1994 yılında iktidar ortağı olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin Genel Başkanı Murat Karayalçın'dı ve SHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak Zülfü Livaneli'yi göstermişti. DYP'nin adayı Bedrettin Dalan olurken ANAP'ın adayı da İlhan Kesici'ydi. İki yıl önceden Deniz Baykal liderliğinde tekrar siyasete dönen CHP de aday olarak Ertuğrul Günay'ı seçmişti. Refah Partisi ise aslında ANAP'tan kendi partilerine geçme hazırlığında olan Ali Coşkun'u aday göstermek isterken son anda bundan vazgeçmiş, İstanbul İl Teşkilatı'nın da baskısıyla Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığında karar kılmıştı.
Daha önceden patlak veren İSKİ skandalıyla özellikle yerel yönetimlerde oy kaybı yaşayan SHP Zülfü Livaneli'nin de gösterdiği büyük çabayla oy oranını yükseltmiş ve büyük bir sempati kazanmıştı. Anketler seçimin Zülfü Livaneli ile İlhan Kesici arasında geçeceğini gösterirken siyasi kulislerde CHP'nin Zülfü Livaneli'yi desteklemesi gerektiği konuşuluyor ve Baykal buna kesinlikle karşı çıkıyordu. Seçim sonuçları bir kesim için büyük bir sürpriz olurken diğerleri için tam anlamıyla bir şok oldu: Tayyip Erdoğan 27 Mart 1994 yılında Refah Partisi'nden %25,19 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi ve Baykal'ın bu başarıdaki rolünü hiç kimse yadsıyamazdı. CHP ile SHP 1995 yılında zor bela birleştiğindeyse Deniz Baykal Murat Karayalçın'ı alaşağı ederek genel başkan oldu.
1998 yılına kadar görevde kaldığı bu süre içinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'de (DGM) Tayyip Erdoğan hakkında 18 ayrı dava açıldı. Bu davalardan kurtulabilmek için Erdoğan'a dokunulmazlık zırhı gerekiyordu ve bunun için de milletvekilli olmalıydı. Sonrasında zaten Akbil, İsfalt, İstaç ve İdo davaları milletvekili olması dolayısıyla dokunulmazlık süresi boyunca dondurulacaktı.
12 Aralık 1997'de Siirt'te katıldığı bir mitingde yaptığı konuşmada Erdoğan, Ziya Gökalp'in „Asker Duası“ adli şiirini okumuş ve devamında „her devrin Firavun ve Nemrut'ları olduğunu, Musa ve İbrahim Peygamber gibi bunları aşarak pislik dolu yolları temizleyeceğini“ söylemiş, bununla „halkı sınıf, ırk, din mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanığa tahrik ettigi“ suçlamasıyla Diyarbakır DGM'de açılan davada 1 yıl hapis ve o zamanın parasıyla 860 TL para cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme sürecindeki iyi hali göz önünde bulundurularak bu ceza 10 ay hapis ve 176,66 TL para cezasına çevrildi. Sonrasında Ceza İnfaz Yasası'na dayanılarak hapis cezası 4 aya indirildi. Erdoğan'ın temyiz başvurusu sonrası Yargıtay 8. Ceza Dairesi Diyarbakır DGM'nin kararını onaylayınca hüküm kesinleşti ve Erdoğan uzun bir süredir sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı bırakmak zorunda kaldı.
Refah Partisi 1998 yılında kapatılınca bu partinin tüm mensupları bir yıl öncesinde kurulan Fazilet Partisi'ne geçmişlerdi. Erdoğan 2001 yılında dört aylık bir cezaevi sürecinden sonra hapisten çıktığında Anayasa Mahkemesi Fazilet Partisi'ni de kapatmıştı. Bağımsız kalan gelenekçi milletvekilleri Recai Kutan önderliğinde Saadet Partisi'ni kurarken, kendilerini yenilikçi olarak tanımlayan milletvekilleri de Tayyip Erdoğan öncülüğünde 14 Ağustos 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) kurdular. Tayyip Erdoğan'ın kurucu ve genel başkanı olduğu AKP, 2002 Türkiye genel seçimlerinde % 34,29 oy alırken CHP % 18 oyla ikinci parti oldu. Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için seçimlere girememişti. Bu durumda bugünlerde kendileriyle durmadan toplandığı ve üzerlerinden siyasi mesajlarını verdiği bir „muhtar“ bile olamıyordu. Böylece 58. hükümeti kurma görevi o zamanki kankası Abdullah Gül'e düştü. Yeni kurulan hükümetin ilk icraatlerinden biri Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılması için TBMM'ne yasa teklifi sunmak oldu. Yasa değişikliği teklifi TBMM'de oy çokluğuyla kabul edilse de zamanın Türkiye cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yasayı „kişisel“ bularak veto etti. Bu dönemde Baykal kurmaylarıyla gizlice toplantı üzerine toplantı düzenliyordu. Bir süre sonra hiç bir değişiklik yapılmadan tekrar meclisten geçen yasayı cumhurbaşkanı Sezer ne hikmetse onayladı. Sonrasında
Baykal'ın bu süreçte Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluştuğu ve kirli bir ittifak gerçekleştirdiği açığa çıkacaktı ki bununla birlikte artık ortada Erdoğan'ın milletvekili olmaması için hiç bir sebep kalmamıştı.
CHP ile kirli bir ittifak yapan AKP, Siirt'in Pervari ilçesinde üç sandık kurulunun oluşmadığını ve bir sandığında kırıldığını iddia ederek buradaki seçimlerin iptali için Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) başvurdu. YSK başvuruyu kabul edince Siirt milletvekilleri AKP'li Mervan Gül, Bağımsız milletvekili Fadıl Akgündüz ve CHP'li Ekrem Bilek'in miletvekilliği düştü. Normalde yasalar gereği seçimlerde tekrar aynı adayların aday olması gerekiyordu. Türlü dalaverelerle bunun da çözümü bulundu; Mervan Gül'e adaylığı geri çektirildi. 9 Mart 2003 günü yapılan seçimlerde AKP Tayyip Erdoğan'la birlikte Siirt'ten iki milletvekili daha çıkardı. CHP buradan çıkardığı bir milletvekilini AKP'ye kaptırmasına rağmen hiç sesini çıkarmadı. Hatta „şüphe yok ben o sürecin mimarlarından, mühendislerinden, sorumlularından biriyim. Bir parti genel başkanının milletvekili seçilme yasağını savunmanın ayıbını taşıyamaz ve bunu partime de taşıtamazdım. Sayın Erdoğan'ın parlementoya girmesine yol açmakla iftihar ederim“ diyen Baykal ve partisi CHP, bir diğer seçime kadar Ana Muhalefet Partisi olarak öyle pasif kaldı ki, böylece de Erdoğan'ın ikinci kez tek başına iktidar olmasına göz yumdu ve alenen yardım etti.
Bir süre sonra Türkiye'de siyasetin yeniden dizayn edildiği süreç başladı. Hedef Baykal'dı. Kendisiyle kirli ittifaklar yapan Erdoğan, bunların bir gün açığa çıkmasından öyle korkuyordu ki, ne yapıp edip Baykal'ı siyaset sahnesinden silmesi gerekiyordu. Meşhur kasetler o zaman gün yüzüne çıktı. Erdoğan gözleri parlayarak ve „özel değil bu, genel, genel!“ diyerek bunu diline dolamış, sonuçta Baykal'a siyasetten elini eteğini çektirmeyi başarmıştı. Yoksa çok iyi biliyoruz ki hiç bir Türk siyasetçi canı bedeninden ayrılmayınca kadar siyaseti bırakmaz. Bunun son örneğini ağır hasta olduğu halde bırakın istifa etmeyi, yoğun bakımdayken bile başbakanlık koltuğuna sımsıkı yapışmış, iktidar sevdasından vazgeçmeyen Bülent Ecevit örneğinde görmüştük. Zaten Baykal'da bir zaman sonra siyaset sahnesine geri döndü.
Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinden sadece üç gün sonra, 10 Haziran 2015'de Baykal'la yine sürpriz bir görüşme gerçekleştirdi. Daha Nisan 2013'de “kaset komplosu“nda Erdoğan'ın parmağı olduğunu söyleyen Baykal bir anda her şeyi unutmuş, Erdoğan'ın davetine koşarak gitmiş ve bu durumu „devlet işi“ olarak gerekçelendirerek geçiştirmişti. Devlet işinden kast edilenin ne olduğunu ise hiç bir zaman öğrenemedik.
Şimdilerde CHP Antalya Milletvekili olan ve Şubat 2016'da AKP'nin Azez'e girme politikasını destekleyen Baykal, kendi partisi tarafından eleştirilmesine rağmen bu davranışında ısrar etmiş, genel başkanı Kılıçdaroğlu'nu „bir devlet adamı gibi davranmaya“ çağırmıştı. Buna karşılık onu hizipçilik yapmakla suçlayan Kılıçdaroğlu sonrasında AKP'nin kirli oyunlarına alet olmaktan kurtulamadı. Zaten Erdoğan'ın hep söylediği gibi „bir kasetle genel başkan olan müdür“ Kılıçdaroğlu her ne kadar kendisini „Dêrsimli Kemal“ olarak gösterip bununla övünmeye çalışsa da, biz onun bozkurt işareti yapmasını, son seçimlerde Dêrsim'de AKP'lilerin taktiğini uygulayarak makarna ve kömür dağıtmaya kalkışmasını ve böylelikle halkımızı aşağılamasını, Selahattin Demirtaş'ın karşısında cumhurbaşkanı adayı olarak MHP'nin adayı ve ismini bir türlü söyleyemediği „Ekmel bey“i desteklemesini, özellikle de Dersim Soykırımı hakkında kendisine çok önemli itiraflarda bulunan İhsan Sabri Çağlayangil röportajını yıllarca saklamasını hiç unutmayacağız.
Görüldüğü üzre Tayyip Erdoğan başımıza gökten zembille inmedi. CHP ve MHP başta olmak üzere düzen partileriyle yapılan kirli ittifaklar sayesinde Tayyip Erdoğan kuklalarıyla birlikte Kürdistan şehirlerini viraneye çevirdi. Yüzlerce sivil insan katledildi, binlercesi yerinden yurdundan sürüldü. Bu gün hala şehirlerimiz bombalanıyor ve kültür miraslarımız yok ediliyor, gözlerimizin önünde yaşına başına bakmadan masum insanlar öldürülüyor. Bunun hesabını iktidardaki bütün güçlerle
birlikte, onların kirli oyunlarına alet olan, göz yuman ve destek veren diğer bütün politikacılarda mutlaka bir gün ödeyecekler.