Bu ülkede her şey göz önünde olur:
Kadına şiddet ve günlük rutin hale gelmiş kadın cinayetleri; Ağaçların canlı sayılmayarak hızarla katledilmeleri; Suyun sadece insana ait olmadığı, yeryüzünde yaşayan ağacından kuşuna varıncaya kadar bütün canlıların hakkı olduğunun görülmemesi; İşçi ve emekçilerin her durumda örgütsüz kılınmasının adeta devlet politikası haline dönüşmesi; Ormanların yok edilmesiyle erozyona sebep olunması, tarımsal alanların yağmur ve selle denizlere taşınarak yeryüzünün yaşanmaz hale getirilmesi; Öğretmenlerin atanmaması, öğrencilerin salgınla beraber ekran başlına mahkûm edilmesi; Okul hizmetlileriniz tıpkı hamallar gibi işsiz kalması; Maden işçilerinin yerin dibine itilmiş haklarını aramaları; tersane işçilerinin iskelelerden düşüp ölmeleri; Ozon tabakasının deliği, hormonlu sebzelerin zararları, kansere giden yolda sigaranın etkileri, derin devletin zaman zaman su üstüne çıkma halleri; Göçmenliğin her ülkede bir türlü sağalmayan yaraları; dilenciler, köprü altlarında yatanlar, emeklilerin emekliye ayrılsalar bile hayat kavgasından bir türlü emekli olamamaları; Pazar yerlerinde ucuz sebze ve meyve arayanların ‘insani’ halleri ve dahası, saymakla bitmez. Bu ülkede her şey göz önünde olurken muhalifleri bir türlü tek cephede bir araya getiremez nedense.
Batılı bir ülkenin insan hakları eksenli bir Türkiye eleştirisi sağından solundan herkesi ‘anti emperyalizm’ temelinde bir araya getirirken, yıllardır gasp edilen haklarımızı geri almak konusunda ‘muhalefet’ bir türlü iktidar karşısında bir araya gelemiyor. Bu durumlarda Millet ve Cumhur ittifaklarının aynı davula aynı tokmakla eşlik ederek ritim tutması yakın tarihimizde onlarca örnekle dolu... Saymama bile gerek yok.
Bu durumlarda ortaya dökülen söylemlerin çoğu zaman iktidarın mı, yoksa muhalefetin söylemi mi olduğu birbirine karışıyor. İktidar her gün kendince şekillendirdiği bir muhalefeti, muhalefet de her gün biraz daha benzeştiği iktidarı yarattı. Siyasetin gittikçe bütün renklerini yitirdiği, gri bir alana girdiğimizin de örneğidir bu haller. Millilik ya da anti emperyalizm üzerinden yürütülen siyasetin solu da içine alarak gittikçe sığlaşarak sağlaştığının acı bir örneği bizimle geliyor.
Muhalefet lider ve parlamenterlerin içeri atılmasının, komşu ülkelere yapılan askeri müdahaleler için hazırlanan tezkere iktidar ve muhalefetin her durumda aynı saflarda yer almaları bugünden bizi nasıl bir geleceğin beklediğinin de ipuçlarını veriyor. Adı muhalefete çıkmış ama yayılmacılık ve demokratik hakların gaspı konularında iktidardan farklı davranmayan bu muhalefetle nereye kadar gidilebilinir, al iktidarı vur muhalefete, ya da ‘gelen gideni aratır’ durumu.
Tüm bunlar elbette yurtta Kürtlerle sulh sağlanamadığı için, cihan karşısında da tüm ülkeyi milliyetçi, ırkçı potada toplama gereksiniminden doğuyor. Eğrilme derecesi çok düşüktür bu ırkçı tutumların. Demir madeni 1538 derecede eriyip sıvılaşırken, bunlar bir şehit cenazesiyle sıvılaşıp sağ, sol ayrımına girmeden birbirlerine karışabiliyorlar. Yaşadıkları mahallenin farklı olması bir şey değiştirmiyor, varlıkları birbirini tamamlıyor. Biri kendine vatansever, biri ulusalcı, bir diğeri de milliyetçi diyor.
Üstünde bütün canlı hayatlarıyla yaşayanlar onlar için önemli değil. Önemli olan çocuk, kadın, yaşlı demeden, fazla mermi kullanmamak için süngülediklerinden kalan kanı yalayıp, oraları insansız, ormansız, göğünü kuşsuz, insanı susuz bırakmaktır. Mutluluklarını başkalarının mutsuzluğu üstüne kurdukları içindir ki, insan ve doğa sevgisine dair tek sözcük çıkmaz onların dudaklarından. Onlar için sadece sisteme biat edenlerin yaşadığı bölgelerin dereleri, ormanları önemlidir. Ellerinde iktidar olmanın tüm olanakları varken durmadan emir verir, tehdit eder, üstten bakarlar.
Bunların böyle olmasının esas sebebi Kürtlerdir, hiçbir şey yapmadan öylece doğdukları yerlerle anılsalar bile Kürtlerdir. Sürgün edilseler bile, büyük kentlerin eteklerine tutunarak en dipte yaşasalar bile Kürtlerdir bunları her gün biraz daha ırkçı kılan. Yer adlarını değiştirirler yetmez onlara. Semt ve mahalle isimlerini bir insanı çırılçıplak soyar gibi soyup rütbelilerin adlarıyla giydirirler yine yetmez onlara. Seçimle iş başına gelmiş belediye başkanlarına asla tahammül etmez, görevden alır, içeri atar, onlarca yıl haksız ceza verirler. Tüm bunları Kürtlerin kendi ayakları üstünde durmasına, kendilerini yönetmelerine engel olmak için yaparlar. Biri gider, diğeri devralır aynı görevi. Mezarlar onlarla doludur.
Bildikleri gibi yaşamakta ısrar ettikleri için her gelen onları kırdı. Kırılan ne bir ağaç dalıdır yeni mevsimle beraber kendini onaran, ne de bir pencere camıdır kırılınca yenisiyle değiştirilen. Kırılan her yaştan ve cinsten insandır.
Türkiye’de hakkıyla siyaset yapılmak isteniyorsa eğer, hakkı yenilenle, hak yiyenin mutlaka birbirinden ayılması, muhalefetin buna göre saflaşması gerekir. Kürtler öcü olarak gösterildiği sürece Türkiye’ye demokrasi gelmez. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde en büyük engel Kürtlerin kendi varlıkları değil, tek ulus yaratmak için yüz yıldır onlara bir türlü verilmeyen haklarıdır. Böyle giderse Türkiye’ye demokrasi asla gelmez.