24 Haziran baskın seçimlerine doğru giderken siyaset arenası envai çeşit taktik hamleyle çalkalanıyor. AKP'nin kendi eliyle getirdiği yüzde 50 barajı ve ittifak yasası, AKP-MHP faşist bloğunun kabusuna dönüşmüş gibi görünüyor.
Muhalefet kendi arasında ilkeli bir uzlaşmaya gitmeyi başarırsa AKP'nin "trajik" sonuna tanıklık edilebilir. Her ne kadar AKP'nin gidişi otomatik olarak yerine demokrasinin geleceği anlamı taşımasa da demokrasi mücadelesine alan açılabilir ve demokrasi güçlerinin doğru hamleleriyle özgürlükler alanında sıçramalar yaşanabilir.
AKP ve liderliğinin siyasi açıdan eceli geldiği için, uzun süredir cami duvarına pisleyip duruyor. Kürt halkının uzattığı barış eline sarılmak yerine o eli kırmaya çalışması, AKP için sonun başlangıcıdır. Bunun miladi da Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddi ve inkârıdır. Sonraki gelişmeler malum zaten.
Bazıları AKP Genel Başkanı’nın siyasi bir deha olduğunu ve son derece akıllıca hamlelerle siyasi çizgisini zaferden zafere taşıdığını yazıp çizerken hayret ediyorum doğrusu. Ağırlıklı olarak 1940’lar sonrası Mısır merkezli gelişim gösteren siyasal İslam çizgisi, en somut başarısını 2002’de AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle Türkiye’de kazandı. Bilim, teknoloji, iletişim, sanat, edebiyat, ekonomi, silahlanma gibi konularda son üç yüzyıllık kapitalist gelişmeler karşısında ötelenen, horlanan, ezilmeye çalışılan İslam’ı yeniden toplumsal ve kamusal yaşamın öznesi haline getirmeyi hedefleyen siyasal İslam çizgisi, AKP şahsında tam olarak nasıl bir zafer kazandı acaba? Objektif bir bakış açısıyla ele alındığında görülecektir ki, bırakın siyasal İslam’ı inşa etmeyi, kültürel İslam’ı bile geriletmiş, yozlaştırmışlardır.
AKP ve liderliği, şu anda İslami camiada “davayı satan adam” olarak görülmektedir. Kişisel iktidarı uğruna ranta, hırsızlığa, yolsuzluğa, zulme, adaletsizliğe, ahlaki çöküntüye cevaz veren bir liderlikten yeni bir toplumsal sistem önderliği çıkmayacağı uzun süredir anlaşılmıştır.
Yani AKP’nin bütün seçim zaferleri tam bir Pirus zaferine dönüşmüş, iktidarı kazandıkça “davayı” kaybetmişlerdir. Bu durum İslamcılar açısından oldukça trajik bir yenilgidir. Zaten AKP Genel Başkanı, yakın zamanda kendi gençlik kollarının bir toplantısında konuşurken “15 yıldır iktidarız ama sosyal ve kültürel alanda iktidar olamadık” diyerek yenilgiyi itiraf etmiştir.
On yılların emeğini, birikimini getirip AKP Genel Başkanına yatıran siyasal İslamcılar kendi derdine yansın artık. O defter şimdilik kapandı. Biz kendimiz ne yapacağımıza bakalım.
AKP ve siyasal İslamcılar derin bir ideolojik yenilgi yaşadılar diye Müslüman halklarımızı kapitalist modernite karşısında sahipsiz ve çaresiz mi bırakacağız? Bu ne ahlaki, ne tarihsel, ne de siyasal olarak kabul edilemez. Zaten Sayın Öcalan’ın da defaten altını çizdiği demokratik İslam perspektifi bu açıdan ciddiyetle bir kez daha ele alınmalı, pratikleştirilmelidir.
Kapitalist modernite, bütün toplumsal değerlere saldırırken, sol ve sosyalist kesimlerin siyasal İslam karşıtlığı nedeniyle Müslüman halkların değerlerine, yaşam tarzına, kültürüne ve onuruna yönelik saldırılar karşısında tepkisiz kalması son derece hatalı bir tutumdur.
İnanç özgürlüğüne en fazla sahip çıkması gerekenler solculardır. Uğruna mücadele ettiği halkının değerlerine saygı duymayan, saldırılar karşısında onu korumayı görev bilmeyen sol, özgürlükçü olamaz.
AKP ve benzeri sağ-faşist eğilimlerin en fazla beslendiği alan da solun bu konudaki zafiyeti ve zayıflığıdır. Şimdi tam da AKP çökerken, inanç ve toplumsal yaşam başlığında meydanı sağ faşizme terk etmek yerine, meseleyi özgürlükçü bir yaklaşımla ele almanın zamanıdır.
Seçim çalışmaları, işte bu özgürlükçü çizgiyi görünür kılmak ve hayata geçirmek için önemli bir fırsat sunuyor. Aksi takdirde AKP zihniyeti tarihin çöplüğüne gönderilse bile onun yerine hemen yeni bir sağ eğilim iktidara çökecektir. Kürt hareketinin ve Türkiye devrimci hareketlerinin sol kadroları bu konunun önemine, ciddiyetine ve aciliyetine binaen, hızla her yerde sahaya inmeli ve sınıf mücadelesinin temel özgürlükleri sahiplenmekten kopuk olmadığını pratikte göstermelidir.
Bunu, sağcılaşmaya yönelme hatasına düşmeden, İslam’a yön ve şekil verme amacı da gütmeden, dini iktidarın sopası olmaktan çıkarıp topluma ve bireye özgürlük alanı açarak yapmalıdır. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu genelinde bu konuya dair sözü, eylemi olmayan hiçbir sol hareketin kitleselleşme ve başarı şansı yoktur. Seçimler birçok açıdan yeni fırsatlar sunarken bu konuyu da es geçmemek gerekir.
Bütün kadrolarımıza, halkımıza, dostlarımıza içten selam, sevgilerimi, başarı dileklerimi iletiyorum.
Selahattin Demirtaş
Edirne Cezaevi