M. Kemal ve arkadaşlarının 1921 yılında yaptıkları toplamda 23 maddeden oluşan ilk Anayasasının resmî adı “Anayasa” değil, “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu”ydu. Bu Anayasa 3 yıl yürürlükte kaldıktan sonra Türkiye Cumhurriyetinin 2. Anayasası olarak bilinen “24 Anayasası“; 20 Nisan 1924’te yürürlüğe girmişti. 21 ve 24 Anayasalarının dili Osmanlıca olup, fazla anlaşılamıyordu. Bu sebepten, 24 Anayasasının içerigi değiştirilmeden 1 Ekim 1945’te, dili Türkçeleştirilerek, meclis’te yeniden kabul edilmişti. Aslında 21 ve 24 Anayasaları; Osmanlı ordusu içinde çıkmış bir grup askerin, bir yönüyle Osmanlıya darbe yaparak hazaırladıkları Anayasalardı. Örnegin bu durumun Dersim’de bazı ilerigelen yaşlılar arasında şöyle değerlendirildiğini, sözlü tarih araştırmalarımızda elde ettik. “M. Kemal diye biri çıkmış, Osmanlıyı ortadan kaldırmış. Ankara’da bir meclis açmış ve kapısına da bir Ana Zagon (Kürtçe; Anayasa/kanun) asmış. O Ana Zagon‘a yazmışki; bundan böyle herkes eşittir. Türk, Kürt, Laz kardeştir, vs.“ Ama maalesef, o Ana Zagon’da öyle sanıldığı gibi ne Kürdün ve nede ki Alevilerin, Cumhurriyet tarihi boyunca yerinin hiç olmadığı anlaşıldı! Tam aksine o Anazagon ve devamındaki Zagonlarla Aleviler, Kürtler, Lazlar ve diğer inançsal halklar hep yoksayıldılar. 21 ve 24 Anazagonları, Cumhurriyetin kurucu kadroları tarafından sadece Türklerin ve Müslüman Hanefilerin Anayasası olarak öngörülmüştü. Bir diğer önemli husu ise birazdan verecegimiz gibi Türkiyede yapılan bütün Anayasalar, hep askeri darbeler sonucunda kaleme alınmıştır.
Kemalist kadronun bizatihi ortaya koydukları 21 ve 24 Anayasaları, 1960 askeri darbesiyle yine Kemalist askerler tarafından rafa kaldırıldı. Nitekim bir Osmanlı oyunu olan “darbeyle gelen darbeyle gider!“ hakim mantığı burada da işliyordu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin kurmayları tarafından “kurucu meclis“e; 61 Anayasası hazırlatıldı. Cumhurriyet tarihinde ilk defa 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunulan 61 Anayasası, kabul edildi. Dolayısıyla 61 Anayasası da bir darbe Anayasası olarak Türkiye halklarını tepeden yöneten bir Anayasa olarak meclis raflarında yerini aldı. 61 Anayasasının en önemli değişikliklerinden birisi, TBMM‘ nin “Millet Meclisi” ve “Cumhuriyet Senatosu” ndan oluşan “çift meclisli” bir yapıdan oluşmasıydı. Ama 61 Anayasası da, Türkiye halklarının sorunlarını çözmede yeterlilik göstermiyor ve insanlar mutsuz, umutsuz yaşamaya devam ediyorlardı. Bunu gören 12 Eylül 1982 yılının Genelkurmay üyeleri, daha fazla geçikmeden bu vahim olaya hemen el koydular!
12 Eylül askeri darbesinin ardından hazırlanan Anayasa, 18 Ekim’de mecliste kabul edildi. 7 Kasım’da halk oylamasına sunuldu. Oylamaya yüzde 91.27 katılım sağlandı. Darbeci askerlerin 1982 Anayasası geçerli oyların yüzde 91.37’sini almıştı. Böylece 82 Anayasası; 9 Kasım 1982’de yürürlüğe girdi. Dikkat edilecek olursa, askerler yaptıkları Anayasalarını hep halka götürüp onaylatmışlardır! 1982‘den günümüze kadar 82 Anayasası, hemen hemen tüm siyasi katmanlar tarafından en çok eleştirilen bir Anayasa oldu. Belki komik olacak ama, oysa halkoyuyla ve hem de ezici çoğunluğu sağlayarak kabul edilmiş bir Anayasaydı. Böyle olmasına rağmen, 82 Anayasası da toplumun sorunlarını çözmede yeterli görülmüyordu.
Bugüne kadar sözkonusu 82 askeri darbe Anayasasında, yaklaşık 20 kez değişiklik yapıldı. Öyleki; Evrengillerin 82 Anayasası, deyim yerindeyse bir yamalı bohçaya çevrildi. 34 yıldan beri değişen bunca hükümetlerin ve meclislerin bir türlü değiştirmeye dahi yeltenemedikleri 82 Anayasasını, tümden ortadan kaldırmak maksadıyla Gülengillerin teşebüs ettikleri darbe girişimi (!) engellendi. 14 yıllık AKP hükümeti, MHP ortaklığıyla Erdoğan’ın şahsına mütevellit ele alınan Anayasa değişikligini, alelacele meclise (10.12.16) sundu. Darbe içinde hayat bulan darbe mekanigi, şimdilik 82 Anayasası üzerinde sessiz-sedasız yürütülmektedir. Mamafi Türkiye halklarını çok zor günler beklemektedir. Zira meclise sunulan Anayasa değişikligi paketi, daha tartışılmaya açıldığı ilk andan itibaren İstanbul’da bombalı bir eylem gerçekleştirildi. Bir ülkenin Anayasası, o ülke sınırları içinde yaşayan bütün katmanlarıın tartışarak kaleme aldıkları bir “toplumsal sözlleşime“ niteligini taşımıyorsa, o ülkede her zaman acı, gözyaşı ve hüzün hakim olacaktır. Lakin MÖ. 2000’li yılların zalim Asur kanunlarının, günümüzdeki geçersizligi artık bilince çıkarılmalıdır.