Yorgunluk modern zamanların en gizemli hastalıklarından biri. Hollanda’da yapılan bir araştırma, doktorlara başvuran hastaların yüzde 30’unun kronik yorgunluktan şikayet ettiğini gösteriyor. Birçoğumuz bu konuda kısa yoldan uyku düzenimizi suçluyoruz. Ama bilim insanlarına göre yorgunluğun çok daha yaygın görülen nedenleri var.
Gece erken yatağa gitmenize rağmen sabah dinlenmemiş kalkıyor, kendinize gelmeniz uzun zaman alıyor ve bazen de tüm gün kendinizi çok yorgun hissediyorsanız pek de yalnız sayılmazsınız. Gelişmiş ülkelerde yaşayan her beş kişiden biri nedensiz bir şekilde günlük hayatını etkileyecek düzeyde yorgun hissediyor.
Uluslararası bilim dergisi New Scientist son sayısında modern yaşamın en ciddi sağlık sorunlarından biri olan kronik yorgunluk konusuna eğildi.
Kent Üniversitesinden tarihçi Anna Katharine Schaffner’e göre yorgunluk çok da yeni bir sağlık sorunu değil. Her ne kadar hepimiz modern yaşamın temposundan, etrafımızı saran teknolojiden, marketlerden aldığımız ve otomatik olarak hormonlu diye damgaladığımız gıdalardan şikayet edip yorgunluğumuza gerekçeler bulmak hiç de yeni bir davranış özelliği taşımıyor. Tarih boyunca insanlar yorgunluklarının gezegenlerin dizilişi, tanrıların mutsuzluğu ya da ölümün yaklaşmasından kaynaklandığını savundu. Hatta ünlü bilim insanı Sigmund Freud, bir tarafımızın sürekli fiziksel ve mental dinlenme konumunda olmaya çalıştığını öne sürerek bu tartışmaya katılmıştı.
Modern yaşam sorumlu tutuluyor
19’uncu yüzyılda Amerikalı doktor George M Beard, kronik yorgunluk hissini “neurashenia” olarak adlandırdı ve buna merkezi sinir sisteminin yaşadığı yıpranmanın neden olduğu savını ortaya attı. Beard buna buharlı makinelerin, telgraf gibi makinelerin ve hatta kadınların eğitilmesinin neden olduğunu dahi savundu. Beard’a göre insanın sinir sistemi kronik olarak uyarılmaya göre yapılmamıştı ve modern yaşam yorgunluğu tetikliyordu.
Beard’in birçok önermesi saçmaydı. Ama modern yaşam tarzının yorgunluğu tetiklediği tespiti uzun yıllar yaşamaya devam etti.
Eğer modern yaşamı suçlamaktan vazgeçeceksiniz yorgunluğa neyin sebep olduğu konusundaki olağan şüpheli yetersiz uyku. Ama uykusuzlukla yorgunluk arasında ciddi bir fark var. Uyku kliniklerinde bu konuda yapılan testler teşhisin önünü açmakta. Yöntem ise çok basit: eğer kafanızı yastığa koyduktan sonra 15 dakika içinde uyursanız gerçekten uykusuzluk çekiyorsunuz. Ama uyuyamazsanız yorgunluğunuzun başka bir nedeni var demek.
Anahtar biyolojik saatimizde gizli
Peki eğer uykusuzlukla yorgunluk aynı şey değilse, yorgunluk ne? ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Smith Üniversitesinden nörobilimci Mary Harrington’a göre baş sorumlu insanların sirkadiyen saati. (Sirkadiyen saati bir canlının 24 saatlik dilimdeki biyolojik faaliyetlerinin tümünü ifadelendirmek için kullanılan bir terim). Normalde bir insanın sirkadiyen saatine göre insanlar güne başlarken en zihni açık konumda. Bu durum öğleden sonra dibe vuruyor ve akşam da uykuya doğru evriliyor. Bu mekanizmanın çalışmasını sağlayan bir hormon dengesi de var ama sirkadiyen saati gün ışığı ile daha yakın bir ilişki içerisinde.
Harrington, güne başlarken az ve gece çok fazla ışığa maruz kalmanın sirkadiyen saatinin ayarının bozulmasına neden olduğunu söylüyor. Harrington’a göre ışığın ve karartmanın bu kadar yaygın kullanılması sonucunda biyolojik ritim bozuluyor ve kişi kendini yorgun hissediyor.
Harrington herkese her gün, güne başlarken 20 dakikanın dışarıda geçirilmesini, gece ise 10’dan sonra tüm ışıkların kapatılmasını tavsiye ediyor.
Harrington, biyolojik ritm ya da sirkadiyen saatte yaşanan bozuklukların egzersizle de giderilebileceğini ifade ediyor. Bilim insanlarına göre egzersiz biyolojik saati bir anlamda fabrika ayarlarına döndürüyor.
Fazla kilolor, yağlı vücut yorgunluğu
Egzersizin yanı sıra vücutta fazla kilolardan yani yağlardan kurtulmanın da yorgunluğa iyi geleceği ifade ediliyor. Vücut yağı sadece ağırlık yapıp daha fazla enerji harcanmasına yol açmıyor. Aynı zamanda leptin hormonu seviyesini yükselterek beyne yeterli enerji bulunduğu sinyallerini gönderiyor. Ancak yeterli enerji bulunmadığından bir süre sonra kişi kendini oldukça yorgun hissetmeye başlıyor.
Düşük dopamin seviyeleri de yorgunluk yaratırken, serotonin salınımındaki bozukluklar da depresyon ve buna bağlı olarak kişilerin kendilerini yorgun hissetmelerine neden oluyor.
Ne eksik olabilir Ne doğru ne yanlış ?
Demir:
Düşük demir seviyesi yorgunluğa neden olabilir. Erkeklerin yüzde 3’ü ve kadınların da yüzde 8’i kronik demir eksikliği sendromunu taşıyor. Nüfusun geri kalanı için ise demir alımının ciddi bir enerji artışı sağladığı klinik deneylerde de tespit edildi. ABD’de yapılan bir araştırmada yorgunluk hisseden bir gruna 12 hafta boyunca demir takviyesi verildi. Deneye katılanların yüzde 50’si şikayetlerinin geçtiğini bildirdi.
B Vitaminleri:
B vitaminlerinin ciddi oranda enerji sağladığı düşünülür. Günümüzde marketlerde satılan birçok enerji içeceğinin etken maddeleri arasında ağırlıkla B vitaminleri yer alıyor. Ancak ciddi bir B vitamini eksikliğiniz yoksa bunların pek işe yaradığı söylenemez. Özellikle yüksek oranda B6, B9 ve B12’nin enerji seviyesini yükselttiğine dair bir kanıt bulunamadı.
Flavanollar:
Siyah çikolata, şarap ve çayda bulunan flavanolların beyne giden kan miktarını arttırdığı ve bu şekilde insanların kendilerini daha enerjik hissettiği ifade ediliyor. Bunların tüketiminin arttırılmasının yorgunluğun önüne geçebileceği bilim insanlarının tespitleri arasında.
Su:
Susuzluk birçok durumda yorgunluğun önemli nedenlerinden biri sayılır. Connecticut Üniversitesinde yapılan bir araştırmada vücutlarındaki su oranı normalin yüzde 1.5’i kadar az olan kişilerin kendilerini daha yorgun hissettikleri tespit edilmişti. Normalde su oranımız yüzde 2 düştüğünde kendimizi susuz hissediyoruz. Bu nedenle uzmanlar daha fazla su tüketilmesini öneriyor.
Hormonlar: Adrenalin hormonunun eksikliğinin yorgunluğa neden olduğu inanılırdı. Ama ortada adrenalin ile yorgunluk arasındaki bağı koyan bilimsel hiçbir kanıt bulunmuyor.
Sadece dünya değil evren de düz olabilir (!)
Orta Çağ karanlığını anlatmak için sık sık Galileo’nun dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için Engizisyon mahkemesine çıkarılması örnek gösterilir. Ama Galileo’dan 500 yıl sonra bilim insanları onun söylediğinin tam tersini ispatlamanın peşinde.
Bilim dünyası uzunca bir süredir evrenin bir hologram olup olamayacağını tartışıyor. Ve her geçen gün artan sayıda bilim insanı üç boyutlu olarak algıladığımız evrenin iki boyutlu olduğunu ve bir hologram özelliği gösterdiğini savunuyor.
Hologramlar bugün gündelik hayatımızda sık sık karşılaştığımız bir şey. İki boyutlular ama üç boyutluymuş gibi gözüküyor. Bilim insanlarına göre evren de aynı özelliği gösteriyor olabilir.
Evrenin matematik bir tanımı olan “Holografik Prensip”e göre evrenin üç boyutlu değil iki boyutlu olması gerekiyor. Bizim üç boyutlu olarak algıladığımız her şey iki boyutlu bir evrendeki olayları üç boyutlu olarak görmemizden kaynağını alıyor.
Bilim insanları bugüne kadar Holografik Prensibi düz olan ama beş boyutlu holografik özellik taşıyan egzotik kuramsal alanlarda ispata çalışıyordu. Teorik olarak düz olan bu düzlemde hareketlendirilen bir nesne aynı üç boyutlu bir kürede olduğu gibi geri gelebiliyor.
Viyana Teknoloji Üniversitesi’nde yeni bir araştırmaya imza atan bir grup bilim insanı iki boyutlu evrende de aynı kuramın işleyebileceğini öne sürüyor.
Bu hipotezi kanıtlamak için bilim insanları Holografik Prensibini iki boyutlu düz evren için de kanıtlayan bir hesaplama yöntemi geliştirdi.
Sonuçlara göre matematiksel olarak evrenin iki boyuttan oluşsa dahi bugünkü fizik kurallarının mükemmel şekilde işleyeceği bir yapıda olması mümkün.
HAZIRLAYAN: Doğan Barış ABBASOĞLU / abbasogludogan@hotmail.com
Politika