Kürtler, kapılarına dayanan belayı, "kan olmuş, kaşığa girmiş" diye tanımlıyor, Türkleri de "kaşıktaki kan" olarak görüyorlar.
Ancak, yüz yıllık vahşi fırtına boşa çıktı. Soykırım girişimleri dahil, onca vahşice baskıya rağmen, kaşıktaki kanı yutturamadılar. Onları uyuşturup teslim alamadılar.
Türk-İslam Faşizmi, başarıya ulaşma adına ilk defa, "nerede Kürt varsa oraya kadar" stratejisiyle, Hitler’in Yahudileri yer yüzünden silme planını çöplükten çıkarıp masaya koyuyor.
Recep Erdoğan’ın "Kürtleri büyük tehlike" görmesi gibi, Hitler de, Yahudileri evrensel tehlike sayıyor, dünyayı kurtarmak için de, bütün işgal topraklarında Yahudi avı başlatıyordu.
Kürtler, bugün Recep Erdoğan’ın Yahudileridir. Erdoğan bilincini kaybetmiş gibi Kürt kinini sala, saça dolanıyor ortalıklarda. Huzur bulmak için, başka egemen ülke topraklarında yaşayan Kürtler üstüne de seferler düzenliyor. Sanırsınız, Yahudileri kovalayan Hitler’in ruhu hortlamış…
Şimdi insanlar kırıp topraklarını işgal için, Efrîn kuşatma altında…
Türk medyası, Osmanlı askerlerini savaşa kızıştıran mehteran bölüğü rolündedir. Kan, yıkım ve ölümün bir arada kızgın çembere dönüştüğü savaşı, bilgisayar oyunu gibi tatlı bir anlatımla sunuyor, Türk halkına. Ganimet vaadiyle, karnı da, gözü de aç kesimlerin ağzını sulandırarak…
Sunuma göre gezgin kiralık katiller, tecavüzcü ve hırsızların bileşkesi olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mayın eşeği misali önde yürütülecek, Türk ordusu izlerinde giderek, doruklara zafer narası niyetine Türk bayrağını dike dike ilerleyecek ve Recep’in fetih hamlesini tamamlayacaktır.
Sanırsız, ortalık IŞİD dindaşları için gül bahçesi. Bahçede hiç savaşçı yok. Sarayın düdüğü Selvi’ye, Recep’in fetih için biçtiği süreyi en çok altı gün olarak açıklıyordu.
Ancak, hakikat öyle değildir. Gaspçıları, gerilla orduları bekliyordu. Onlar, ücret ve ganimet için değil, halkını ve ülkelerini savunmak için mevzilenmişlerdi. Onlar yurt fedaileriydi. O fedailer, Kobanê destanını yazan, Rakka’da hayallerini çamura gömenlerdi.
Mayın eşeği gibi önde yürülen ÖSO’cuları, yakın geçmişte, dünya ile aynı anda Kobanê önlerinde seyrettik. Türk askerlerine sarılıp öpüşerek vedalaşıyor, sınır hattının ötesine geçip insan kırımı, soygun ve hırsılığa gidiyorlardı.
Silah ve cephane dolu Türk trenleri de arkadan geliyor, kol tepelerin gerisinde yüklerini boşaltılıyorlardı. Erdoğan, bu manzaraya bakıp katillerin şenliğinden bir edayla, halkına ganimete hücum çağrısı yapar gibi "Kobani düştü düşecek" diyordu.
Ama olmadı. Kobanê, ganimet ve ücret için, gelen katillere mezar oldu. Rakka bozgunu sonra geldi.
Efrîn şimdi, Erdoğan için, "rövanş" yani, kaybedilenleri kazanma savaşı mı? Göreceğiz.
Ancak, orada yurt hırsızlarını bekleyenler var. Ayrıca, Ortadoğu bir silah panayırıdır. Her türlü teknolojinin satıldığı…
Rojavalı liderlerden Salih Muslim de, dünkü demecinde tevazu ile "onları karşılayacağız" diyor, devam ediyordu:
"Savaş, kolay bir şey değildir. Mutlaka büyük tahripler olacak. Kimsenin, bizim yerimize savaşmayacağını biliyoruz. Biz kendi gücümüzle dayanacağız. Diğer yerlerde nasıl direnip kazandıysak, burada da öyle direceceğiz ve kazanacağız."
Tarih boyunca, ara kayıplar olan muharebeler bir yana, bütün savaşların nihai galibi haklı olanlardır. Bunun tersi görülmedi, şimdiye kadar. Amerika, sahip olduğu onca teknolojiye rağmen yenildi, Vietnam’da. Afrika, mezar oldu Avrupalılara. Britanya Çin’de, Hindistan, Fransa ve İtalya da Kuzey Afrika’da pabuç bırakarak kaçmak zorunda kaldı. Kaçan Osmanlı ölüleri, kargalar, kartallar, kurtlara yem oldu.
Bütün işgalciler, hırsız ve gaspçılar yaşamak, ayakta kalmak için, çırpınırlar savaş alanlarında. Fırsatını bulan ise canını kurtarmak için, sıvışmaya bakar. Fedailer ise ölümüne direnirler.
Osmanlılar, bu yüzden her yerde mezarsız ölüdür…
Kürtler de kazanacaktır. Bu kaçınılmazdır. Tarih, bize böyle diyor. Halkı ayaklanmış, ordusunu da yaratmış hiç bir mücadelenin kaybetmediğini söylüyor, bize.
Hasan Cemal de, son yazısında bu olguyu anlatıyor ve şöyle diyordu:
"… elinde sadece bir çekiç varsa, karşısındaki her şeyi çivi gibi görüyorsan, işin içinden çıkamazsın. Senden farklı düşünen kim varsa onu hain, düşman, terörist diye yaftalıyorsan, sorun büyür. Türkiye Cumhuriyeti, başından beri bu çıkmazı yaşıyor. Üstelik bu çıkmaz yıllar geçtikçe daha da kanlı bir hal alıyor. Realite budur. Afrin'i de darmaduman etsen. Bütün Rojava'yı da işgal etsen. Kandil'i de dağıtsan. Darağaçları da kursan. Bu realite değişmeyecektir. Cumhuriyet tarihimiz kanlı Kürt isyanları ile geçmiştir. Dersim gibi kıyımlarla geçmiştir.
İdam sehpaları ile geçmiştir."
Ahmet Türk, yer yüzündeki bütün Kürtlerin kanını dökmeye yeminlilerin, onurunu düşünüyordu, uluslararası bir yayın kuruluşuna verdiği demeçte. "Bundan sonra, ne yüzle Kürtlere bakacaklar?" diye soruyordu.
Kürt bilge yanılıyordu. Onursallık dediği, başka yerdeydi. Katiller, hırsız ve yıkımcılarla işbirliği yapanların böyle bir sorunu yok.
Katil yüz yıldır, Kürtlerin yüzüne bak baka yoluna devam ediyor. Kimsenin yüzünün kızardığını görmedik. Fukarada olmayanı istemek, beyhudeliktir.
Ama, Rusların izni olmadan cinayet işlemesi mümkün değildir. Asıl mesele bu. Ruslar işbirliği yaptı ve Stalin’den sonra ikinci kere, Kürt cinayeti için yol verdiyse eğer, nasıl insan yüzüne bakacaklar? Asıl mesele bu…
Ahmet Kahraman / Politika