Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / "AKP Kürtlere karşı savaşı sürdürecektir"

"AKP Kürtlere karşı savaşı sürdürecektir"

08 Ağustos 2016, 16:43

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye’deki mevcut siyasal süreci, 15 Temmuz darbe girişiminin öncesi ve sonrasını, Öcalan’a yönelik tecrit, AKP'nin Rojava politikası ve bundan sonraki sürece ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye’deki darbe dinamiğinin kaynağında Kürt sorunundaki çözümsüzlük olduğunu belirtti.

‘’Kürt sorunu çözülmediği müddetçe yeni darbelerin zemini döşenecektir’’ diyen Bayık, darbe sonrası sürece ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Bayık, ‘’Bu darbenin demokratikleşme eksikliğinden çıktığı bilincine varılır, samimi bir biçimde çözüm yaklaşımı gösterilirse buna olumlu cevap verebileceğimiz biçiminde bir durumu tartışma gündemimize almıştık. Ancak Olağanüstü Hal’in ilan edilmesi ve Özgürlük Hareketimize yönelik düşmanca uygulama ve politikalar karşısında böyle bir yaklaşımın anlamsız olduğunu, hatta mevcut durumda AKP'nin demokrasi güçleri ve Kürt halkı üzerinde kurmak istediği tekçi hegemonyaya hizmet edeceğini düşünerek böyle bir yaklaşımı gündeme almadık’’ dedi.

AKP’nin MHP ve CHP’yi yedeğine alarak Kürtlere karşı ilan ettiği savaşı sürdüreceğini vurgulayan Bayık, Kürtlerin bulundukları her yerde örgütlenmesi ve öz savunmayı geliştirmeleri gerektiğini belirtti. Bayık, AKP'den çözüm beklemenin gaflet ve intihar olacağını vurguladı. 

Darbeci güçlerin de AKP gibi Kürt düşmanı olduklarını söyleyen Bayık, ‘darbecilerle işbirliği yapıyorlar’ suçlamasına ise sert tepki gösterdi.

AKP ve Erdoğan’ın darbecilere bizzat zemin hazırladıklarını belirten Bayık, ‘’Bu darbenin bizimle uzaktan yakından bir alakası olabilir mi? İster Fetullahçı olsun, ister yeni ulusalcılar olsun, ister ittifakları olsun bunların hepsi Kürt düşmanıdır. Hepsi Özgürlük Hareketini ezmek için birbiriyle yarışan güçlerdir’’ dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye’deki mevcut siyasal süreci, 15 Temmuz darbe girişiminin öncesi ve sonrasını, Öcalan’a yönelik tecrit, AKP'nin Rojava politikası ve bundan sonraki sürece ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

AKP’nin kendi içinde yönetim değişikliği ve kabine revizyonuna gitmesinin sizlerin yürüttüğü mücadeleyle bağlantısını nasıl ortaya koyarsınız?

Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca Türkiye'deki bütün siyasal gelişmelerin yönünü, durumunu Kürt sorunu ve bu temelde Kürt halkının mücadelesi belirlemiştir. Belki Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin aktif olmadığı dönemde siyasetin belirlenmesinde Kürt sorununun durumu biraz geride görünüyor olabilir, ama bu durumda bile mevcut hükümetin politikasının esas yönü Kürt sorunundaki durumdur. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesinin yükseldiği dönemlerde kesinlikle Türk devletinin bütün politikalarını belirleyen Kürt halkının mücadelesidir, bunun yarattığı sonuçlardır. Çünkü Türk devletinin temel politikası, temel politik stratejisi Kürtleri soykırıma uğratıp ulus-devlet içinde eritmektir. Bu, en temel amaçtır. Ekonomik, sosyal, kültürel bütün politikalar buna endekslenmiştir, buna göre şekillenmiştir. Bu politikaya hizmet temelinde düzenlenmiştir. Her şeyden önce bu gerçeğin çok iyi bilinmesi gerekir. Bu açıdan yakın zamandaki bütün siyasal gelişmeleri belirleyen, şekillendiren kesinlikle Kürt halkının özgürlük mücadelesidir, Kürt sorununda devletin yaşadıklarıdır. Çünkü Türk devleti bütün iç ve dış politikasını Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmeye göre şekillendirmiştir. Dış politikasını buna göre yürütmüştür, iç politikasını buna göre yürütmüştür. Bu da ister istemez Türk devletini iç ve dış politikada her zaman sorunlarla karşı karşıya getirmektedir. Zaten dış politikasını tamamen Kürt düşmanlığı üzerine kurması, aslında daha baştan dış politikanın başarısızlığını ifade etmektedir.

İttifaklarını Kürt düşmanlığı üzerine kurduğundan geçmiş dönemde İran, Irak, Suriye ile ilişkilerini de bu temelde yürütüyordu. Ama bu da sorun yaratıyordu. Başka dış ilişkileri farklı eksende olduğundan İran’la ilişkileri diğer müttefiklerini rahatsız ediyordu. Suriye ile ilişkileri müttefiklerini rahatsız ediyordu. Çünkü temel politikasını ABD, Avrupa ve NATO üzerine şekillendirmiştir. Ama ilişkilerini buna göre yürütemediğinde sorunlarla karşılaşıyor. Ortadoğu dünya dengelerinin kurulduğu yerdir. Bu yönüyle dünya dengelerinin kurulduğu bir yerde Kürt düşmanı politikaları her zaman diğer ülkelerin politikalarıyla uyuşmuyor; Türkiye'yi çelişkili çatışmalı durumlar içine sokuyor. Son olarak IŞİD ile bu kadar sıkı fıkı ilişkisi, Türkiye'nin IŞİD işbirlikçi olan bir ülke olarak anılması tamamen bu nedenledir. Bu da Türk devletini dış politikada krizli, sorunlu hale getirmiştir. İç politikada da bu ilişkiler istediği sonucu vermeyince bu yönlü dış politikası daha fazla sorgulanıyor. Hiçbir karşılığı olmayan, hatta büyük zarar veren ilişkileri nedeniyle bu politikayı yürütenlerin çok zor durumla karşılaşması durumu ortaya çıkmıştır. IŞİD eksenli politika ve diğer müttefikleriyle birlikte Rojava Devrimini bastıracaktı, Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edecekti, Ortadoğu'da etkin olacaktı, bu olmadı. Bu olmayınca da iç politikada zor duruma düşmüştür. Bu açıdan AKP içindeki yönetim değişikliği, kabine revizyonuna gitmesi kesinlikle Özgürlük Mücadelesi karşısında sonuç alamaması, Özgürlük Mücadelesi'ne karşı yürüttüğü savaş ortamında uyguladığı iç ve dış politikaların sonuç almamasıyla ilgilidir. Bu nedenle dış politikasında ve ilişkilerinde değişikliklere gitmiştir. Bu da ister istemez kendi içindeki bir kesimle karşı karşıya gelmesini sağlamıştır.

Diğer yandan reformalar yapma ve demokratik adımlar atma iddiası taşıyordu. Ama Kürt Özgürlük Hareketi karşısında çözüm politikası olmadığından sert politikalara yönelince sadece Kürtler üzerinde değil, aynı zamanda Türkiye'de de antidemokratik otoriter baskıcı bir yönelim içine girmiştir. Böyle olunca içeride sorunlar arttı; birçok kesimle de karşı karşıya geldi. Buna karşı kendi pozisyonunu güçlendirmek için de MHP, Ergenekoncular ve demokrasi düşmanı birçok kesimle ittifak kurdu. Bu ittifaklarına uygun bir parti dizaynı, parti ilişkisi, parti yönetimi ve politikası ortaya çıktı. Bu da doğrudan parti içini etkiledi.

Bu süreçte kendi içinde birçok kişiyi ve çevreyi saf dışı ettiği gibi, bir yıl önce seçime gittiği, Başbakan yaptığı Ahmet Davutoğlu’nu da tasfiye etti. Bunlar kesinlikle Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle ilgilidir. Eğer bu süreçte başarılı olunsaydı, her şey yolunda gitseydi, Erdoğan ve Saray çetesi Kürdistan'da hakim olsaydı kesinlikle Davutoğlu’yla böyle bir çatışma içine girmezdi. Bir zamanlar Davutoğlu gözdesiydi. Danışmanken de gözdesiydi, dışişleri bakanıyken de gözdesiydi. Zaten onun için Başbakan yaptı. 1 Kasım seçimlerinde de başarılı çıktı. Ama buna rağmen neden Davutoğlu saf dışı edildi? Çünkü Davutoğlu’nun politikalarıyla istediği sonuca gidemedi. Davutoğlu’nun kabinesi ve duruşu kurduğu yeni ittifaklarla çok uyumlu olmadı. Bu durum kesinlikle Kürt halkının mücadelesinin ortaya çıkardığı sonuçtur. Başka türlü izah edilemez. Kürt sorunundaki çözümsüzlük ya da bu konudaki herhangi bir yetersizlik bütün diğer politikaların değiştirilmesine götürmektedir. Çünkü bütün politikalar Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni bastırmaya endekslenmiştir. Ama AKP'nin izlediği politika başarılı olmadığı gibi, Türk devletini büyük sıkıntılarla karşı karşıya getirmiştir. Bu sıkıntıları aşacak politikaya uygun bir dizayn ortaya çıkmıştır.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN SİYASET NORMALLEŞMEYECEK

Davutoğlu kabinesinin değişmesinden kısa bir süre sonra da bir darbe girişimi gerçekleşti. Devlet içindeki bileşenler ve Kürt savaşındaki pozisyonlar göz önüne alındığında bu darbenin Kürt sorunuyla ve Kürt direnişiyle bağlantısı nasıl ortaya konulabilir?

Darbenin Kürt sorunuyla bağlantısı açık ve nettir. Türkiye cumhuriyeti tarihinde Kürt sorununun çözülememesi hep bu sorunu kendi çözeceğini söyleyen güçlerin, bu temelde de Türkiye'deki yönetimin kendilerinin olması gerektiğini söyleyenlerin darbe yapması durumunu ortaya çıkarmıştır. Kürt sorununun çözümsüzlüğü, bu temelde Türkiye'de demokratikleşmenin gelişmemesi, siyasetin normalleşmemesidir. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe ne siyaset normalleşecektir, ne de Türkiye demokratikleşecektir. Kürt sorunu çözülüp Türkiye demokratikleşmediği için de siyasal mücadele normal yollardan, demokratik yollardan yapılma yerine, kendisini güçlü gören bir zümrenin bazı gerekçeler ortaya koyarak darbe yapmasına yol açmaktadır.

DÜN DARBEYİ ORDU YAPIYORDU BUGÜN POLİS…

Kürt sorununun çözümsüzlüğü Türkiye'ye istikrar ve barış getirmediğinden, Türkiye'yi sürekli sorunlarla karşı karşıya getirdiğinden bu durumda vatan millet adına birileri darbe yapmaya yönelmektedir. Önder Apo buna darbe mekaniği dedi. Kürt sorunu çözülmezse darbe mekaniği devreye girer, dedi. Bu gerçekliğin Türkiye'deki tüm siyasal yapılar tarafından bilinmesi gerekmektedir. Öte yandan devletin çerçevesini çizdiği Kürt politikasında başarısız olanlar her zaman devlet içinden birileri tarafından darbeyle karşı karşıya kalırlar. Çünkü devletin temel stratejisi budur, temel politikası budur. Kürt’ü ezmek ve yok etmektir. Bu başarılamıyorsa, o zaman kendini devlet yerine koyan, devlet içinde belirli kesimler (ordu, polis ya da başka bir güç) darbeye yöneleceklerdir. Bu gerçekliğin herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Dün darbeyi ordu yapıyordu, bugün polis güçlendirilir,  polis yapar. Devletin temel paradigması değişmezse, demokratikleşmezse Kürt sorununun çözümsüzlüğü, istikrarsızlık ve kriz yaratacaktır. Bu durumda da bunu önlemek adına birileri devreye girecektir. Bu defa da böyle olmuştur. Dış politikada rahatsızlık ortaya çıkmıştır. Uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu politikalarında sorunlar yaşanmıştır. Dışarıda çeşitli ülkelerle yapılan kavgaların, sorunların içte getirdiği sorunlar olmuştur. Bunlar zaten Türkiye'de hemen hemen bütün toplumsal ve siyasal kesimler için de rahatsızlık konusuydu. Öte yandan içeride de büyük bir kutuplaşma olmuştu, büyük bir çatışma yaşanıyordu. Sürekli birbirleriyle kavga eden bir toplumsal gerçeklik söz konusuydu. İçte Türkiye'yi parçalayan, birbirine düşüren, kutuplaşma yaptıran, sürekli krizler üreten bir iç savaş konumu vardı. Belki silahlı sürmüyordu, ama psikolojik olarak, siyasi olarak, toplumsal olarak bu savaş her gün görülüyordu. Herkesin, bütün oligarşik siyasi yapıların birbirlerine söyledikleri, birbirlerine karşı izledikleri politika bunu açık gösteriyordu. Bütün bunların sonucu ordu içindeki bir kesim bu sorunların varlığını bir toplumsal meşruiyet olarak kullanıp darbeye yönelmiştir. Nitekim yazdıkları bildiriyle dışarıyla ilişkilerini düzeltme, içerideki sorunları çözüp barış ve istikrar getirme adımıyla darbeye yöneldiklerini ortaya koymaktadırlar.

KÜRT SORUNUNDAKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK DARBE DİNAMİĞİNİ HAREKETE GEÇİRMİŞTİR

Bildiride söylenenlerin çoğu CHP’liler tarafından da söylenmiştir, MHP’liler tarafından da söylenmiştir, HDP tarafından da söylenmiştir. Özcesi toplum tarafından şikayet edilen konulardır. Bildiriye bakılınca toplumdaki bütün şikayetlerin, bütün rahatsızlıkların hepsini bildirisine toplayarak bir toplumsal destek almayı ve bu temelde de darbeleri gerekçelendirip iktidara gelmeyi hedeflemiştir. Tüm bu sorunları yaratan da Kürt sorunun çözümsüzlüğü olduğuna göre darbe dinamiğini harekete geçiren Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Darbeyi yaratan Türkiye'de demokratikleşmenin olmamasıdır, bu temelde de sorunların çözüme kavuşturulamamasıdır. Bu yönüyle darbenin Kürt sorununda çözümsüzlüğüyle ve Kürdistan'da yürütülen şiddetli savaşla, kirli savaşla yakından bağı bulunmaktadır.

Türkiye'de iktidar olmanın kanunu mevcut durumda hala Kürt düşmanlığıdır. Kim iktidar olmak istiyorsa en ateşli PKK ve Apo düşmanlığı yapmaktadır. Fetullahçılar da PKK ve Apo düşmanlığını en fazla yapanlar olmuştur. Bunlar da Kürt sorununun çözümsüzlüğünü kendilerinin iktidar olmaları için zemin görmüşlerdir. Bu nedenle AKP iktidarı dahil birçok güç bu karakterleri nedeniyle bunların önünü açmıştır. Eğer bunlar sürekli Kürt sorununun çözümsüz kalması için çaba harcamışlarsa, bu nedenledir. Çünkü Kürt sorunu çözüldüğünde bunlar açısından devletin şu ya da bu yerine yerleşmekle iktidar olmak ya da darbe yapmak söz konusu olamayacaktır. Dolayısıyla AKP iktidarı Kürt düşmanlığı ve Kürt sorununu çözmeme politikasıyla darbe zeminini güçlendirdiği gibi, son darbe girişiminde bulunanları da hem besleyen, hem de bunlara darbe yapacak imkanları sağlayan ve zemini sunan bir iktidar olmuştur. Özcesi hem Kürt sorunu çözülmeyecek, hem de bir iktidar uzun süre ayakta kalacaktır? Bunun Türkiye gerçeğinde olması mümkün değildir. Belki bugün darbe başarısız olmuştur, ama Kürt sorunu çözülmediği müddetçe yeni darbelerin zemini döşenecektir. Tabii ki hangi iktidar Kürt sorununu çözerse o da darbelerin zeminini kurutmuş olacaktır.

DARBA GİRİŞİMİ TÜRKİYE TARİHİ AÇISINDAN BİR DÖNÜM NOKTASIDIR

Darbe girişimi başarısız kaldı ve mevcut iktidar yeni birlikteliğiyle yoluna devam ediyor. AKP bu ittifakları ve yürüteceği politikalara hegemonyasını rahatlıkla pekiştirip amacına ulaşabilecek midir?

Bu darbe girişimi Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. Anlaşılıyor ki bu darbe girişiminden sonra Türkiye'de çok şey değişecektir. Yeni dengeler kurulacaktır. Artık Türkiye tarihi açısından da darbeden önce, darbeden sonra biçiminde değerlendirmeler yapılacaktır. Özellikle AKP iktidarının tutumu bunun böyle olduğunu göstermektedir. Her ne kadar AKP iktidarı darbe karşıtlığı rüzgarını arkasına alarak, bütün muhalefetleri susturarak herkesi kendi yanında saf almaya zorlayarak bütün gelişmelere yön verecekmiş gibi bir durum görülse de, bundan sonra da Türkiye'de siyasetin gerilimli, çatışmalı geçeceği açıktır. Çünkü Türkiye'de sorunlar yaratan siyasal gerçekler var, tarihsel gerçekler var. Bunların sorunları yarattığı görülmeden sadece sonuçlarla uğraşmak kimseyi bir yere götürmez. AKP iktidarı bugün faşist müttefikleriyle birlikte Kürtleri ezecek, demokrasi güçlerini ezecek, tamamen düşündükleri Kürt inkarına, soykırımına dayalı yeni bir Türkiye sistemi kurmayı amaçlamaktadır. Bunun olması mümkün müdür? Türkiye'nin içeride de, dışarıda da tarihi olarak ortaya çıkan değişim ve dönüşüm süreci böyle bir Türkiye'nin oluşmasına imkan vermeyecektir.

Türkiye zorunlu olarak dönüşecektir. Eski halde yürümesi mümkün değildir. O halde değişecek, dönüşecek Türkiye'de bu değişim ve dönüşümü kim yapacaktır? Mücadele bu temelde yürümektedir. Bu değişim dönüşüm radikal mı olacaktır, sınırlı mı olacaktır, ya da eskinin belli rötuşlarla restorasyonu mu gerçekleşecektir? Sorunlar tümüyle mi çözülecektir, yoksa sorunların bir kısmı çözülecek, bir kısmı var olmaya devam mı edecektir? Sorunlar köklü çözülerek Türkiye gerçek anlamda özgür ve demokratik ülke olarak istikrar ve barışa kavuşup Ortadoğu'nun barışı, istikrarı ve demokratik gelişmesi açısından da rol oynayacak mıdır? Ya da var olmaya devam edecek sorunların ortaya çıkardığı siyasal, sosyal, kültürel krizler içinde mi yaşanılacaktır? Bunların hepsini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bu açıdan Türkiye'de mücadele bitmemiştir, mücadele devam edecektir. Çünkü darbeciler de Türkiye'deki mevcut iç ve dış sorunları; siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik sorunları gerekçe yaparak, bunların varlığı üzerinde darbe yapıp kendini etkin kılmak istemiştir. Bu açıdan bu darbe başarısız kaldı diye bu darbeyi ortaya çıkaran tarihsel gerçekler, siyasal ve sosyal sorunlar yok mu oldu diyeceğiz? Bu darbeyi ortaya çıkaran demokrasi eksikliği, Kürt sorununun çözümsüzlüğü konuları gündemden çıkacak değildir.

TÜRKİYE YENİDEN YAPILANMAK DURUMUNDADIR

Bu gerçekler dikkate alındığında Türkiye iç ve dış koşulların dayatması karşısında yeniden yapılanmak durumundadır. İşte bu yapılanma sürecindeki mücadele ve bunun kimler tarafından yapılacağı önümüzdeki dönemde belirlenecektir. AKP iktidarı, başarısız darbe girişiminden sonra kendini demokrasi yanlısı gösterip yeni Türkiye'yi ben yaratacağım iddiasında bulunabilir. Erdoğan darbeye kadar başkanlık sistemini getirip hegemonik bir iktidar kurarak bunu gerçekleştirmek istiyordu. Ama darbeciler “bunu sen değil biz yapacağız” dedi. Peki, darbeciler yenildi, Erdoğan şimdi bunu tek başına bundan sonra yapabilecek mi? Darbecilerin engel olmaktan çıkmasıyla birlikte öngördüğü Türkiye'yi yaratma yürüyüşünde, iddiasında, planında önüne engel çıkmadan yürüyebilecek midir? Bunun olması mümkün değildir. Çünkü Erdoğan’ın ve AKP iktidarının anlayışıyla, zihniyetiyle, politikalarıyla Türkiye'nin istikrara ve barışa kavuşması, yani demokratikleşmesi mümkün değildir. Demokratikleşme yönünde köklü adım atmayan bir AKP iktidarının hegemonya peşinde koşması sonunda hüsranla karşılaşacaktır.

ORDU VE POLİSİN İMAJI, AKP’NİN DARBE SONRASI POLİTİKASI…

Ancak Türk ordusunun Türk milleti nezdindeki imajı da zedelendi. Polisin öne çıkarıldığı görülmektedir. Öte yandan sivil muhafızların oluşturulacağı söyleniyor. Bütün bunlar Kürtler için ne gibi tehlikeler taşımaktadır?

AKP iktidarının 7 Haziran’dan sonra kurduğu ittifak içindeki güçler kendilerini güçlenmiş olarak göreceklerdir. Bu yönüyle daha fazla kendilerini dayatma biçiminde bir yaklaşım içinde olacaklardır. Bu böyle görülüyor. Türk ordusunun itibarı zedelendi. Bu konuda tarih boyu Türk toplumunun, Türkiye siyasetinin şekillenmesinde yer alan ordu büyük bir yara aldı. Öyle ki, generalleri bile polis tarafından kurtarıldı. Ya da darbeye karşı tutum gösteren sivillerin yarattığı ortamda kurtarıldılar. Bunlar ordunun siyaset ve toplum içindeki yeri konusunda mutlaka etkide bulunacaktır. Geçmişte polis yıpranmıştı, şimdi polisin bir kısım toplumsal kesim yanında imajı yükselmiş olabilir, ama polisin de geçmişten beri toplum karşısındaki durumu bellidir. Polisin görevi zaten toplum karşıtı bir pozisyondadır. Daha doğrusu bütün toplumsal sorunlara müdahale ettiğinden, sürekli toplumla karşı karşıya geldiğinden onun da çok fazla itibarı olduğu söylenemez. Bugün itibar kazandığı düşünülse de bunun uzun süreli olmayacağı açıktır. Bu yönüyle hegemonik güçlerin kullanacağı ordu ve polisin en zayıf konumlarını yaşadıkları bir dönemden geçtikleri söylenebilir.

AKP iktidarı bu darbeden yararlanarak kendisi için bir toplumsal güç yaratmaya çalıştı. Aslında her gün halkı sokağa çağırması, meydanları doldurması, konuşması kendi zihniyetinde, kendi yaklaşımında bir toplum yaratma ve bu toplumun saflarını sıkılaştırıp örgütleyebilecek hale getirmek içindi. Bu yönüyle Türkiye'nin toplumsal yapısında şoven milliyetçi bir dönüşümü yaşattı. Darbe karşıtlığı ortamında dincilik ve milliyetçiliği birleştirerek Kürt düşmanı, farklı kimliklere düşman yeni bir toplumsal kesim oluşturdu. Geçmişte MHP bunu oluşturmak istiyordu. MHP hep bu yönlü çaba gösterdi, ama MHP çok başarılı olamadı, toplum buna itibar etmedi, meyil göstermedi, çok fazla yüz vermedi. Ancak AKP iktidarı bu darbe karşıtlığı ortamında demokrasi maskesi altında milliyetçiliği, dinciliği, mezhepçiliği birleştiren yeni bir toplumsal yapı oluşturmaya yöneldi. Bu Türkiye halkları açısından çok tehlikeli bir durumu ifade etmektedir. Bütün farklı kimlikler, etnik ve inanç kimlikleri her zaman bu toplumsal yapı tarafından tehdit altında olacaktır. Çünkü şekillendirilen bu toplumsal yapı tekçidir, inanç olarak mezhepçidir, etnik olarak da tamamen şovenist Türk milliyetçisidir. Bu açıdan Türk olmayan, Sünni İslam olmayan herkes bu toplumsal kesim tarafından tehdit edilir bir duruma düşecektir.

ERDOĞAN FAŞİST KARAKTERDE BİR LİDERDİR

Gerçekten Erdoğan’ın son zamanlarda üslubuyla, diliyle, söylemiyle, ortaya koyduğu hedefleriyle yarattığı bu dinci milliyetçi sivil muhafızların karakterinin çok iyi görülmesi gerekiyor. Bunların toplum için nasıl bir tehdit olduğunun herkes tarafından anlaşılması gerekiyor. Bugün bunlar görülmüyor, hatta neredeyse darbeye karşı oluşmuş bir toplumsal güç olarak ele alınıyor. Evet, bu meydanlara çıkanlar ilk önce böyle bir darbe karşıtlığıyla çıktılar, darbeye tepki gösterdiler, bunlar doğrudur. Kuşkusuz bunların bir kısmı da MİT tarafından AKP'ye bağlı özel savaş güçleri tarafından önceden örgütlendirilmişti. Bir kısmı zaten hegemonik AKP iktidarını o güne kadar hararetle destekleyen kesimlerdi. Bir kısmı da gerçekten darbe karşıtı olduğundan sokaklara çıkmıştır. Bu darbe karşıtlığının ortaya çıkmasını da esas yaratan devrimcilerdi, sosyalistlerdi, Kürt halkıydı, Kürt Özgürlük Hareketi’ydi. Çünkü darbelerden en fazla da bunlar zarar gördüğünden darbe karşıtı tutumlarıyla, yine darbelere karşı mücadeleleriyle darbe karşıtı bir kültür ortaya çıkarmışlardı. Bundan Erdoğan ve AKP yararlandı. Ama daha sonra sokaklara dökülenler artık darbe karşıtı oldukları için sokaklara dökülen toplumsal kesimlerden farklı bir karakter ortaya koymuşlardır. Tamamen milliyetçi ve dinci bir motivasyonla, bu tür söylemlerle Kürtler açısından, demokrasi güçleri açısından, farklı etnik ve inanç toplulukları açısından çok tehlikeli olan bir siyasallaşmış topluluklar haline gelmişlerdir.

Tüm faşist güçler böyle topluluklar oluştururlar. Erdoğan da diliyle, üslubuyla tamamen faşist karakterde bir liderdir. Şimdi faşist karakterdeki ve zihniyetteki bu lider kendi zihniyetine uygun, kendi zihniyeti doğrultusunda harekete geçirebileceği bir toplum yaratmayı önüne koymuştur. Bu konuda bir çaba göstermiştir, belli düzeyde de bir başarısından söz edilebilir. Bu gerçekten bütün Kürtler için, Aleviler için, farklı inançtan halklar için, Hıristiyanlar, Yahudiler, Êzıdîler için tehlikedir. Yine farklı kimlikleri olan ve yeni yeni kimliğinin farkına varan Çerkezler ve Lazlarla Türkiye'de önemli bir topluluk olan Araplar için de bir tehlike söz konusudur. Çünkü bu topluluklar Erdoğan’ın tek tek ifade ettiği zihniyet ve söylemle, bir ideolojik yaklaşımla şekillenmektedir. Erdoğan tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet derken aslında bir ideoloji şekillendiriyor. Bunu da mezhepçi bir yaklaşımla yaptığından, mezhepçiliğin ve dinciliğin harmanlandığı yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkıyor. Kuşkusuz bu özellikle metropollerde ve Türkiye'deki Kürtler için bir tehlikedir. Erdoğan ve AKP iktidarı bazılarının belirttiği biçimde bu güruhu, bu sürüleşmeyi kullanarak herkesin üzerinde bir tehdit yaratacaktır.

OHAL HALK VE TOPLUM KARŞITLIĞIDIR

OHAL Türk milleti tarafından tepki gösterilmeden karşılandı. AKP iktidarı bu yeni durumda devleti nasıl dizayn edecektir?

OHAL’e tepkisiz kalınması da anlaşılır bir durumdur. Erdoğan OHAL’i sanki darbe karşıtı bir tutum olarak gösteriyor, darbecilerin temizlenmesi olarak gösteriyor. Böyle gösterince de bu OHAL’in tarihte ne rol oynadığını, gelecekte ne rol oynayacağını bilince çıkarmayan kesimler tarafından sessizlikle karşılanıyor. OHAL demek demokrasi karşıtlığı, halk karşıtlığı, toplum karşıtlığı demektir. Toplumun her şeyine müdahale etmek demektir. Devletin toplumu, bireyi tümüyle hiçleştirdiği, etkisizleştirdiği bir siyasal rejimin adıdır. Bu yönüyle halk kendi özgürlüklerinin, kendi demokratik yaşamının sınırlanmasına sessiz kalmaktadır. Özellikle Türkiye'de OHAL böyledir. Şimdi Erdoğan Fransa’da da OHAL var, şurada da var diyerek sanki demokratik bir ülkeymiş, demokratik ülkelerde OHAL varken Türkiye'de de olabilirmiş gibi bir demagoji yapmaktadır, bir saptırma yapmaktadır. Halbuki Fransa belirli demokratik değerleri olan, belirli hukuk sistemi olan, belirli bir demokratik anayasası olan, farklı kimliklerin ve inançların kendi özgür ve demokratik yaşamını yürüttüğü, toplulukların ve bireylerin özgürlüklerinin ne olduğu bilinen bir ülkedir. Öyle devletin her şeyine karıştığı, her şeye müdahale ettiği, bütün etnik ve farklı inanç kimlikleri üzerinde baskı kurduğu bir düzen değildir. Böyle bir yerde Olağanüstü bir durum ortaya çıkmıştır. Fransa da halka katliam yapan çevreyi etkisizleştirmek için bir tedbir olarak buna başvurmuştur. Yoksa halkın tümünün özgür ve demokratik yaşamını sınırlamayı hedefleyen bir durum değildir. Sadece sınırlı bazı alanlarda, bazı zamanlarda bu amaçla belirli sınırlar ortaya koyan bir uygulama söz konusudur. Ama Türkiye'de öyle midir? Türkiye'de OHAL ilan edildiği zaman bütün toplumu etkileyen, bütün toplum üzerinde devletin, iktidarın otoriter baskı kurduğu bir düzen oluşmaktadır. OHAL sadece tedbir alınan toplulukları değil, bütün Türkiye halkını etkileyen bir sistem olarak kullanılmaktadır. Türkiye sanki Avrupa ölçülerinde de olsa demokratik bir ülkeymiş gibi kendi olağanüstü kararını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu OHAL esas olarak Kürt halkı için, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni bastırmak için uygulanmaya konulmuştur. Bu gerçeğin üstünü örtmek için bütün Türkiye'de üç aylık Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. Bir süre sonra Türkiye'de OHAL kaldırılacak, sadece Kürdistan'da uygulamaya devam edilecektir.

‘BİZ ZATEN OHAL YAŞIYORDUK, BİRAZ DA ONLAR GÖRSÜN’ DEMEK YANLIŞTIR

Bazı Kürtler eskiden beri bizim için OHAL var, şimdi biraz da Türkiye'de olsun diyor. Bu bir yanılgı değil midir? AKP yeni durumdan faydalanarak soykırım politikalarına biraz daha hız vermek istemeyecek midir?

Bazı Kürtlerin biz zaten sürekli Olağanüstü Hal içinde yaşıyoruz, şimdi Türkiye halkı da OHAL’in ne olduğunu görsün, bizi anlasın demesi çok yanlış bir yaklaşımdır. Bu tür şeyler dar, duygusal ve tepkisel yaklaşımlardır. Siyasal ve toplumsal gerçekleri objektif olarak değerlendirmek yerine, Türkiye halkı niye bize uygulananlara tepki vermiyor, biz sürekli OHAL içindeyiz, bize baskı uygulanıyor, bizi görmüyorlar, şimdi kendileri görürlerse anlarlar yaklaşımı gerçekçi değildir. Bu durumlarda biz tepkisel yaklaşma yerine Türkiye halkının, Türkiye toplumunun Kürdistan'daki gerçeği anlaması için çaba göstermemiz lazım. Bunu da esas olarak Türkiye'deki demokrasi güçleriyle ilişki içinde, demokrasi güçleriyle birlikte Türkiye toplumunu bilinçlendirme, Türkiye toplumunu demokrasi mücadelesi içine çekme temelinde yapmamız gerekmektedir. Kaldı ki Türkiye halkı da 12 Eylül’den zarar görmüştür, 12 Mart’tan zarar görmüştür. Bu açıdan Kürtler kadar olmasa da Türkiye halkları da OHAL ve sıkıyönetim uygulamalarından zarar görmüştür. Kuşkusuz Türkiye halkının özel savaşla, psikolojik savaşla Kürdistan'da yaşanan gerçekleri görmemesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Buna tepki duymak yerine, bunu aşmanın yollarını bulmak daha doğru bir yaklaşım olarak görülmelidir. 

Öte yandan şu gerçeği görmek gerekmektedir; Türk devleti Kürtler yararlanmasın diye Türkiye'de de demokratikleşme adımları atmıyor. Bugün sadece Kürdistan'da değil, Türkiye'de de demokrasi ve özgürlük eksikliği vardır. Çünkü Türkiye genelinde demokratikleşme gelişirse bundan Kürtler yararlanır diyorlar. Kürtler üzerinde soykırım politikası uygulandığı için Kürt halkının bu soykırım politikası karşısında mücadele etmesini engellemek için Türkiye'yi sürekli otoriter baskıcı bir rejim içinde tutuyorlar. Bu açıdan Kürt sorununun çözümsüzlüğü aynı zamanda Türkiye halklarını ve toplumunu da olumsuz etkiliyor. Kürtler yararlanmasın diye demokratikleşme adımları atmadıklarından, Türkiye'yi baskıcı otoriter bir sistem altında yönettiklerinden Kürtler kadar olmasa da Türkiye halkları da bu baskıcı rejimden nasibini alıyor.

Türkiye söz konusu olduğunda Türkiye'de demokrasi vardır, özgürlükler vardır, Türkiye halkı rahattır, bütün baskıyı, zulmü, her şeyi sadece Kürt halkı görüyor demek doğru değildir. Ancak Kürt halkı üzerindeki baskı, zulüm ve Türkiye halkları üzerindeki baskı ve zulüm arasında çok fark olduğu doğrudur. Kürt halkı üzerindeki baskı ve zulüm tamamen Kürt halkının soykırımını hedeflemektedir. Tüm baskılar, zulümler Kürt soykırımının gerçekleşmesini sağlayan bir siyasal ve toplumsal zemin yaratmak için yapılmaktadır. Türkiye'de ise Kürtler yararlanır diye gerçekleşmeyen demokrasinin otoriter ve baskıcı yönü Türkiye halkını da etkilemektedir. Onların demokratik haklarını kullanmasını etkilemekte, ekonomik yaşamını etkilemektedir. Bu yönüyle Kürt sorununun çözümsüzlüğü aynı zamanda Türkiye halklarına da zarar vermektedir. Bu diyalektik birliği, bütünlüğü görmek gerekiyor.

OHAL’I UZUN SÜRDÜRMEYECEKLERDİR

Kuşkusuz Türkiye'de Olağanüstü Hal’i uzun sürdürmeyeceklerdir. Türkiye halkının tepkisini çekmek istemeyeceklerdir. Türkiye halkı üzerinde eğer aynı Kürdistan'daki gibi bir Olağanüstü Hal, baskı ve zulüm düzeni kurarlarsa bunun Türkiye halkında tepkilere yol açabileceğini, bu tepkilerin de Kürt halkının demokrasi mücadelesiyle birleşerek mevcut kültürel soykırımcı otoriter hegemonik sistemi zorlayacağını düşünmektedirler.

Bu Olağanüstü Hal ilanından sonra iyi oldu, biz zaten OHAL içindeydik, şimdi de Türkler bunu görsün demek, en başta da Kürt halkı üzerinde sistemli sürdürülmek istenen OHAL durumunu meşrulaştırmak ya da buna karşı mücadelesiz kalmak olur ki, bundan da en başta Kürtler zarar görür. Bu tür yaklaşımlar yerine, Türkiye halklarıyla birlikte OHAL durumuna karşı mücadele etmek daha doğrudur. İlan edilen OHAL’in esas olarak Kürtlere yönelik olduğunu görmek, bu açıdan hiç tereddüt etmeden OHAL’e karşı Türkiyeli demokrasi güçleriyle birlikte hiç gecikmeden mücadele etmek şu anda yapılması gereken olarak görülmelidir.

Kuşkusuz Kürdistan'daki Özgürlük Mücadelesi'ni bastırmak isteyen soykırımcı sömürgeci sistem bu OHAL’i Kürt halkını daha fazla sindirmek, Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmek için kullanacaktır. Zaten 24 Temmuz’da başlatılan saldırı Kürtleri sindirip, ezip bunun üzerinden soykırım sistemini tamamlamayı hedeflemekteydi. Bu açıdan 24 Temmuz saldırısı aynı zamanda bir soykırım saldırısıydı. Kürtler üzerinde uygulanan soykırımı derinleştirmek, kapsamlılaştırmak ve tamamlamak amaçlı bir saldırıydı. Bunun ortamını yaratmaya yönelik bir saldırıydı. OHAL durumu 24 Temmuz’la başlayan soykırım saldırısının daha üst bir evreye taşırılması anlamına gelmektedir. Bu açıdan OHAL yasasına dün de vardı, bugün de vardı demek doğru yaklaşım değildir.

OHAL’E KARŞI MÜCADELE ETMEK GEREKİYOR

Kuşkusuz OHAL durumu, hatta daha fazlası Kürdistan'da vardı. Bu OHAL durumuyla Kürdistan'daki mevcut OHAL uygulamaları daha da kapsamlılaşacaktır, daha baskıcı hale getirilecektir. Bu yönüyle Kürdistan'da OHAL’le birlikte tüm biçimsel yasaların da, tüm biçimsel hukuki kuralların da, normların da tümden bir tarafa bırakıldığı, tamamen uyguladıkları baskının normalleştirildiği bir sistem kurulacaktır. Yani yapılan neyse o kanun gibi olacaktır. Artık Kürdistan'da biçimsel de olsa yasa masa olmayacaktır, sadece ne uygulanmak isteniyorsa onun gerçekleştirileceği bir düzen kurulacaktır. Bu yönüyle tüm Kürt halkı, kendine Kürdüm diyen herkes, demokratım diyen herkes bu OHAL sistemine karşı mücadele içinde olmalı, dolayısıyla da bu OHAL’i getiren AKP hükümetine karşı tutum içine girmelidir. Bu temelde Kürt soykırımına karşı olan, Kürtler için özgürlük ve demokrasi talep eden herkesin ortak hareket etmesi, ortak mücadele vermesi gerekmektedir. Bazı AKP ile ilişkili Kürtler AKP baskılarını yumuşatmaya, gerekçelendirmeye çalışıyor. Bunlar tamamen Kürtlükle ve yurtseverlikle alakası olmayan tutumlardır. Bu açıdan OHAL yasasını karşı çıkmayan, bunun için mücadele vermeyen Kürt’ü yurtsever olarak görmek, demokrat olarak görmek, Kürt’ün özgür ve demokratik yaşamını isteyen olarak görmek mümkün değildir.

Bazı Kürtler de KDP'nin Türkiye ile ilişkilerine dayanarak, KDP’nin AKP Kürtler için iyidir söylemine dayanarak çıkarları gereği AKP'ye tutum almıyorlar. KDP ile AKP ilişkilerini çok yanlış biçimde ele alarak, bu ilişkileri her türlü baskıyı, zulmü, soykırımı meşrulaştıran ya da bunları görmezlikten gelen bir tutuma çeviriyorlar. Bunun da kesinlikle kabul edilmemesi gerekiyor.

MEVCUT KAOTİK SÜREÇTE ÖZSAVUNMANIN ÖNEMİ

Siz Hareket olarak öz savunmanın önemine çok dikkat çekiyorsunuz. Özellikle mevcut kaotik durumda öz savunma toplum için ne anlam ifade ediyor. Çeşitli yerlerde Kürtlere ve diğer muhalif kesimlere yapılan saldırılar dikkat alındığında neler söylemek istersiniz?

Öz savunma, tüm canlıların en temel hakkı ve görevidir. Tüm canlılar, tüm topluluklar yaşamak için öz savunma yaparlar. Etnik, kültürel, inanç toplulukları da bir canlı varlıktır.  Onlar da ancak öz savunma yaparak kendi varlıklarını koruyabilirler. Bu, doğanın en temel kanunudur. Hiçbir birey ve toplum öz savunmasını başkalarına bırakamaz. Ancak kendisi ve kendi toplumu öz savunma yapabilir. Kuşkusuz devletler tarih sahnesine çıkışında hakların, toplulukların da öz savunmasını üstlendiklerini iddia etmişlerdir. Kendilerine meşruiyet kazandırmak için böyle bir sorumluluk ve görevi de yaptıklarını söylemişlerdir. Ama tarih göstermiştir ki, devletler halklar için bir öz savunma gücü değil, halklar ve topluluklar üzerinde zulüm ve baskı aracı, sömürü aracıdırlar. Bu açıdan topluluklar özgür ve demokratik yaşamak istiyorlarsa, sömürü ve baskı altında yaşamak istemiyorlarsa öz savunmalarını örgütlendirmek ve güçlendirmek zorundadırlar. Özellikle de Ortadoğu gibi çatışmaların, kaosun yaşandığı, etnik ve inanç topluluklarının birbirini boğazladığı coğrafyada öz savunma daha önemli hale gelmiş bulunmaktadır.

Ortadoğu'da öz savunması olmayan topluluklar yok olmayla karşı karşıyadırlar. Ya da başka güçlerin hegemonyası altında ezilmek, sömürülmek, baskı altına alınmak, yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya gelirler. Özellikle 3. Dünya Savaşının yaşandığı Ortadoğu'da halkların, toplulukların, inançların kendi varlıklarını korumak için öz savunmalarını sağlamaları gerekir. Böyle bir ortamda kendi varlıklarını hiç kimseye teslim edemezler. Hele Ortadoğu'daki etnik ve dinsel çatışmalar ve bu temelde ortaya çıkan katliamlar düşünüldüğünde halkların, inançların, her türlü kültürel toplulukların, sosyal toplulukların kendi varlıklarının güvencesini başkalarına bırakmaları mümkün değildir. Bu açıdan bugün Ortadoğu'da öz savunma halkların, toplulukların, inançların önemli bir gündemi haline gelmiş bulunmaktadır. Özellikle IŞİD gibi insanlık dışı örgütlerin, çetelerin bulunduğu bir coğrafyada kim kendini güvende hissedebilir? Yine tekçiliğin hala hakim olduğu bir coğrafyada kim kendini güvencede hissedebilir? Ulus-devlet zihniyeti hala bu topraklarda direnmektedir, varlığını sürdürmektedir. Ulus-devletçi zihniyet de her türlü farklılığı ortadan kaldırma karakterine sahiptir.

Tüm bunlar dikkate alındığında öz savunma daha da anlamlı hale gelmektedir. Özellikle kriz ve kaotik dönemlerde öz savunma yapamayanlar ezilirler, yok olurlar. Hele Ortadoğu'da gibi bir yerde fillerin tepiştiği yerde çimenlerin ezilmesi gibi ayak altında ezilip gidebilirler. Bu yönüyle 3. Dünya savaşının sürdüğü, kendisini güçlü hissedenlerin diğerlerini ezmek istediği bir coğrafyada bütün toplulukların öz savunmalarını bir yaşam kanunu olarak ortaya koymaları gerekmektedir.

‘ÖZ SAVUNMA ÖRGÜTLÜ TOPLUM DEMEKTİR’

Kuşkusuz öz savunma ille de silah kullanmak, silahlı savaş içine girmek değildir. Öz savunma her şeyden önce örgütlü toplum demektir. Örgütlü toplumlar öz savunmaya güçlü bir adım atmış topluluklardır. Örgütlü topluluklar her türlü saldırı karşısında kendilerini savunabilirler, savunma araçlarını bulabilirler. Kendilerini savunma gücü ortaya koyabilirler. Saldırı nereden gelirse gelsin, hangi silahla yapılırsa yapılsın örgütlü topluluklar mutlaka kendi varlıklarını  koruyacak direnme gösterebilirler. Bu açıdan öz savunmanın birinci adımı, en önemli adımı, olmazsa olmazı örgütlü toplum olmaktır. Örgütlü toplumla öz savunma yapabilirler. Örgütlü olmayan toplumlar öz savunma yapamazlar. Örgütlü olmayan toplumların eline hangi silahı verirseniz verin kendilerini savunamazlar. Örgütlü toplumlar ise kendisine saldıranlara karşı nasıl bir politika izleyeceklerini, nasıl bir öz savunma yapacaklarını, hangi araç ve yöntemlerle saldırılara karşılık vereceklerini doğru tespit ederler, öz savunma yöntemlerini ve araçlarını zamanında kullanırlar. Bu açıdan her şeyin başı örgütlülüktür. Bu yönüyle öz savunma derken ilk önce o toplulukların her türlü saldırı karşısında kendi varlıklarını sürdürecek, idame ettirecek bir örgütlülüğe sahip olup olmadıklarına bakılır. Örgütlü toplum temelinde kendi ekonomik yaşamlarını, sağlık sorunlarını, beslenme sorunlarını çözebilmekte midirler, çözemeyecekler midir, buna bakılır. Öz savunma esas olarak yaşamın tüm alanlarını örgütlendirmesini ifade eder. Bu temelde günümüz Ortadoğu’sunda krizin, kaosun derinleştiği, eski yapıların dağıldığı, yeni yapılanmaların oluşacağı süreçte öz savunma gücüne sahip olmak çok önemlidir. Ancak öz savunma gücüne sahip olanlar bu kaos aralığından, bu kaostan kendi haklarını ve özgürlüklerini koruyarak çıkabilirler. Bunun için Kürtlerin de, Alevilerin de, diğer muhalif kesimlerin de kendi öz savunmalarını oluşturmaya ihtiyaçları vardır.

Kürtler bu konuda bugün belli bir örgütlülüğe kavuşmuşlardır. Saldırılar ne kadar ağır olursa olsun direnme gücüne kavuşmuşlardır. Direnme gücüne kavuşmak çok önemlidir. Saldırılar ağır olabilir, saldırılar karşısında acı çekebilirler, bazı kayıplar verebilirler, ama saldırı karşısında direnme gücü gösteriyorlarsa, saldırıların amacına ulaşmasını engelliyorlarsa, bu zaten büyük bir savunma iradesini, özgürlük iradesini, demokratik yaşam iradesini ortaya koymayı ifade eder. Öz savunma temelinde gösterilen direnişe karşı saldırı ne kadar ağır olursa olsun, bu iradeyi gösterebiliyorsa, sonuna kadar direneceğini ortaya koyuyorsa bu topluluklar zaten saldırganlar karşısında kazanmış demektir. Saldırganları yenilgiye uğratmış demektir. Bu yönüyle öz savunma gerçeğini böyle anlamak lazım. Öz savunma, karşı gücü ezip tasfiye etmek değildir. Öz savunma esas olarak da karşı gücün saldırıları karşısında varlığını korumak, özgür ve demokratik yaşamını koruma mücadelesini vermektir. Bu konuda irade kırılmasına uğramadan her türlü saldırıyı püskürtecek irade ve gücü göstermektir.

KÜRTLER BULUNDUKLARI HER YERDE ÖZ SAVUNMA GÜCÜNÜ GELİŞTİRMELİ

Türkiye'de bugün mezhepçilikle milliyetçiliği, şovenizmi birleştiren bir siyasal zihniyet var. Bu siyasal zihniyetin şekillendirdiği saldırgan, ırkçı, şovenist milliyetçi topluluklar var. Bunlar Kürtler için tehlikedir. O halde Kürtler sadece Kürdistan'da değil, metropollerde, bulundukları her yerde örgütlülüklerini geliştirmeli, bu temelde öz savunma gücünü oluşturmaları gerekir. Kuşkusuz öz savunma, saldıran güçlerin silahları karşısında kendilerini kuruyabilecek koruma araçlarına da sahip olmalıdır. Bu araçları başkalarına saldırmak, başkalarını ezmek, başkalarını sindirmek, başkalarına boyun eğdirmek için değil; sadece saldırılar karşısında kendilerini savunmak için kullanacaklardır, kullanmalıdırlar. Kürtlere her yerde saldırılıyor. Bu saldırılar Kürtlerin iradesini kırmayı hedefliyor. Bunlar bilinçlidir. İstihbarat örgütleri tarafından, devletin derin güçleri tarafından Kürtlerin Çukurova’da, Marmara’da, Ege’de iradelerini kırmak amaçlanıyor. Böylece Kürtlerin yurtseverlik inançlarını, kendi kültürlerini ve varlıklarını koruma iradesini kırıp onları kendini soykırıma yatırmış topluluk ve birey haline getirmek istemektedirler. Kürtlere yönelik saldırıların amacı budur. Bundan sonra da Kürtlere yönelik bu saldırılar devam edecektir. Bu saldırılar karşısında gerekirse canlarını ortaya koyarak direnmelidirler. Bu kadar yıllık mücadeleden sonra Kürtler bu baskılara boyun eğebilirler mi? Bu soykırımcı sistemin dayatmalarıyla Kürtlüklerinden vazgeçerek Türklük içinde erimeyi kabul edebilirler mi? Bu Kürtler için züldür, kabul edilemez bir durumdur. Buna karşı tabii ki direneceklerdir, teslim olmayacaklardır. Nerede olursa olsun, kendilerinin kimliğiyle, kültürüyle yaşamalarının kabul edilmesini sağlayacaklardır. Bugün Kürdistan'da da bunun mücadelesi verilmektedir, metropollerde de verilmektedir ve verilmeye de devam edilmelidir.

ALEVİLERE YÖNELİK SALDIRILAR VE ÖZ SAVUNMANIN ÖNEMİ

Ortadoğu'daki mezhep çatışmaları ve Türkiye'de AKP iktidarının izlediği mezhepçi politikalar dikkate alındığında Alevilerin öz savunması konusunda neler söylersiniz?

Kürtlerin yanında Aleviler de bugün tehdit altındadır. Özellikle mezhepçiliğin Ortadoğu'da en temel çatışma etkeni haline geldiği, AKP iktidarının da tamamen mezhepçi bir iktidar olması nedeniyle Aleviler gerçekten tehlikeyle karşı karşıyadırlar. Türkiye cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman bu düzeyde mezhepçi politika izlenmemiştir. Osmanlı döneminde bile mezheplere bu kadar kin ve nefretin yönlendirildiği görülmemiştir. Aleviler Osmanlı döneminde belirli düzeyde kendi öz savunmalarına sahiplerdi. Çevresindeki herhangi bir topluluğun ya da bir gücün saldırılar karşısında kendilerini koruyabilecek güçleri vardı. Belki devletlerin saldırılarına tümden karşı koyacak, bu devletlerin saldırılarını bertaraf edecek güce sahip değillerdi, ama kendilerinin kimliğinin, kültürünün, inancının inkar edilmesini dayatmak isteyen topluluklara, belli güçlere karşı her zaman kendilerini koruyacak güçleri olmuştur. Hatta Osmanlı devleti saldırılarını çok ağır hale getirdiklerinde Aleviler boydan boya isyan da etmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunu krize sokacak direnişler göstermişlerdir.

Bu açıdan Alevilerin tarihinde bir öz savunma bilinci vardır. Şunu söyleyebiliriz, Aleviler aslında devlet dışı toplum olarak yaşamışlardır. Devlete bulaşmadan kendi yaşamlarını kendileri idame ettirecek bir örgütlü topluluktur. Devlet dışı bir topluluk olarak yaşama örgütlülüğünü yaratmışlardır. Bu nedenle örgütlü toplum olarak, örgütlü toplumun özelliklerini koruduklarından, bu örgütlü toplumun özellikleri aynı zamanda bir öz savunma gücünü, bilincini de ortaya çıkarmıştır. Öz savunma gücü ve bilincini bugüne kadar sürdürmelerini sağlamıştır. Alevilerde örgütlü toplum olma ve bu temelde öz savunma bilincinin zayıflaması, kırılması esas olarak kapitalist modernitenin Alevi toplumunun bulunduğu alanlara girmesi, devletin özel savaş yöntemleriyle Alevileri bulundukları topraklardan göçerterek metropollere, Avrupalara savurmasıyla birlikte yaşanmıştır. Özyönetime sahip örgütlü topluluk temelinde öz savunma yapma karakterlerinde zayıflama bu süreçte ortaya çıkmıştır. Zaten yaşadıkları alanda nüfus yoğunluklarını kaybetmeleri, neredeyse Alevi köylerin ve kasabaların tümüyle boşalması, her köyde birkaç ailenin kalması durumu örgütlü toplum olma özelliğinin, dolayısıyla öz savunmasının dağıtılması anlamına gelmektedir.

ALEVİLER BÜYÜK TEHDİT ALTINDADIR

Bu yönüyle Aleviler de IŞİD zihniyetinin Ortadoğu'da farklı inançlar için ölüm haline geldiği ortamda büyük bir tehlike altındadırlar. Sünni Kürtlere dahi boyun eğdirmek için her türlü saldırı ve katliamın dayatıldığı bir coğrafyada Alevilerin varlığı daha da ağır bir tehlike altındadır. Özellikle AKP iktidarının mezhepçi milliyetçi yaklaşımları nedeniyle Türkiye'de mezhepçi-milliyetçi, Kürt,  Alevi, Êzıdî, Hıristiyan, Arap, Çerkez gibi farklı kimliklerin de düşmanı bir güruh ortaya çıkarılmıştır. AKP'nin faşist zihniyeti için kullanacağı faşist yapılar ortaya çıkmıştır. Öyle ki darbe girişimi sırasında kendi askerlerini bile boğazlayacak bir tutum içinde olmuşlardır. Aynı IŞİD gibi tekbir getirerek insanlara saldırmaktadırlar. İslamiyet’in en temel değeri olan, temel kültürü olan tekbiri bir saldırı aracı haline getiren sapkın gruplar oluşmuştur. Tüm bunlar karşısında öz savunma gereklidir. Emekçiler de, işçiler de, demokratlar da, sosyalistler de, Kürtler de, Aleviler de her türlü etnik ve inanç topluluğa sahip olan kesimler de bugün kendi öz savunmalarını yapmak durumundadırlar. Çünkü AKP iktidarı kendi yandaşlarını silahlandırıyor. Hatta daha fazla silahlandırmak için silahları serbestleştirmek istiyor. Bu  durum demokratik olmayan ülkelerde bir tehlikeyi ifade eder. Kuşkusuz tam demokratikleşmiş, Kürtlerin, Alevilerin, Çerkezlerin, Arapların, Êzidîlerin haklarının tanındığı bir coğrafyada belki silah serbestisinin fazla bir tehlike arz etmesi mümkün değildir. Ama demokratik olmayan, farklı kimliklere tahammülün olmadığı, tekçi anlayışın bizzat devletin en üst kademesinden başlayarak topluma bir zihniyet olarak verildiği ülkelerde tabii ki Kürtler, Aleviler ve diğer toplulukların da kendilerini örgütlemesi, öz savunma gücü haline getirmeleri gerekmektedir. Saldırılar dikkate alındığında gerektiğinde kullanacak biçimde silaha da sahip olabilirler. Bu da bütün toplulukların en doğal hakkıdır.

POLİS MARAŞ, MALATYA VE SİVAS’TA ALEVİLERİ KORUDU MU?

Aleviler Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta öldürüldüğü zaman asker ve polis sahip çıktı mı? Türkiye metropollerinde Kürtler her zaman linç ediliyor, öldürülüyor, işkence yapılıyor, bu durum karşısında asker ve polis bu Kürtlere sahip çıkıyor mu? Kürdistan'da çeşitli çeteler, işbirlikçiler Kürt halkına saldırı yaptığında polisler ve askerler Kürt halkına sahip çıkıyor mu? Çıkmadığını son on yıllardaki yaşanan acı deneylerden biliyoruz. Bu açıdan her topluluğun bugün öz savunma sorunu vardır. Öz savunma sorunlarını acilen çözmeleri gerekmektedir. Bunun ilk adımı, birinci şartı ise örgütlü toplum haline gelmektir. Örgütlü toplum haline gelmeden öz savunma yapmak mümkün değildir. Zaten örgütlü toplum haline gelindiğinde saldırılar karşısında nasıl korunacağı da bilinir.

TÜRKİYE HERKES KÜRT DÜŞMANLIĞINI DAYATMAKTADIR

Türk devletinin şu andaki durumunu, iç çatışmasının seyrini, Kürtlerin askeri ve siyasi gücünün konumlanışını, savaş ve barış stratejisini anlatabilir misiniz?

Türk devleti şu anda AKP iktidarının Kürt düşmanlığı üzerinden kurduğu iç ve dış politikalar nedeniyle bir tıkanma içine girmiştir. Her kese Kürt düşmanlığını dayatmaktadır. Bu, içeride ve dışarıda tüm siyasi güçleri, toplulukları Kürt soykırımına ortak etme çabasıdır. Bu da her türlü yanlış dış ve iç politika ve bunun ağır sonuçları olarak Türkiye halklarının önüne çıkmaktadır. Son bir yılda yaşananlar bile AKP iktidarının Türkiye'yi ne hale düşürdüğünün açık kanıtıdır. Kürt sorununu demokratik siyasal yollardan çözme yerine, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni şiddetle bastırmanın sonuçları son bir yılda görülmüştür. Türk devletinin Kürtlere karşı işlediği suçlar, demokrasi güçlerine karşı işlediği suçlar, aydınlara, yazarlara, gazetecilere yönelik saldırıları ve bugün hala devam eden bu saldırılar Türk devletinin durumunu ortaya koymaktadır.

Başarısız bir darbe olmuştur. Bu vesileyle demokratikleşme adımları atıp darbenin zeminini kurutacağına, bu darbeyi gerekçe yapıp kendisine yönelik ne kadar muhalif varsa susturup ezmek istiyor. Herkesi kendi politikasının kuyruğuna takmak istiyor. Kendi politikasını kabul etmeyen herkesi de hain, düşman ilan ediyor. AKP iktidarının şu anda uyguladığı politikalar gerçekten sağlıklı bir durumu ortaya koyuyor mu? Türkiye'nin her bakımdan tamamen sağlığı bozulmuştur. 19. Yüzyıldaki gibi hasta adam haline gelmiştir. Bu da esas olarak dış güçlerin saldırılarından dolayı olmamıştır. İçerideki hegemonik, tekçi AKP iktidarının herkesi susturup kendisini hakim kılması nedeniyle Türkiye bu duruma düşmüştür. Başarısız askeri darbe girişiminden sonra darbeye karşı çıkmayı demokrasinin gereği olarak gösterip buna karşı çıkmayan, kendi yanında yer almayanı da darbe yanlısı töhmet altında bırakarak bütün muhalifleri yanına almaya çalışmıştır. CHP’yi bile kendisine yedeklemeye çalışıyor. MHP yedeklenmiş durumdadır. Peki bu durum uzun süre sürdürülebilir mi? Sürdürülemez. Bir süre sonra AKP iktidarının darbe öncesinde yarattığı politik ve toplumsal iç savaş durumu yeniden gündemleşecektir. Düne kadar Türkiye'yi ikiye bölen, cepheleşme yaratan AKP iktidarı bu darbe girişiminden sonra akıllanmış mıdır? Gerçekten demokratik zihniyete kavuşarak hegemonyacı otoriter zihniyetten ve bu temelde bir sistem kurma anlayışından vazgeçmiş midir? Şu andaki uygulamaları böyle bir vazgeçişin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum siyasi çatışmaların, toplumsal kavgaların devam edeceğini göstermektedir.

AKP’NİN POLİTİKALARI CEPHELEŞMEYİ ORTADAN KALDIRACAK NİTELİKTE DEĞİLDİR

Özellikle toplumu meydanlara çıkmaya çağırması, meydanlara çıkan toplumları kendi zihniyeti doğrultusunda şekillendirme politikası darbe öncesi yarattığı cepheleşme ve politik iç savaşı daha şiddetli hale getirmek istediğinin ifadesidir. Bu politikalar kesinlikle darbe öncesi var olan siyasi çekişme ve çatışmaları giderek daha şiddetli çatışmaya doğru götürecektir. AKP'nin şu anda izlediği politikalardan başka sonuç çıkması mümkün müdür? Bu gerçeği HDP’nin de görmesi gerekiyor, bütün demokratik kesimlerin, sol güçlerin, sosyalist güçlerin de görmesi gerekmektedir. CHP’nin de görmesi gerekmektedir. Şu andaki darbe karşıtı rüzgarla mevcut iç çatışmanın azaldığı ya da üzerinin örtüldüğü sanılsa da gerçek böyle değildir. Çünkü AKP'nin politikaları Türkiye'deki bu cepheleşmeyi ortadan kaldırıp bütün farklı toplulukların özgür ve demokratik yaşamını kabul edecek nitelikte değildir. Böyle bir durum gözükmemektedir. Aksine Erdoğan ve AKP iktidarı başarısız darbe girişimi sonrası ortaya çıkan siyasi ve toplumsal ortamı kendi otoriter, hegemonik sistemini kurmak için kullanmaktadır. Öyle ki, herkesi Fetullahçı olarak göstererek, darbe yanlısı olarak göstererek, bütün kurumları altüst edip kendi kadrolarını, kendi yandaşlarını yerleştirip tümüyle kendi kontrolünde olan bir devlet düzeni, bir toplumsal düzen yaratmayı hedeflemektedir. Belki bazı konularda CHP ile MHP ile ittifak yapsa da, bir konuda MHP ile başka bir konuda CHP ile anlaşma yoluna gitse de esas olarak Türkiye'nin demokratikleşmesi yolunda adım atmayacağı görülmektedir. Sadece bazı palyatif, parçalı, eklektik kimi yasalarla muhalif güçleri kendine yedekleyerek öngördüğü tekçi hegemonik otoriter sistemi daha fazla kurumlaştırma, daha fazla etkili hale getirme politikası yürütecektir.

AKP İKTİDARI KÜRTLERE YÖNELİK BİR SAVAŞI S&am

Bu haber 617 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Prof. Dr. Bedriye Poyraz, Dersim’deki tarikat örgütlenmesinde Munzur Üniver..