Kuşkusuz, aralarında benim de bulunduğum az sayıdaki insanın harcadığı bu çabalar boşa gitmedi. Dersim halkımınız dili, kimliği, inancı, kültürü ve tarihi ile ilgili pek çok ürün ortaya çıktı; sömürgeci sis perdesi parçalanarak gerçeklerin gün ışığına çıkması sağlandı.
Ama ilginçtir bu kavgada Türk sömürgecileri kendi kimlikleriyle karşımıza çıkmaktan ısrarla kaçındılar, yazılıp çizilenleri hep görmezlikten geldiler. Ne acıdır ki bu yola yürürken karşımıza çıkan, önümüze engeller çıkartanlar her kesten çok dersimlilerin kendileri oldu.
Bu yanlış yola girmiş Dersimlilerin tutumları ilgili olarak epeyce yazılıp çizilse de yeri gelmişken bir kez daha kısaca deginmekte yarar görüyorum. Bu tutum, bir yanıyla 12 Eylül faşist darbesinin sol ve demokratik çevrlerde ortaya çıkardığı kimlik savrulmasıdır. 12 Eylül darbesinden önce kendi örgütlerine aşırı derecede güvenen ve devrim ha oldu ha olacak beklentisi içerisinde olan gençler, bunu gerçeklehmediğini, tam tersine örgütlerinin bir çırpıda toz-buz olduğunu görünce, büyük hayal kırıklıklarına uğradılar, umutsuzlukla oraya-buraya savruldular. İşte be çevrelerden pek çok kişinin, Dersim ve bu yörenin halkı ile ilgili olarak gerçeklerle zerre kadar bagdaşmayan „tezlere" sarılmalarının bir nedeni buydu.
İkinci neden ise bizzat Türk devletinin çabalarıyla ortaya çıkan ve onun perspektiflerine uygun tarzda hareket edenlerdir. Bunlar yıllarca, Dersim halkının dili, kültürü, tarihi ve inancı ile ilgili gerçekleri en kaba şekilde tahrif etmekten geri kalmadılar. Yalan ve küfür ise bu çabada ellerindeki degişmez malzeme oldu.
Ne var ki iş bununla da sınırlı kalmadı ve çok geçmeden bunlara, kimi ermeni milliyetçilerinden oluşan bir üçüncüsü eklendi.
Örneğin Erivan Üniversitesi'nden Garnik Asatriyan ve ekibinin, 30 yıla yakındır Dersimlilerle ilgili yaptıkları çarpıtmalar, ortaya attıkları saçma-sapan tezler biliniyor. Ancak, iş bu kadarla sınırlı kalmadı. Gün geçtikçe ermeni milliyetçilerinin Kürtlere karşı dostane olmayan tutumu hem yoğunlaştı hem de kimlik, inanç ve tarih ile ilgili çerçeveyi aşıp politik bir hüviyete büründü. Bu gün artık Ermeni soykırımının asıl sorumluluğunu Kürtlere yükleme söylemlerini daha sıkça duyuyoruz. Bunlar içerisinde Kürtleri açık düşman ilan etmekten, intikam amacıyle asıp kesmekten bahs edenlerin sayısı giderek artıyor. Kuzey Kürdistan'ın büyük bir kesimine „Kürdistan" demek, bunlar açısından tarihi ve politik bir suç teşkil etmektedir. Çünkü onlara göre bahsi geçen yöreler Kürdistan değil, „Batı Ermenistan"dır.
Yeri gelmişken ermeni milliyetçilerinin bu tutumunun, 20.yüz yılın başlarında yine kimi ermeni milliyetçi çevrelerin yaptıkları tarihi hatanın adeta bir tekrarı olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. O günkü milliyetçiler de nüfüsün yüzde 25'ini aşamadıkları topraklarda halkın ezici çoğunluğu olan Kürtleri görmezlikten gelmiş, bu anlayışa uygun tarzda bir ermeni devleti kurma çabasına girişmiş ve sonuçta her iki halkın kaybetmesine giden yolun parke taşlarının döşenmesine katkı sunmuşlardı.
Ne ilginçtir ki tarihten hiç ders almamışa benziyen günümüzün milliyetçi ermenileri, çok trajik bir şekilde Türk milliyetçileriyle aynı noktada buluşmaktalar.
Bilindiği gibi Türk devletinin Ermeni soykırımı ile ilgili stratejisi 3 aşamadan oluşuyor:
1. aşama: Syokırımı inkar etmek, böyle bir şeyin olmadığına kamuoyunu inandırmak,
2. aşama: Eger 1. yöntem başarıya ulaşmazsa, savaş koşullarında karşılıklı öldürmeler olduğunu ve bu çerçevde istenmeyen olaylar meydana geldigini ileri sürmek,
3. aşama: Eger bu da tutmazsa, 20. yy. başlarındaki olaylarda Ermenilerin Kürtler tarafından katledildiklerini ileri sürmek.
Türkiye'nin şu sıralar 3. aşamayı hayta geçirme çabası içerisinde olduğu bir sır değil. Bu nedenle aralarında her hangi bir bağ olmadığını kabul etsek bile, her iki kesimin aynı telden çalıp oyndığı aşikardır.
Dersim halkının kimliği, kültürü ve özgürlük mücadelesi ile ilgili gerçekdışı spekülasyonlara başvurnalar içerisinde, bahsini ettiğim ermeni projesi çerçevesinde faaliyet gösteren bu çevreler de var.
Peki bu durumda ne yapmak gerekir, önemli olan bu konuda bir tutum belirlemek ve ona göre adım atmaktır. Kanımca Kürt yurtseverleri bu çerçevede;
1. Ermeni milliyetçilerinin söz konusu iddialarına karaşı somut verilere dayalı, gerçekleri açığa çıkartmaya yönelik çabalarına hız vererek devam etmeli,
2. Bu çabayı harcarken asla Ermeni halkının başına gelmiş büyük acıları gözden uzak tutmamak, diğer bir deyişle tarihi gerçekleri güncel politik kaygılara feda etmemek şnemlidir. Bu arada, 20. yy. başlarındaki olaylar sırasında hayli kabarık olan ermeni milliyetçilerine ait suç dosyasını açmayı da ihmal etmemek,
3. Ermeni milliyetçilerini yaratmakta olduğu tahribata ragmen, Ermeni halkının sağduyuya sahip kesimlerini çoğunluğu teşkil ettiğine kuşku yok. Bunlarla diyalog içerisinde olmak, kör milliyteçiliğe karşı ortaklaşa mücadele etmek ve her iki halkın, dostane ilişkilerden öte bir seçeneğe sahip olmadıklarını gür bir sesle haykırmak.
Kürt örgütleri ve entellektüellerinin konuyu büyük bir cittiyetle gündemlerine almakta daha fazla gecikmemeleri gerektiği kanısındayım.
----------------
Önemli Bir Not:
Gğnğmğydeö Alevi Kürtlerin inanç, kültür ve sosyal yönden çok citti sorunlarla yüz yüze oldukları bir gerçektir. Böyle bu giderse bu kesime ait söz konusu değerlerin yakın bir gelecekte yok olacaklarını söylemek yanlış olmaz. Örneğin, Alevi Kürtlerin büyükçe bir kesimi kendi diline karşı, aşırı denilebilecek derecede ilgisizler. Türkiye ve İran kaynaklı asimilasyon, büyük bir hızla toplumuzun binlerce yıldır büyük fedakarlıklarla, ağır bedellere ödeyerek bugünlere kadar getirdiği inanç ve kültür değerlerimizi kemiriyor. Bu iki devletten biri halkımızı şiileştirmek, ötekisi ise sünnileştirmek için çaba harcıyorlar.
Bu gidişe dur demek, dil, kültür ve inançsal
degerlerimizi, sömürgeci-asimilasyoncu saldırılardan korumak için hızlı ve etkili bir silkinişe, top yekün bir karşı-duruşa ihtiyacımız olduğu açıktır. Alevi Kürt toplumunun, bu işin üstesinden gelebilecek entellektüel potansiyele sahip olduğunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Kendi inançlarına karşı çıkarak asıllarını inkar eden „dede" ünvanlı haramzedelere karşın, cedlerinin yolundan ayrılmayan, onu kaybetmek istemeyen din adamlarımız hala da varlar ve hem de küçümsenemiyecek bir sayıya sahipler. Burada sorun, bütün bu kesimlerin dağınık oluşları ve asimilasyona karşı ortak bir tutum takınamamalarıdır. Aydınlarımız ve din adamlarımız ile dil, inanç ve kültürel alanda faaliyet gösteren demokratik örgütlerimizin, bu konuya eğilmek ve gerekli adımları atmak için kaybedecek zamanları olmadığı açıktır. Örneğin, konu ile ilgili geniş katılımlı bir konferans toplamak bir ilk adım olarak düşünülebilir. Böylesi konferans ve toplantılar, başlangıçta tek tek her bölge sınırlı düşünülebileceği gibi Maraş-Malatya-Sıvas-Erzincan-Dersim ve çevresi eksenli daha geniş bir çerçevede de düşünülebilir. Ata toprağında başlayacak böylesi bir çalışmanın yurt dışından büyük destek göreceğini söylemek yanlış olmaz sanıyorum.
Sorumluluk hepimizindir, görev bizi bekliyor.