı Gerçekler

Dilşa Deniz`e Yönelik Saldırıların Perde Gerisi Ve Bazı Gerçekler

16 Kasım 2017, 18:06

Dilşa Deniz, Dersimli bir akademisyendir. Dersim ve Alevilerle ilgili değerli çalışmaları var. „Yol/Rê: Dersim İnanç Sembolizmi“ adlı kitabını, bazı özel zorluklar nedeniyle maalesef henüz okumuş değilim. Ama kendisini, hem birlikte katıldığımız konferans ve panallerden hem de yazılarından epeyce tanıyorum. Bundan kısa bir süre önce, Özgür Politika gazetesinde „Yol: Dızgun Bawa, İnanç ve Yaşam Biçimi Arasındaki İlişki“ başlığını taşıyan bir röportajı yayınlandı.

Röportajdan hemen sonra, „Orhuntv“ adlı türkçü sitede başlayan tartışma, giderek kımı dersimlilerin katıldığı düzeysiz bir saldırı kampanyasına dönüştü. 

Olay şu: Dilşa, adı geçen röportajında Dersim Alevilerinin inancında yer alan kimi kutsal kişilerle ilgili görüşlerini belirtiyor; onların kişiliği ve yaptıkları üzerine anlatılagelen efsanevari olayların sosyo-ekonomik temellerini irdelemeye çalışıyor. Yazdıkları, tümüyle bilimsel nitelikte, cittiye alınması gereken şeyler. Kimse onun ileri sürdüğü görüşlere katılmak zorunda değil elbet. Farklı düşünenlerin bu yöndeki görüşlerini dile getirmeleri doğaldır. Doğal olmanın ötesinde bir gerekliliktir bu. Dili, kültürü, inancı ve tarihi yasaklarla kuşatılmış bir halkın her kesten fazla bu tür çalışmalara ihtiyacı olduğunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Tarihi ve toplumsal değerlerimizi gelecek kuşaklara başka türlü nasıl aktarabiliriz lki?

Ancak yalanla beslenen ve en azından bir kesimi bakımından devletle bağlantılı olduğuna ianandığm bu kampanyayı sürdürenlerin bu gibi şeyleri düşünmeye niyetleri yok. Kuyruğuna takıldıkları yalan-yanlış saplantılarla insan gibi tartışma yeteneklerini kaybetmişler. Böyle olduğu için de içlerinde, hem yöntem olarak ve hem de kullandıkları terminoloji bakımından tiksinti verici bir tablo ortaya koyanlar oldu. İdeoloji ve politikayı bir yana bırakalım; toplumumuzda aile terbiyesi, konuşma adabı diye bir şey var ama maalesef küfürcü koronun bu gibi şeyleri düşünecek hali de yok. 

Elbet bahsini ettiğim çevrelerin başvurdukları bu yöntem, bir ilk değil. Bu türden saldırılara bizzat kendim de defalarca muhattap olmuşumdur. İsmail Beşikçi, bundan fazlasıyla pay alanlardan biridir. 

Biz ve bizim gibilerin böylesine çirkin kampanyaların hedefi haline gelmesi, durup dururken ortaya çıkan bir şey değil. Bunun bahsta gelen nedeni, bizim Dersim halkı ile ilgili gerçeklere parmak basmamız, onun diline, inancına, kültürüne ve kimliğine ilişkin saptırmalara karşı duruşumuzdur. Dilşa`nın başına gelenler de bundan başka bir şey değil. O, son yazılarında Türk-İslam sentezi savunucularının canını sıkacak şeyler söylediği için hedef haline getirildi. Yoksa, Özgür Politika`nın kendisiyle yaptığı röportajda kutsal değerlere saldırı ya da hakaret niteliğinde bir şey yok. Bilimsel ölçülere uygun, oldukça düzeyli bir analiz yapıyor Dilşa.

Karşı çıkmak şurda kalsın, Duzgı(n) Bava ile ilgili olarak öteden beri süregelen ve Dilşa`nın da katkı sunduğu bu tür çalışmaları, daha da açarak, zenginleştirerek sürdürmek gerekir. Asimilasyon çarkının etkisini kirmanın da, küfürcü korunun yalan ve çarpıtmalarını boşa çıkartmanın da en etkin yolu budur.

***

Beri taraftan, bu olay nedeniyle sanal medyaya yansıyan değerlendirmelerde göze

çarpan kimi noktalar var ki değinmeden geçmek olmaz.

Bunlardan bir tanesi „bava“,  „bawa“ sözcüğü üzuerine söylenenlerdir. „Bava“, Mitraizm`den günümüze kadar gelen terimlerden biridir. Yani en az 3000-3500 yıllık bir geçmişe sahip. Bunun „baba“, „babe“, „bawe“, „bave“ gibi değişik formları var. Kürtçenin Kırmanca, Gorani ve Sorani lehçelerinde yer alan bir çok sözcükteki „w“ sesinin, kurmancide „v“ şeklinde söylendiğini unutmayalım. Örneğin, soranicede „aw“, hewramancada „awî“, kirmanckide „awe“ olan sözcük kurmancide „av“dır.  

Bava sözcüğü, hem Dersim Alevilerinde hem de Yaresan/Kakayi inancında pir ile aynı anlama geldiğini de belirtmeliyim ki Kakayi piri Güney Kürdistan eski Kültür Bakanı Felekeddin Kakayi de bu noktaya dikkat çekiyor:

„Özünde Bave ve pirin anlamı aynıdır. Çünkü Mitrayi kültüründe “pir” sözcüğü “baba” anlamında da kullanılmıştır, yani bab, baba, bave…
“ (1)  

 

Bu bakımdan Dilşanın sözcüğü „bawa“ şeklinde yazması, terimin sahip olduğu formlardan biridir ve bu anlamda da yanlış değil. Kaldı ki soranca ile Hewramanca da olduğu gibi kırmanccada da baba sözcüğü „w“ formu ile söylenir; Hewranca: bawe, Soranca: bawk, Kırmancca: bawo.(Bawo! (Baba!). Sona kotî bawo? (Nereye gidiyorsun baba?)

 

Türkçeye „Düzgün Baba“ olarak girmiş olan kutsal kişinin adı, Kırmancca lehçesinde „Bava Duzgı(n)“dır. Bava Duzgı`nın asıl adının „Şa Heyder / Sa Heyder“ (Dersim`de her iki form da söylenir) olduğu ise tartışma götürmez. Kırmancca konuşan dersimliler, bunu kısaca „Sayder“ olarak ta söylerler. Bu bakımdan „Duzgı(n)“ın Sayder`in adı değil, „lakabı“ ya da kendisine verilen bir sıfat olması ihtimali yüksektir. Nitekim kanımca aynı duruma, yine bir erkek adı olan Duzali (Duz+Ali)`de de rastlıyoruz. 

Bilindiği gibi „duz“ sözcüğü köken olarak hangi dile ait olursa olsun Kürtçede yer alan, ona mal olmuş bir sözcüktür ve yaygın olarak ta kullanılır, Türkçedeki „düz“ ile aynı anlamdadır. Kırmanccadaki „in“ (Türkçe alfabe ile „ın“) ise Türkçedeki „lı/li“ eklerinin karşılığıdır. Örnegin; ron+in: yağlı, zern+in: altın ihtiva eden, sol+in: tuzlu. (Türkçe alfabe ile ronın, zernın, solın).

„Duz+g+ın (Duzgın)“ sözcügünün de bu şekilde  türediği ve „dürüst“, „doğru“, „saygılı“ anlamına geldiği pek ala düşünülebilir. Eğer bu doğruysa, „duzgın“ sözcüğünün Şa Heyder için kullanılan bir sıfat olduğu görüşü daha da güçlü bir olasılığa dönüşüyor. Ancak bu varsayımda, „Duzgın“ sözcüğündeki „g“ harfinin sözcüğe nasıl girdiği sorusunu yanıtsız kalıyor. 

Bir diğer ihtimal, yukarıda bahsini ettiğimiz anlamlardan bağımsız şekilde „Duz“, „Duzgı (n) ya da sözcüğün başka bir versiyonunun, bahsi geçen dönemde bir erkek adı olarak var olmasıdır. Geçmişte mevcut olup ta bu gün artık rastlanmayan isimlerin varlığı bilinmeyen bir şey değil.

Facebook`taki tartışmalara katılan kimi yorumcular, Türkçeye „Munzur“ olarak girmiş olan sözcüğün kırmanccasının „Muzır“ olduğunu söylüyorlar. 1990`larda böyle bir terddüt yaşanıldığını, toplantılarda „Muzir mi“, „Mizur mı“* tartışması yaptığımızı hatırlıyorum. Ancak sonra ki yıllarda bu sözcüğün halk dilinde „Mizur“ şeklinde geçtiğini

çok net biçimde gördüm. Dersim halk türkülerimizde de tümüyle bu form yer alıyor. 

Mizur`un Arapça olması ihtimali ise zayıf gözüküyor. Örneğin arap tanıdıklarım bana hitap ederken „Munzur“ demekte zorlanıyor, „Mansur“ diyorlar. 

Öte yandan „Mizurî“, Güney Kürdistan`da Dıhok ili sınırları içerisinde yaşayan ve kurmancca konuşan büyük aşiretlerden biridir ki bu aşiretin mensuplarıyla bu güne kadar epey diyaloğum oldu.

Şerefname`de de „Mizurî“ aşiretinin adı geçiyor. „...Gerçi Mizûrî aşireti birkaç gün kendisine karşı çıktı ve baş kaldırdıysa da, Seydi Han Bey, bazen iyilikle, bazen de şiddet ve sertlikle bu aşireti yenilgiye uğrattı ve eğemenliği altına aldı...“ (2)

Burada „İmadiye“ olarak geçen yer, Dıhok sınırları içerisindeki Amediye`dir.

Esasında Dersim`deki „Mızur“ ile Dıhok`taki „Mizur“ ya da „Mizuri“ arasında bağ kurmamızı sağlayacak tarihi dayanaklar da var. Örneğin Türk tarihçisi İshak Sunguroğlu, konuya ışık tutacak şu bilgileri aktarıyor:

"... Şah İsmail ise, zaptettiği bölgelerde emniyeti temin etmek için kendi tebaasından olan Dinbilli aşiretini tedibe girişince etrafında bulunan bütün Irak Kürtleri korkularından batıya doğru kaçmağa başlamışlar ve gelip Van, Bitlis, Diyarbekir, Harput gibi dağlık bölgelere yayılmışlar ve bunlardan bir kısmı bilhassa sarp dağlara ve vahşi meşe ormanlarına sahip ve aynı zamanda yol uğrağı da olmayan Dersim'i bir yurd olarak seçmişler ve buraya yerleşmişlerdi...“ (3)

Buna göre, “Mızur” adının sözü edilen göç ile Dersim`e gelen Kürtler tarafından bölgeye getirilmiş olması ihtimali yüksektir. 

1. Dünya Savaşı sırasında Ruslarla yapılan çatışmalarda yaşamını yitirmiş olan “Sa Heyder” (Sayder) hakkında yazılanlar da sorunludur. Her şeyden önce, Sayder`in vurulduğu yer, Plemuriye`de ki Sulvıs değil, Kiğı-Nazımiye ve Pülümür sınırlarının birleştiği alanda yer alan Sulvıs dağının karşısında yer alan Sêvdîn dagıdır. Zaten Sêvdîn, onun üzerine yakılan ağıtta da yer alıyor. 

Ben geçmişte, o çatışmada yer almış olan ve Sayder`i de yakından tanıyan kişilerle konuşmuş, dinlemişimdir. Ayrıca köyümüz o yörede olduğu ve halk ta birbirini tandığı için, bu olay sık sık konuşuluyordu. Sayder`ın yaralanması ve ölümüne bizzat tanıklık etmiş kişiler, ne zaman lafı edilse, “Sêvdîn o” ağıtının, ölmeden önce yani yaralı iken, yetenekli bir şair olan Sayder`in kendisi tarafından söylediğini sürekli dile getirirlerdi. Yöremizde olay böyle biliniyor. Dolayısiyle Sey Qazi`nin sonradan katkıları olmuş olsa bile tekstin ona ait olduğunu söylemek doğru olmaz. Daimi Cengiz`in, önemli bulduğum çalışmasında, kaynağı kesin olarak belli olmayan bazı türküleri, kesin bir bilgi gibi Sey Qazi`ye malletmesi bence önemli bir yanlıştır. Bu tür belirlemeleri bir ihtimal olarak vermesi, daha uygun bir yöntem olurdu kanısındayım. 

1) Kakayi, Felekeddin, Kürd Kültüründe Mitra (Mehr)“, 2012 yılı Nisan ayı sonunda Dıhok’ta yapılan 2. Laleş Kültür Festivali’nde yapılan konuşma metni. Bu konuşma, 2 Ekim 2012 ve 9 Ekim 2012 tarihli Hewlêr gazetesinde iki bölüm halinde yayınlandı. Yazarının ilettiği metin, Casım Rênas tarafından Türkçeye çevrildi.


2) Şerefhan, Şerefname, çeviren M. Emin Bozarslan, Deng Yayınları, 1998, İstanbul, s.98.

3)  İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, 1958, c. 1. s.134135

*„Muzir“ ya da „Mizur“, sözcüklerin Kürtçe alfabeye göre yazılmış halleridir. Türkçe alfabe ile bunların yazılışı  „Muzır“ ve „Mızur“ şeklindedir.

Munzur ÇEM

Bu haber 918 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Etnik, dini, sosyo-politik kimliği ve doğasıyla tarihsel özgünlüğü olan Der..