Karşıt görüşlü yayın uzuvlarına yönelik uygulamalardan kısmetini alan televizyonlardan biri de Alevi kanalı Yol TV idi. Yol TV’nin yayınları 22 Aralık 2016 tarihinde Radyo ve Televizyon Üstkurulu (RTÜK) tarafından ‘Reisicumhur Erdoğan’a hakaret , toplumda ayrımcılığı körükleme ve terör örgütlerini öven yayın yapma’ gerekçesi ile sonlandırıldı. Alevilere yönelik keyfi uygulamalar OHAL sürecinde daha da arttı. Avrupa Alevi Birlikleri Konferedasyonu (AABK) yayın uzuvu Alevilerin Sesi Mecmuası Genel Yayın Yönetmeni Fuat Ateş ile Alevilere yönelik uygulamaları, Almanya’nın Alevi siyasetini ve referandum sürecini konuştuk.
Medyaya dönük bu uygulamalar Alevilere yönelik saldırıların yalnızca bir ayağı. 2000’li senelerin başından bu yana bilhassa Avrupa’da yükselen Alevi örgütlenmelerine cesaret veren en ehemmiyetli etken hiç kuşkusuz hızla gelişen Alevi medyası oldu. Bunu AKP Hükümeti de görüyor ve AKP devasa imkanlara sahip medyasının, halkın gözünde pul kadar dahi değerinin olmadığının da farkında. Bu koşullar altında mevzubahis alana yönelik baskıların artmasına şaşmamak gerekli. Burada bir ayraç açmak gerekiyor. Türkiye’de OHAL ile şiddetlenen bu baskı abuhavanını mutlak Alevileri hedef alan bir vaziyet olarak değerlendirmek doğru olmaz. Kürt halkı başta olmak üzere, akademisyenlerden gazetecilere, politikacılardan sivil toplum kuruluşlarına kadar bir hayli kesim ciddi bedeller ödediler ve ödüyorlar.
Yol TV’nin şu anki vaziyeti nedir?
Her hafta düzenli bir şekilde yaptığımız “yol aşkına” programında sarf edilen görüşler hasebiyle “terörü övme ve reisicumhuruna hakaret” iddiasıyla RTÜK’ün aldığı TÜRKSAT’tan çıkarma kararı vardı. Bu karar tarafımıza tebliğ edilmeden yandaş medyadan öğrendik. Bu tür durumlarda öne sürülen suçun vuku bulması halinde verilecek ceza kınama olmalıydı, en ağırı söz konusu programın yayından kaldırılması olabilirdi fakat hiçbir zaman ekran karartma olamaz. Bunu biz söylemiyoruz, RTÜK’ün alakalı mevzuatında bulunuyor. Tabii, Türkiye uzun müddettir mevzuat ve yasalarla yönetilmenin askıya alındığı bir ülke konumunda. Buna karşın yönetici arkadaşlarımız KHK ile kapatılmadığı için yürütmeyi durdurma kararını çıkarmak için bir dava açtılar. Mahkeme kurulu, RTÜK’e mevzuatıyla uyuşmayan bu kararı savunması için 30 günlük bir müddet tanıdı. RTÜK’ün yapacağı savunmaya göre önümüzdeki günlerde mahkeme bir karara varacak. “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” atasözünün Ankara için de geçerli olup olmayacağını hep beraber göreceğiz.
Suç teşkil ettiği öne sürülen görüşler konusuna gelirsek, AKP’nin IŞİD’e destek olduğunu söyledik, bu görüşümüzde haklıyız. Ezilenlerin bir araya gelerek mücadele etmesi gerektiğini söyledik, hala da aynı görüşteyiz. Yol TV konusunda gelişmelerin ne olacağını kestiremeyiz ama bildiğimiz bir şey var ki; direnmek için medya bir araçtır, emel değildir. Emelimiz gerçekleri topluma eriştirmektir. Bu süreçte halkımıza erişecek değişik iletişim kanallarını da gündemimize alacağız.
Artık Alevileri “tipinizi beğenmedik” diye gözaltına alıyorlar…
“Tipini beğenmeme” tutumu Türk-İslam sentezinin en bariz özelliğidir. Farklılıklara tahammül edemeyen anlayışın tezahürü bir harekettir ve Alevi toplumu olarak devlet müesseselerinde yabancısı olmadığımız bir davranış türü…
Olaya gelirsek, AKP iktidarı uzun bir süredir güç zehirlenmesiyle karşı karşıya. OHAL’in de verdiği sonsuz güç kullanımı yetkisiyle devletin tüm kademelerinde böyle çekincesiz tavırları görüyoruz. Bu olayın, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu İnanç Heyeti Başkanı Sayın Cafer Kaplan’ın erkek çocuğunun başına gelmesini de tesadüf olarak değerlendirmemek gerekir. AKP Hükümeti’nin, Alevi Açılımı ile başlattığı ve Muharrem iftarlarıyla devam ettirdiği projenin devamı niteliğinde bir teşebbüstür. Emel, Türkiye’deki Alevi hareketi ile Avrupa’daki Alevi hareketi arasındaki güç ilişkilerini zayıflatmak. Öncelikle “tatlı asimilasyon” diye nitelendirebileceğimiz diyalog yoluyla bu nifakın tohumlarını ekmeye çalıştılar. Bu metot sonuçsuz kalınca Avrupa’daki Alevi hareketini “aykırı” bir hareket olduğu iddiasını ortaya attılar. “Alisiz Aleviler” denilerek, Alevilerin içinde ayrılma yaratacaklarını düşündüler. Pek tabi bu da tutmadı. Geldiğimiz son noktada ise asimilasyon siyasetlerini sertleştirdiler. Avrupa’daki Alevileri “kriminalize” edip, anavatanlarını ziyaret etmeleri engellenmek isteniyor. Bu yöntemin de Alevi toplumu üzerinde tesirli olacağına inanmıyorum.
Almanya’da yaşıyorsunuz. Almanya’da Alevilik dersleri okullarda okutuluyor, ve bu bir hak olarak var. Almanya’nın ve Türkiye’nin Alevi siyaseti arasındaki farklılıklar nelerdir sizce?
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, Almanya’da yaşamakta olan Alevilerin tek çatı örgütü olup, Almanya çapında 156 Alevi Kültür Merkezi’ne sahiptir. Alevi inancına üye takriben 800 bin kişiyle, Almanya’da Hristiyan ve müslümanlardan sonra, üçüncü büyük inanç grubunu oluşturmaktayız.
Almanya Anayasası 7. Maddesi, 3. Fıkrasına göre bilinen bir inanç müessesesi olan AABF, federal hükümetin bir organizasyonu olan İslam Konferansı ve Uyum Doruğuna aza olup, burada üye örgütlerinin meselelerini ifade edebiliyorlar. Birçok örgüte mukayese et Almanya’ya has bir oluşum olan AABF, sekiz eyalette okutulmaya başlanan Alevilik dersleri hakkını ele geçirdi. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun kamu faydanına hizmet veren bir müessese olarak tanınması gibi, Alevilik İnanç Öğretisinin, Alman üniversitelerinde, araştırmaya değer öğretiler kapsamına alınması, kurumumuzun siyasi hedeflerinin en ehemmiyetlilerinden birini oluşturuyor. Kamu Tüzel Kişiliği (Körperschaftstatus) haricinde Almanya’da alınabilecek tüm hakları almış vaziyetteyiz. Kamu Tüzel Kişiliği hakkıyla alakalı “30 senelik bir müessese olma” kriterini yerine gelmesi gerekli. Başka bir deyişle önümüzdeki sene buna da erişmiş olacağız. Bu anlattıklarım Almanya’daki genel vaziyetimiz.
Türkiye’ye baktığımızda ise mecburi din dersleri uygulaması ve Cemevlerine legal statü verilmesi gibi konularda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin lehte kararlarına karşın bir adım atılmıyor. Alevilerin temel taleplerini karşılamak bir tarafa, AKP döneminde yeni yeni meseleler üstüne ilave etti. Bilhassa eğitimdeki gericileşme yalnızca Alevileri değil, tüm demokratik kesimleri tehdit edecek bir hale dönüştü.
Almanya’da DİTİB’teki casus imamların durumu oldukça aksiseda yarattı. Tabi bu sadece imamlarla hudutlu değil. Yıllarca Alevi kurumlar da başta olmak üzere birçok karşıt görüşlü kurum hakkında nasıl bir Mit ağı oluşturulduğu da medyaya yansıdı. Vaziyeti nasıl okumak gerekli?
Yıllardır Avrupalı politikacılara DİTİB gibi müesseselerin neden var olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu müesseselerin sivil toplum kuruluşları gibi çalışmadıklarını, Türk-İslam sentezini Avrupa’da yaşayan sünni toplulukları aşılayarak, Türkiye’nin Avrupa içerisinde “Truva atı” olabilecek paralel bir toplum yaratma gayretlerine dikkat çektik. Ne yazık ki Avrupalı politikacılar yakalandıkları Politik Doğruluk (Politische Korrektheit) hastalığı bu tehlikeyi fark edebilmelerine mani oldu. Gelinen son noktada, AKP muhaliflerini fişleyen ve sanki MİT’in alt birimi gibi çalışan bir DİTİB portresi kamuoyundan saklanamayacak netlikle ortaya çıktı. Asıl sual; Avrupalı devletler, bu gerçek karşısında nasıl tavır alacaklar? Günlük politik konjonktür gereği göstermelik yaptırımlarla hudutlu mı kalacaklar yoksa uzun vadede bu meselesi çözme yolunu mu seçenek edecekler hep birlikte göreceğiz. Tercihleri ne olursa olsun, önümüzdeki dönem Avrupa’nın gündemindeki en büyük mesele siyasal islam olacaktır. Bu soruna çözüm bulamadıkları takdirde yükselen ırkçılıkla da mücadele etmek zorunda kalacaklar.
Referandum sürecindeyiz. Alevi kurumları da Hayır diyeceğini izah etti. Aleviler neden ‘Hayır’ diyor, bu süreçte nasıl bir çalışma yürütmeli?
“Evet”i müdafaa edenlerin elle tutulur bir argümanları yok. Daimi dile kazançlan argüman, “Devlette çift başlılığa son vereceğiz. Daha hızlı karar alabileceğiz” deniliyor. Trafikte olduğu gibi devlet idareninde de sürat yıkımdır. Yasama, yürütme ve yargı bürokrasi demek değildir, aksine demokrasiyi var eden müesseselerdir. Bugün dünyanın en kuvvetli ülkelerinden biri olan Almanya’da, bir araba markasında yaşanan skandal hasebiyle başbakan mahkemeye ifade vermeye çağrılabiliyor. Türkiye’de ise ne sorgulayan bir yargıya, ne de araştıran gazeteciye tahammül yok. Bu abuhavada getirilmek istenen başkanlık sistemi zati var olan toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu yüzden Aleviler olarak esarete karşı, teokratik idare anlayışına karşı, çoksesliliği susturan güce karşı, bilimin ışığını yok etmeye çalışan karanlığına karşı, şiddete karşı, bu ülkenin umudu olan aydınlara yapılan baskılara karşı ve sonsuz yetkiye karşı hayır, diyoruz.
Referandum sürecinde derneklerimizde ‘Hayır’ oturumları tertip ediyor. Ayrı olarak elimizdeki tüm medya imkanları ve dahil olduğumuz tüm platformlarda ‘Hayır’ tercihini yaygınlaştırmak için çalışıyoruz. Rey verme sürecinde de Alevi Kültür Merkezlerimizden otobüslerle üyelerimizi rey kullanmaya götüreceğiz. Mücadelemiz bu referandumla da hudutlu kalmayacaktır. Sandıktan hangi netice çıkarsa çıksın, Türkiye; laik, demokratik ve insan haklarına saygılı bir ülke olana dek mücadeleye devam edeceğiz.
Elif SONZAMANCI
Alevinet